Yenilmiş hakların üzerine düşünen kendisi için elinden gelenin fazlasını yapmayan adamın öyküsüydü.
Kendisi için çıkar elde etmenin yaşı ilerledikçe bir faydasının olmadığını fark etmişti.
Küçük mutluluklar için manevralar yaptığını inkar etmese de kazanç sağladıkları hiç bir ahlak kuralında müebbet hapsi öngörmüyordu.
Yinede suçluluk duyuyordu çıkar sağladıklarından.
Yağmur delinmiş gökyüzünden yağarken ıslanmamak için bir yere sığındığında yapraktan seken damlalardan korunmak için yaptıkları elinden geldiği kadardı.
Kendini güneşli yanda bıraktığına inanmak insanlık için evcilik oyunu kadar gerçekçiydi.
Kimsenin hakkının yenilmesine tahammül edemiyordu.
Ezilenlerin yanında yer almak ve onlarda kendinden bir şey bulup ezilen adam olduğunu düşünmek onun zenginliğiydi.
Öyle gözükmüyordu ama ezilen tabaka sınıfındaydı.
Akıl sonradan başa geliyordu.
Kendi gibi değişen yaşam onu şaşırtmıyordu.
Teknolojiye ve gelişen yaşam standartlarına inat onun inandığı fakirleşen insanlar vardı.
Hayat ve o zıt yönlerde ilerliyorlardı.
Herkes geçmişin uzağında uzay çağına eriştiğini zannediyordu O ise gelişmenin kendi geçmişinde olduğuna inanıyordu.
Bir şeyi hatırlamak ve bir gün her şeyin daha güzel olacağına inanmak uyku kadar güzel.
Uyurgezer yaşarken kendimi özel ve eşi bulunmaz zannediyordum.
Terk edenlerin geçmeyen acılarını düşündüğümde kaybedenin onlar olduğunu zannediyordum.
Oysaki her seferinde bana alışma bundan sonra ki hayatında ben yokmuşum gibi tasarla hayatını diyorlardı.
Beş yaşında çocuk gibi anlamadan gülümsüyordum aldandığım yüzlerine.
Kendimi bir gün düşünce adamı sanatçı yada hali vakti yerinde iç huzuru yüksek bir adam olacak zannediyordum.
iflasım sadece ticari savaşta değilmiş,çoktan kaybetmişim çıktığım oyunları.
Uzun zannettiğim ömür boyunca boşa harcamışım dinamik zamanlarımı.
Her şeyi kendin gibi iyi zannetmek yanılsamanın denek olarak kullandığı ilizyonmuş.
Maddiyatı ve maddeyi iyi bilenlerin yanında hala yorulmadan hayal kırıklığına uğramak.
Bu gibi adamlar hep statü ve zaman kaybeder.
Uzaktan onlara bakıldığında bir gelecek görülmediği için kimse yanlarında olmak istemezler.
Genel ruh durumları yalnızlıktır ve en çok kendileriyle konuşmayı severler.
Hep kaybettiklerinden dolayı trajedileri ve duygusal sonları olan anlamsızlıkları severler.
Hep yetinirler ve ezilenleri ezmemek için onların önünde saygıyla eğilirler.
Giden ömür olsun rahat sürülecek yaşam olsun.
Göğüs kafesleri her nefes aldığında en yüksek rakımlı yükseltilerden bile daha büyük yükselirler.
Gönül ağırlıkları vardır ve çok yaşayanlardan daha çok kalırlar hafızlarda ve ölümsüzdürler.
Herkes gider ama onlar hep kalırlar.
Zamanın işi yaşayan ölümlüleri yok edip unutturmak.
Bir onlara yetmez zamanın gücü.
Çünkü onlar gönüllerde yaşarlar.
Ezilenler öyle ezildiklerini sanıp hep kaybeden oldukları için değil en iyi yerde olmayı hak ettikleri için yaşam boyunca konuşulmaya devam ederler.
Sandığınız gibi kendilerini dışlanmaya programladıkları için değil sizin çıkış yollarının onların aklına gelmediğinden.
Hayatın akış hızına ters orantıda bir anda zengin olmak düşmez kendi yağıyla kavrulan insanın yorgun zihnine.
