Taş yağar gökten ve biz asit yağmurları yağmadı diye kendimizi şanslı zannederiz.
Olumsuzluklar tarlasında olumlu bir şeye sahip olamayıp hayata bağlı olduğumuza dair ilk önce kendimizi kandırırız.
Tarifi olmayan mutlulukların peşinden koşarken yakışmayan rollere bürünüp nefes almaya çalışırız.
Bir gün nefes alamamak korkutur bizi.
Kanımızın çekilmesinden verilerimizi biriktirdiğimiz beynimizin çökmesinden çekiniriz.
Hayata sığdıramadığımız yeteneklerimizin uğruna yaşamak isteriz ama bir türlü para etmez.
Para etmeyen şeylerin değersiz kılınıp değersiz zannedildiğinden dolayı bir türlü kendimiz olamayız.
Ruh hastalığına sahip olmuşuz gibi hayal aleminde yaşarız.
Hayal dünyamız bizim masal kahramanlarımızdır.
Sarsılıp uyandırıldığımızda yadırgıyoruz dün ve bugün yaşadıklarımızı.
Fotoğraf albümlerinde güzel duran yaşantı bize teker teker anlatıyor yapmak istediklerimizi.
Kendimiz olmaya çalışırken bu kadar hayal kırıklığına uğrayacağımı tahmin edemezdim.
Belki de hepsi rüya ve ben sevdiğim karamsarlıklar içerisinde sevdiğim hayatı yaşıyorum.
Canımın ve ruhumun yanması kadar gerçek boşlukta yürümeye çalışıyorum.
Doğuştan paratoner yüklüyüz ve bir lanet gibi bizi takip ediyor.
Kafamızın içerisinde taşıdığımız beynin farkındaydık.
Onu sarsmamaya çalışıyorduk.
O kadar hassas davranıyorduk ve az desibel şiddetinde zarar göreceğinden korkuyorduk.
Lazımdı bize düşünme kabiliyeti.
Düşüne düşüne kendi kendimizi ısırıp parçalıyorduk.
Düşman kendimizdi sanki.
Düşmanda değildi aslında bir çeşit rakip yada engel.
Kafamızın içindeydi her şey.
Düşünceleri severken aklımıza gelen düşüncelerle uğraşıyorduk.
Hatırlama yeteneği vardı.
Hatırladıklarımız bizi donuk bir nesneye dönüştürüyor donmuş mum gibi etkisiz eleman yapıyordu.
Eskiden sarhoş gecelerin sabahlarında kendimizi depresif hissederdik.
Uzun zamandır böyle bir şey olmuyor.
Boşluklar ve başarısızlıkların eşlik ettiği eskiyen adamın ayakta durma çabaları heykel gibi ortada dursa da;
Kafamızın içerisinde depremler ve yer değiştirme hareketleri oluyor.
Kafatasının ve içinde gizlenen cevherin farkındaydık.
Düşünüyorum ve kafamın yettiği her alanda fikirlerimle varım.
Fotoğrafı ben çekmemiştim ama kartpostal gibi duruyordu karşımda.
iç çekerek bakıyordum resim karesine.
Çokta güzel sayılmazdı ama çekiciydi işte.
Cep telefonu çekiminin kusurları alenen ortadaydı.
Parçaları zihnimizde birleştiriyorduk.
Bütün o kadar güzel gözüküyordu ki.
Gözlerinin altında ki gri karanlığa karışan gülümsemen beni renkten renge sokup duygu depremleri yaşatıyordu.
Ne güzel giyinmiştin ne güzel duruyordun öyle sıcakkanlı.
Biliyorum üzerinde taşıdığın yüklerin içerisinde bir sürü uykusuz geceler ve mutsuz nefes almalar var.
Hüzünler ve hayal kırıklıkları olmadan gülümseyemez insan.
Çekmeden çekilmez yaşam.
Dinlenmek için oturduğun koltuğun üzerinde üzerine yakışan kıyafetlerin gözümü alan renklerinde sana çok yakınım ve çok uzak.
Yazmak kolay,hissetmek kolay yaşamak bile kolay.