Köle gibi çalışıp gün batınca evine girmek için dakikaları saydığı anlarda gelen her iş angaryadır.
Uzar gider zaman önünde kendini her an hastalanacak gibi hisseder.
Eve gidememek korkutur yalnız bırakılmış çaresizliğini.
ister kader deyin ister şansızlık yada kendini kendine yakıştırabilen özel insanlar.
Hiç bir şey onlara bu kadar yakışmazdı çaresizliklerin yansıdığı kederli yüzleri buhran dolu olsa da sizlerden farklı kılan görünmeyen yüzleri ve yetenekleri var.
Anlamlarını ve ürettiklerini kendilerine saklayıp bir gün adı sanı bilinmeyen anonim kahramanlar olurlar.
Kendimize sadece kendimizin sunacağı özgürlükler veriyorduk.
Mutluluk oyunlarıyla kendimizi kandırıp sağlıklı kafayı bedende tutmaya çalışıyorduk.
Her şeyin bittiği anlarda çarptığım kapıdan geri içeriye girip hadi kalkın bugün güzel bir şeyler yapalım diyordum.
Çökmüş ruhsal derinlikler,asık yüzler ve her an birbirine girecek bireyler bu yeni dinamizm sayesinde yeniden kenetlenip ayağa kalkıyordu.
Bizi kimse yıkamaz diyorduk ta ki ölümcül bir hastalığın pençesine düşünceye kadar.
Bize yeni şeyler hediye eden hayat değil kendi bakış açımızdı.
Küçük umutlar bizi mutlu olmaya zorunlu kılıyordu.
izler bırakıyorduk canlıların ve hayallerin üzerine.iyi anılmak güzel bir şeydi.
Çok fazla menfaat değil çok fazla yalnızlık daha güzeldi.
Sıra sıraya dizilen tam anını anımsatan dokunaklı anlatımlarımız ve hatıralarımız vardı.
içinde bulunduğumuz her anı hatırlamaları için doğru yerlere yerleştirilen ip uçları vardı.
Her çocuğa ayrı anlatılan birer masal ve birer şarkılar zihinlerinin uyanması içindi.
Kimseden beklemeyip kendi kendimize icat ettiğimiz özgür alanlarda kendimizi mutlu zannetmekten hoşnuttuk.
Bir çiçeğin uyanması için tabiatın doğru zamanını beklemek bizim katlanabileceğimiz en büyük sabır hareketiydi.
Ellerimiz kollarımız bağlı geleceğimiz ipotek altındaymış.
Gece gündüz çalışsak bile kazandıklarımız başka bir cebe akıyormuş.
O cep bizim cebimiz değil kesinlikle.
Öyle kendimizi kandırarak çok çalışarak çok şeyimiz olacağı yalanına inanmak bir balon kadar inandırıcı değil.
Yolun başında tüketmiş biri olarak bundan sonra paralı ve huzurlu yaşama fikri gerçek değil.
Sildirsem kendimi tüm resmi kayıtlardan zaten kayıtlı ollan yerlerde hak ettiğim hiç bir şey bırakmamışlar.
Çoktan iflas etmişim ve kendi adıma hayaller kurarak suyun dibine doğru yüzüyorum.
Yaşadığım hayat dışarıdan izole,kendi dünyamda kendi hayatımı yaşıyorum.
Yalnız ruhumun çoğu zaman bocaladığı anlarda karnımız doysun diye dışarıda çalışmak bir sanatçının denek fare gibi oynanması.
Asla üzerimize tam olmayacak maddi zenginliklerin gerçekliğinde elimizde olanla yetinmeye çalışırken hala dışarıdan saldırılar gerçekleşmesi üzüyor beni.
Ta en başını çocukluğumu düşünüp geçtiğim yolların ve verdiğim başı boş kararların ne anlama geldiğini düşündüğümde hep o asi ve kimseye boyun eğmeyen adamı görüyorum.
Benim gibi olmanın elbetteki bir karşılığı olacaktı ve cezasız kalmayacaktı böyle bir yaşam.
Yaşamı ciddiye almayan ve en ciddi anlatımları bile hala ilkbaharda kelebeklerin peşinde papatya toplamak zanneden çocuğun hikayesi olsa olsa hayalkırıklığı olurdu.
Moralimizi bozacak bir şey illaki hazırda bulunuyor.
Bazen kafamızdaki kuruntular bazen haberlerdeki saçma bir şey yada balyoz gibi kafamızın üzerinde duran kader gibi takip etmekten vazgeçemeyen kötü talih.
Hayat bizi ortaya almış topu ayağımıza vermiyor.Dalga geçer gibi pas alışverişi yapıyor ve her seferinde sevmeyenlerimiz oley çekiyor.
Ortada sıçan dedikleri biziz sanki;Kuyu var diye uyarsalar da yandan değil tam ortasından geçmeye çalışıp düşüyoruz ayak oyunlarının kazdığı derinlere.
Kendimizin düşmanı kafamızdaki karanlık düşünceler işini yapmak için ortaya çıkıp kırılgan ruhumuza yapıştığında kendimizi korumasız ve yalnız hissediyorduk.
Cehennem ateşini yüzümüzde ve sırtımızda hissettiğimizde kim tutacaktı ellerimizi?
Boş topraklarda kurak ve çorak vaziyette anlamaya çalışıyorduk yüz yıla yakın zaman boyunca oynanan oyunları.
Sanatçının ağlatan duygusallığın da başımıza gelenlerin aptalca kararlardan dolayı olduğunu kabullenip yazan adamın huzurdan başka bir şeye kafasının çalışmadığını ve bu yüzden sanat haricinde yargılanmaması ve cezalandırılmaması gerekiyor.
Acı ve hüzün varsa tahammül ettiğimiz yaşam bize bir şekilde çıkış noktası veriyor.
Dertten hüzünden kafamızı ağrıtacak eziyetler etmeyiz kendimize.
En kötü anlarımızda bile yazacak anlatacak etkilenecek sanatsal ışıklar yakalarız.
Bize eziyet edenler kafamızın mahiyetinin farkında değil yada umursamıyorlar.
Sanatçının ağlatan duygusallığın da başımıza gelenlerin aptalca kararlardan dolayı olduğunu kabullenip yazan adamın huzurdan başka bir şeye kafasının çalışmadığını ve bu yüzden sanat haricinde yargılanmaması ve cezalandırılmaması gerekiyor.
Aklımıza gelenin yaşama sevincinde umutlarımız yeşeriyor.
Her gün ölürken her gün yeniden diriliyoruz.
Karamsar bulutların ardından bakarak yaşarken hayatı bizi ayakta tutan sebepler var.
Çocukluk dönemimize ait hatıraların bugün hala bizi etkilemesi ve itici güç olması.
Kitap okuma arzusu,akşam seyredilecek bir maç,yenilecek yemek yada çekirdek.
Zamanın akışı kafamızda ki gibi seyir etmese de küsmeden ve yıkılmadan o bir kaç dakikalık mutluluk için yaşıyoruz hayatı.
Film fragmanı gibi olan mutluluklarımız çoğu zaman hüsranla bitse de yaşama umudumuzu ve savaşma yeteneğimizi kaybetmiyoruz.
Hayal ettiklerimizle yaşamın bize sunduğu arasında derin uçurumlar var.
Sıkılmak ve hayal kırıklığına uğramak sanki tasarlayanın umuduna erişememesi gibi.
Koca hayal aleminde dağınık olan planladıklarını tek çatı altında toplayamamış iken soğuk havanın yüzüne vurduğu gerçek zaman diliminde kafasının karışması ve ayakta kalmakta zorlanması çok normal.
Desteğe ihtiyaç duyduğu psikolojisinin yüklerini tek başına üstlenip yaşamı omuzlamaya çalışmak bırak kafasının içini sağlıklı bir adamın vücut dengesini bozacak kadar ağır.
Hala büyümedi çocukluğumuz ve hala çocuk gibi eski alışkanlıklarımızı yaşatıyoruz.
Kafamızda değişmedi felsefe ve müzik anlayışımızda.
Bu yüzden aklımıza gelenlerin ışığında kendimizi iyi hissediyoruz.