Zor olan hissettiklerini yaşamak,zorunda olduğun yaşamın içerisinde sana bir kaç cümle kurmayı içten gelerek dilemek.
Fotoğraf işte iç çektirir ama ulaşmak için hiç bir şey yapmazsın.
Aklımızı kaçırmamak için elimizden geleni yapıyorduk.
O bile bırakıp gitmek istiyordu diğer tüm gidenler gibi.
Öyle fragmanında gösterdikleri pek bir eğlencesi yoktu hayatın.
Sevmiyorduk yaşamayı.
Ölmekten yok olmaktan korkuyorduk yinede.
iki arada bir derede ite kaka ilerleyerek canımızın istemediği şeyleri yapıyor ve bunları ruhumuza kabul ettirmekte güçlükler yaşıyorduk.
Ruh dediğin şımarık küçük bir çocuk.
Zorunda olduklarımızı anlaması mümkün olmayan bir deha.
Ona göre yaşam içten geldiğince yaşanmalı ve dönük olduğun yörüngeden dışarı çıkılmamalı.
Eveleyip geveledikçe gitmişti herkes tek başımıza kalmıştık gidenleri teker teker hatırlayarak.
Her yeni yüz geçmişte oynanan oyunlarda kalan eski hatıralardı.
Şarap içip gitar dinlemek ve yazılar yazıp bize kendimizden miras kalmıştı.
En çok bunları yapmaktan hoşlanıyor kaldığımız yerde hayatı devam ediyor zannediyorduk.
Belki de aklımız çoktan çıkıp gitmişti.
Akılsız ve çaresiz kalmıştık.
Bir zamanlar herkes buradaydı.
Şimdi herkes burada değildi.
Alışıyor insan her şeye.
Seviyorum kendimi ve yalnızlığımı.
Geçen bunca zaman ve bir türlü bitmeyen yapmak istenenler.
Hatırlıyorum daha çocukken kurduğum hayalleri.
Puslu bir film sahnesi gibi sislerin içerisinde sahnede çocukluğum oynanıyor.
Baz alınanlar anlatılanlar, siyah beyaz ve renkli fotoğraf baskıları.
Büyük adam olmak değilde adam olmak için kendi dünyasında sessiz kalıp büyük harflerle konuşurken;
O an için hakkını ispat etmek değilde sonucuna bırakıyordu değerini.
Ne geçmişte nede şimdi ki zamanda haklarını almak değildi amacı.
Adı konmamış zaman dilimlerinde kabul görülmek değilde kabul etmek istiyordu yaptıklarını.
Kendini gördüğünde hüzün dolu pişman olmayan hayat hikayesini seyrediyordu.
Pişmanlığı seçimlerine değildi.
Pişmanlık duydukları hayatın karşısına çıkarttıklarından dolayı her şeye bir isyandı.
Ya biz her şeyi hesaplamamıştık yada her şeyi hesaplayacak kadar zamanın akışının adaletinden şüphe etmiyorduk.
Yoksa doğruyu yaşayıp doğru olduklarını cesurca kaleme almıştık.
Hayat hikayemizin senaryosunu yazarken koca bir ömrün yarısını tüketmiştik.
Tüketmiş olurken tükenmiş olmamak için temennilerde bulunup doğum günümde hala aynı adam olduğum için kendime teşekkür ediyorum.
Doğum günün kutlu olsun.
Telefon çaldı.
Yüz yıl boyunca aramayanlar arıyordu.
Çok yakından tanıdığım ses alo diyordu.
Bocaladıktan sonra ismiyle hitap ettiğimde doğum günün kutlu olsun kardeşim dedi.
Bunca zaman sonra aranır olmaktan memnun olmuş yüzüm kızarmıştı.
Bende arayabilirdim daha önce,utanmıştım.
Sesim kısılmış,heyecanlanmıştım.
Ne diyeceğimi bilemiyordum.
Sarsılmıştım.
Bunca yıl sonra aldığım en iyi doğum günü hediyesiydi.
Yine tam olarak konuşmayı becerememiştik.
Daha iyi cümleler kurup daha iyi kendimizi ifade edebilirdik.