Ne devirlerin geçmesi ne de sosyolojik olayların insanlık üzerinde etkileri umurundaydı.
Binanın dışının rengiyle uğraşmak beyhude işlerdi.
Yaşadığı dönemin dilinden anlamak o kadar boş ve anlamsız geliyordu ki.
Ne zaman bildiği çerçeveden konuşmaya başlasa sus işaretleri yapıyorlardı.
Sakıncalı ve tehlikeli cümleler kuruyormuş gibi sus işaretleri yapılıp dördüncü hakem gibi tabela kaldırıp konuşmasını istemiyorlardı.
Kimsenin anlamadığı telden çalıyordu ve aykırı olmanın adamı olarak ödün vermiyordu.
Herkes her şey değişir ama o değişmezdi.
Yeryüzünün sesi kısılsa da kendine özgü ses tonuyla ve kendini yargılamaktan vazgeçmeyen yapısıyla cümle kurmaya devam ediyordu.
Hiç bir devrin adamı değildi ve her devirde içeriye atılıyordu.
Sevenleri ve nefret edenleri tarafından arada bırakılmaya çalışılıyor ama o hala en iyi bildiği şekilde yaşıyordu.
Bir içeri bir dışarı ömründe kendi için üzülenlere üzülmemelerini söylüyordu.
Bu onun mutluluğuydu.
Para ve gelecek garantisi değil ardında bırakılmış dostluklar ve iyi bir aile yaşantısı biriktiriyordu.
Kısada olsa hayat denen uzun yolda kendi gibi geçirdiği bir kaç zaman diliminde anlık zannedilen mutluluklar insan ömrü kadar değerli.
Bu değildi.
Böyle anlatmak belki tam olarak anlamı karşılayamaz ama daha açmak ve anlamaya uygun hale getirmek acıtır ruhumuzu.
Boşlukta yaşadığımızı zannedenlerin aksine yerimiz sağlam derdik geleceğimize gülümseyerek bakarken.
Böyle değildi.
Bu şekil düşünerek hafifletebiliriz sırtımızdaki taşıma kapasitesinden fazla yükleri.
Ona anlamlar ekleyip değiştirebiliriz boyayıp güzel olduğuna kendimizi inandırabiliriz.
Bunca zaman kazandığını zannedip aslında kazanmamış olmak hayat hikayesi gibi tuhaflıklarla dolu.
Akılla dalga geçer gibi sanki delirtmek istermiş gibi sağlam kalan son kafayı;
Böyle bir şey yok .
Zihin oyunlarının herkesçe değil akıllı insanlar tarafından ezberlendiği kimsenin gitmediği boş sahnede hala nedenini algılamaya çalışıyorum.
Boş muydu?
Kalacağımıza inandığımız duraklarda yanımızda olanların ebedi olmaması gibi yıkılacak mıydı sırtımızı dayadığımız gerçeklikler.
Yokluk.
Kimsenin olmadığı,kimsenin okumadığı kimsenin farkına varmadığı yaşayanın hayal aleminde yaşadığı yaşamın en uzak köşesinde;
Hayatta kalan biçare.
Hayalini kurduğun şeyin gerçeği hayal kırıklığından başka bir şey değildi.
Yaşama karşı çocuk inancımızı kaybetmiştik ve ondan bizi ayağa kaldıracak mucizeler beklemiyorduk.
Perdenin gerisinden dışarıyı seyrediyor ve yaşayan ölüler olarak algılarımızı ceplerimizden düşürüyor farkına bile varmıyorduk.
Kimseye ayıp olmasın diye yaşamı ciddiye alır gibi davranıyorduk.
Ciddiye alıyorduk belki ama eski önemi artık bizde yoktu.
Her gün daha fazla şeyler kopup gidiyordu.Parçalarımıza uzaktan bakarken artık gözlerimiz dolmuyordu.
Alışmıştık umursamıyorduk.
Aynı adreslerde aynı şeyleri yaşamaya çalışırken hayatın kaotik bir sarmala bulandığının farkında olup elimizden gelen hiç bir şeyi yapmıyorduk.
Yaşlanıyorduk ve hep aynı kısa hikayeleri aynı insanlara aynı köşelerde anlatıyorduk.