Telefonlar arasındaki ses duyulmuyordu.
iletişimin kesildiği anlarda yüzyıllardır birbirimizden uzaktaydık.
Doğum günü pastamı üfleyip yerken kafam çocukluğumdaydı.
Yemekten sonra okuduğum kitabın aralarına dostlarımın görüntüleri karışıyordu.
Çalan telefon güzel bir doğum günü hediyesiydi.
Boş kaldığım anlarda kendimi boşlukta hissediyorum.
Çalışmaz isem karamsarlığa kapılıp gelecekten endişe ediyorum.
Konu dışı kalacakmışım gibi unutulacakmışım gibi.
işten atlıp beş parasız kalacakmışım gibi.
Bir işe yaramadığım da ufak sarsıntılarla hayatımın dengeleri bozulup yitip gidecekmişiz gibi.
Bana bağlı kirişlerin daha fazla dayanamayıp bizi demirli betonların altında ezerek yok etmesi sanırım kendime çok fazla değer yükleme yüzündendi.
Kendi paranoyalı gelgitlerde dalgaların karşısında hayatta kalmaya çalışırken kafamın içerisinde ki dünyada yazdığım senaryoyu uygulamaya çalışıyordum.
Olmayan eksik kalan yanlar vardı.
Kafamın içinde kendimi kötü hissettiğim duygular boşa değildi.
Yanıldıklarını zannetmek hayatın kendisi kadar boştu.
Kehanet üretmek istemiyordum.
Kehanetler varsayımlar eşliğinde düşüncelerimin arasında gerçekleşiyordu.
Anmak ve sanmakla başlayanlar karşıma çıktığında anlamakta güçlük çekiyordum gerçekleri.
Gerçek dedikleri yaşadıklarımız kadar mıydı yoksa olağan üstü şeyler miydi?
Severek yaptığım işlerin sonunda bile can sıkan bir şeyler vardı.
Sözlük anlamına bağlı kalarak özgür olmak gerekiyordu.
Maddiyat her şey değildi,sağlık kesinlikle daha önemliydi.
Ama tam bağımsız olmak gerekiyordu.
Kendi kendimin en yakını olarak kendimin ruhsal derinlerinde kendimi tanıyıp kendime katlanıp yeniden yol haritası yazmak kendime inancım ve panzehiri olan ilacım.
Bir şey olmadığında olduğunu iddia etmek yalanların en masumu değil.
Her şeyin üst üste geldiği anlamına gelen ifadenin varolduğu zamanda bunu iyi bir şey olarak algılamam beklenilemez sanırım.
Hiç girmediğim yarışta geride kalmış hissi dayatma olsa da yarış atı gibi hissetmedim kendimi.
Ruhuma salınan zehirli kıskançlıklar kafamı karıştırmak için icat edilmiş şeytan işleri gibi.
Kafamızın çalışma sahasına girmek için baret yada kalın mont gerekmiyordu.
Düşünebilme yeteneğini kullanıp biraz insan olmak yetiyordu anlatmaya çalıştıklarımı anlamana.
Kuru gürültü zannettiğin konuşmalarım hayatın boyunca hatırlayacağın kadar anlam yüklüydü.
Ben beceremiyordum kafanıza gönlünüze girmeyi.
Üst üste gelen her şeyin iyi tarafından bahsetmek ancak bana mahsus olurdu.
Bende sevmezdim zaten her şeyin olumlu olduğu hissini.
Gündüzün ışığında kafam bazen kendi yarı sahasına çekiliyor.
Müdafaa etmek üzerine kurulmuş sistemim olduğu yerde sabit kalıp düşüncelerinin arasına karışan hastalıkların etkilerine girip ruhsal buhranların fragmanlarında yaşamın iki yönünü yaşıyordu.
Kendini garantiye almak değilde sevdiklerini garanti altına almak istersin.
Bu koşturmaca bu kadar akıntıya karşı kürek çekişler elbet bu yüzden.
Sanki sen herkesten önce gideceksin ve herkes senden sonraya kalacak.
Prim borcu yatırmak,bir türlü yapamadığın gelecek için birikim denemelerini yaparken asla sıkılmamak.
Acıması olmayan fırtınalı havalar ve sen denizin ortalarında bir yerlerdesin.
Hayal kuruyorsun güneş açacak puslar geri çekildiğinde yeşile boyanmış bir ada bırakacaksın geride.
Çocuklar koşturacak hüzünlü büyükler önce gökyüzüne sonra toprağa bakacaklar.
Ara sıra yağmur yağacak üzerlerine.
Ama hiç bir yağmur onun üzerine yağanlar gibi olmayacak.Rüzgarı ardına alan yağmurun onu dövmesi ve yazarak anlatmak istedikleri hiç bir zaman unutulmayacak.
Daha iyi şeyler yapmak isterdi ama belki de elinden gelenin en iyisi buydu.
Tıpkı o yağmurlu gecede motorunu sonsuzluğa sürmesi gibi.
Eve gitmek için can atıyordu.
Eve gitme hakkı tükenmişti.
Çoktan vazgeçmiş adamın son çırpınışları.
Zoraki nefes alıp vermeler.
Ne bir sinema filmi ne bir kitap konusu nede hatırladıkları.
Güzellikler bile cezbetmiyor.
ilk ayağı taşa takıldığında yok olup gidecek.
Bilincinde her şeyin.
Tiksindirici bir hastahane odasında yatıp sonunda gözlerini kapayacak olmanın farkındalığında yaratıcı bir şeyler yapmak istiyordu.
Öyle taşa gönüllere kazıyacak kadar kudretli değildi.
Kibar bir adam gibi yaşıyordu.
Kibar değildi etrafta yaşananlar.
Çoktan vazgeçmişti.
Can vermeden az önce çırpınıyordu.
Gözü arkadaydı ve gözü arkada olmak çok zordu.
dostum seni ne zaman hep aynı saat aralığında burada hiç bir zaman okumadığım ve gram ilgimi çekmeyen yazılarını yazarken görsem bu adamın derdinden yok bende ona da şükür diye motive oluyorum.
azimle sıçan duvarları deler derler ama bu yazar delemedi. nickini değiştirip başlı başlıklara yazarsan okuruz kardeşim. bu nicki ve başlığı görünce okuyasım varsa da psikolojik olarak okuyasım kaçıyor.
Daha fazla içmek için daha fazla enginar yemek gerekiyordu.
Enginar pahalıydı.
Satın alacak maddi gücümüz yoktu.
Bir yerden duymuştum yaprakları suyun içerisinde kaynatıldığında aynı görevi görüyordu.
Bıçak marifetiyle soyulup ana gövdeye ulaşıldığında sert yapraklar anlamını yitiriyordu.
Kimse farkında değildi kerametin.
Enginarın para karşılığında anlamını arıyorsan eğer paran yetmez.
Olaya karaciğer açısından bakarsan paha biçilemez.
Tıpkı hayata baktığın gibi.
içmek bir adamı yazar yapar ve hayali aleme abone eder.
Kimse okumasa da sen okursun.
Aslında neden düşündüğümü ikimizde iyi biliyoruz. "Niye"leri "niçin"leri boşverdim kendimi kasmadan kimseyi yormadan seni düşünüyorum. En son 27 şubat'ta konuştuk. Yine bir bahane buldum ve konuştuk. Yeni bir bahane arıyorum konuşmak için ya da senden bekliyorum. Bi düşünsen aslında karar vermeden düşmanın değil yanındayım. Bi güvensen aslında gece bitmeden gün doğmadan yanındayım. Yorma. Seni kafamın içinde seviyorum.
Biraz da ben duyusala bağlayım.
Bu yazdıklarımı okumayacaksın biliyorum ama yine de içimi dökeyim. Dönecek misin bilmiyorum, geçen zaman sende neleri değiştirdi onu da bilmiyorum. Acaba eskisi gibi olur mu? Diye sormaktan kendimi alamıyorum. Bu karmaşa da emin olduğum tek şey var, o da seni hep bekleyeceğim. Biliyorum, senin de yapabileceğin bir şey yok. Umarım sıkıntılarını atlatır ve eskisinden daha güçlü olursun. Zor olsa da geçecek ve sen bana döneceksin. Bir dahaki sefere hesabı ben ödeyeceğim, sözün var bak. Kendine lütfen iyi bak.