Bazen eklemeler yapıp kendimizi bile kandırmaya çalıştığımız anlar oluyordu.
Bir film defalarca seyrediliyordu defalarca aynı kitabın aynı sayfaları okunuyordu.
Kaset takılı kalmıştı bitmiyordu ve bir adım öteye gitmiyordu.
Kendimizden sıkılmıştık ve kendimizi dinlerken kendimizin bile uykusu geliyordu.
Tedbirsiz davranmanın cezasını üç gün boyunca şarapsız kalmakla çekiyordum.
Üç gün hak mahrumiyeti vermişlerdi ve görebileceğim bütün karabasanları görmüştüm ayık uykularımda.
Kış sadece bizi etkilemiyor meyve suyunun fermantasyonunu geciktiriyordu.
işkence haline gelen hayal kırıklığıydı alkole dönmeyenin şekerli tadı.
Bunca yıldan sonra içmeden yattığım gecelerde sabahlara kadar kabuslar görüp yarım saatte bir uyanıyordum.
Son gördüğüm kabus çok acayipti.
Motorsiklet ile su birikintisinden geçerken yerin dibine düşüyorduk.
Motoru kurtarmak için dışkıların arasından geçip lağım sularının arasından bulup yukarıya çıkarıp yola devam etmek beni yerimden zıplatıyordu.
Fermantasyonda benim gibi sıcak havaları seviyordu.
Bol kepçe içerken yarınlarımı da düşünecektim.
Tedarikli olmak lazım hayat adama kötü rüyalar gördürüyor.
Çaldıkları gitarın peşinden koştuklarımız çok uzun zaman önce saçlarını kestirmiş.
Eskide kaldı diyebilirsiniz ama ben saçımı kestirmemek için sırtımda su taşıyıp küpe takmaya devam ediyorum.
Sert müzik dinlemek için kendinizi zorlamaya gerek yok.
Bu müziği seviyorsanız dinlersiniz.
Kulağınıza çalınan gitarın melodisinde yüzünüzde ki gülümseme kesinlikle kimsede yok.
Herkes kendi savaşını verir ve inandığı gibi yaşar.
Cepte paranın olması gerekiyor.
Bana göre değil hayata göre.
Zamanını kaçırdın mı öyle affı yok bulman imkansız aradığın şeyi.
Arama motoruna yazman hatta bulduğunu zannetmen bir işe yaramıyor.
Satılığa çıkmış olan her şeyin satın alınabilmesi de çok zor zaten.
Yada benim yaşımda ki biri için.
Çok yaşlı değilim ama gençliğimin unsurlarını savunuyor olmak sanırım beni eksik kılmaz.
Bir filme bir albüme bir kitaba sahip olman için evvela bedelini ödemen gerekiyor.
Bu durum senin sahip olduğun anlamını çıkarmaz ama kopyasını edinebilirsin.
Eserler sanatçılara aittir tıpkı senin parasızlığın kıymetini bildiğin gibi.
Yokluk ve acımasız davranan hava şartlarının bizi hiç bir zaman içeriye almayacakları sıcak kapalı alanlar.
Sokakta kalan kibritçi kızın anısına ayaza karşı koşanların kudretinde kendimizi ısıtmaya çalışıyoruz.
Nefes almak için paraya ihtiyaç var.Sağlık için bile.
Bizi hiç bir şeyin mutlu etmemesi şüpheci yaklaşmamızdan çok inancımızı yitirmemizden.
Kendi çıkarını düşünen birinin beni yermesinde kullandığı politik dili fark ediyor olmama rağmen gün boyunca düşüncelerime sarmal olan kendimi kötü hissetmelerim.
Bizi üzenlerin tenezzül ettikleri cüretkarlık kadar aldırmayıp gidişlerimiz var.
Giderken kameraya nasıl görüntü veriyoruz acaba?Kimse bizi umursayıp bakmıyor mu?
Gözünün içine bakarken bakmayı utandığını zannettiklerimiz ardımızdan hiç bakmaz mı?
Güzel bir kız ihtişamıyla yanımızdan geçip giderken kafamız ona takılmaz mı?