Başarı kazanmış olmak kendimizi kandırdığımız ile alakalıydı.
Labirentten çıkma yeteneğimiz olmadığı yaşamın içerisinde mutlu zannetmek kendi dünyamızın basit oyunlarının içerisinde kazandığımızı zannettiğimiz yanılsamalardı.
Etrafımızda dönen dünyanın kıyafet değiştiren oyuncularına karşı zafer kazandığımızı zannediyorduk.
Karşı durmaya çalıştıklarımız da kibar davranıp insan olduklarımız aynı şeylerdi.
Bazen çok fazla bunalıyor çok sıkılıyorduk.
Gazımız alınıyordu kafamız boşaltılıyordu.
Kendi kendimizin pasta hakkından yerken teşekkür ediyorduk.
Bize ait olan pastanın son diliminde bağımsız bir dünya kurup kendi öz kaynaklarımızla dibine kadar mutlu olmak hakkımızdı.
Bundan on sene sonra emekli olup sörf yapmak saklı tutulan hakkımızdı.
Labirentin içerisinde mutluluk oyunları oynayıp labirent bizi dışarıya karşı koruduğu için şükrediyorduk.
Herkes bir can taşıyordu ve herkesin robot olmayan gerçek bedenleri vardı.
Karnı acıktığında beslenmek ve çenelerinin arasına alıp çiğneyerek öğütmeye yollamak haklı çıkarmıyordu kimseyi.
Motorun lastikleri asfaltın üzerinde hızla dönerken yerde sürekli parçalarını bırakıyormuş ya görüntülerle ispatı mümkün.
Gözle görülmesi imkansız.
Yediğimiz canlıların hücre çeperlerinin,yağlarının ve hatıralarının farkında olarak tüketime ortak olmak.
Yemekten acelece kalkarak el parmaklarımızdan birinde kalan hayvan deoksiribo nükleik asitini görmezden gelip rahat nefes alıp vermek adil olmasa gerek.
izler bırakıyorduk geçtiğimiz yerlerde.Yere dökülen parçalarımız hatırlasınlar diye delil gibi görevler yapıyorlardı.
insanda bir canlıydı tıpkı bitkiler ve hayvanlar gibi özellikler gösteriyordu.
Birisi gelip insanı paramparça etmeden dişlerinin arasına alıp yiyebilirdi.
Yavru balıkların denizden ve havuzdan tutulmasında sorun yok ama insan çocukları yeryüzünün en güzel canlıları.
Sofradan kalktığınızda bir kez daha düşünün.Canlının canından besleniyorsunuz.
Kan emici vampirler daha henüz kanıtlanamadı ama insanlığın tarihi şarap icat olunduğundan bile eski.
Sanat uğruna yaşayanlar gelecek kaygısı duymayanlardır.
Kendilerini rüzgarın koynuna bırakmışlardır.
Üşümek yada yanılmak vazgeçirmez onları yollarından.
Mecburiyetler yüzünden niteliksiz gözüküp basit gözüken işler yaparlar.
Ama severler her uğraşılarını.
Hak yenmesin diye başkaldırırlar zorluklara.
Çok kazanmanın yollarını bulmak değildir yolları.
Çok paranın sırrını anlatsanız da emin olun sizi dinlemeyecek kafa yorduklarına takılıp anlattıklarınızdan hiç bir şey anlamayacaktır.
Varsın kaçsın fırsatlar.
Önemli olan hala zamanının gelmiyor oluşunun sebepleridir.
Reklama tanınmaya ve çok fazla arkadaşa gerek yok.
insan sadece üretimleriyle konuşur ve gerisi fasa fiso.
Bana salak diyenler önce kendi zekalarının röntgenini çektirsinler kaybettikleri insanlığın gölgesinde.
Sebep uğruna değilde neden üzerine bir şeyler yaparken sonuç bile umurumda değil.
Gel anlat bana hayatı şarap içip rahatıma baktığım kendi dünyamda.