Yağmur yağar hava ayaza çeker ve özlersek güneşin yakıcı etkilerini her şey doğasına uygun hareket etmez mi?
Güzelin güzel olduğunu kabul ederken kendimizin güzelliği bu kadar yabana atılır mı?
Kafamızın güzelliği yetmez bizdeki anlamları geçerli kılmaya.
Yansıdığımız anlamını bilmiyorsa eğer kendini bir şey zannetmesi boş değilde nedir?
Sırf biri dedi diye erken kalkıp gecenin bana sunduğu bu kadar edebi güzellikten vazgeçeceğim öyle mi?
Herkes konuşur ben hep susarım.
Öyle bir kere değil her gece öldürüyoruz kendimizi.
Kanımıza sızan alkolün etkisinde yaşama alanı bulmaktan dolayı sıkılıyoruz aynı gecelerden.
Değişen bir şeyin olmadığı tek düze yaşamın sıkıcı kollarında yaşamaktan bıkıyoruz.
Eskiye dair iyi hikayeler anlatmak isterdik ama eski ve yeni arasında bir fark yok.
Yeni bir hayalimiz olsa ve buna inansak güçlü ihtimalle hayal kırıklılığına uğrarız.
Başarısızlığa uğramış bir hayatın kendini sarhoşken özgün sanmasında sabaha dek süren lale hayatının günün ilk iş saatlerinde yumruk gibi uyandırılmasında yatakta doğrulup hala yaşıyor oluşuna küfürler ediyordu.
Keşke güneş bizi es geçip başkalarının üzerini aydınlatsaydı.
Karanlık gölgelerde kalıp uyanmasaydık sevgili yatağımızın içinden.
Perdeleri kapalı ışıksız dinlenme saatlerimiz dışarıda ki yaşamdan daha güzel.
Başarısızlığa uğramış bir hayatın kendini sarhoşken özgün sanmasında sabaha dek süren lale hayatının günün ilk iş saatlerinde yumruk gibi uyandırılmasında yatakta doğrulup hala yaşıyor oluşuna küfürler ediyordu.
Keşke güneş bizi es geçip başkalarının üzerini aydınlatsaydı.
Karanlık gölgelerde kalıp uyanmasaydık sevgili yatağımızın içinden.
Perdeleri kapalı ışıksız dinlenme saatlerimiz dışarıda ki yaşamdan daha güzel.
Çocukken sordukları büyüyünce ne olacaksın sorusunu çevirip büyüdüğünde ne olmak istersin diye sorduklarında emekli olmak isterdim ile cevaplardım.
Aç tavuk olduğum için kendimi buğday ambarında zannederdim.
iyi para verirseniz eğer köle gibi çalışma düzenime son verip kendimi düşünce faaliyetlerine adayabilirim.
Düşünmeyi ön planda tutabilirsem daha faydalı olabilirim.
Mesela evrenin sırlarını çözecek kadar boyum uzun olmasa da kendi çapımda dalgalanmalar oluşturup zihinlerin açılmasına yardımcı olabilirim.
Sırf kendi dünyamın içerisinde yaşayıp kafayı çekip sonuca giden anlaması zor yazılar yazıp gökyüzüne mesajlar yollayabilirdim.
Zamanında emekli olmak herkesin hakkı.
iyi niyetli su balonlarının içerisinde yaşıyoruz ve toz pembe görüyoruz yaşamı.
Yaşamın sonuna geldiğini fark eden insan vücudunun kullanım zamanının sona ermeye yaklaştığını fark eder.
Biraz huzur hakkını herkes ister.
Artık öyle zannettiğiniz kadar genç değilim.
Dış görünüşüme aldanmayın ikinci yaşamıma geçip aynı çocukluğumda olduğu gibi kayaların tepelerinde zıplayıp yürümek için sabırsızlanıyorum.
ikinci bahar için hazırlıyorum kendimi.
O kadar yorgun o kadar vazgeçmiş ve o kadar umutsuzum.
Masalını anlatırken inanmalarını istemek kolay ama önemli olan masalcının masalına inanması.
Masal anlatan gerçeği biliyorsa eğer nefes almak çok acı.