türümüzün en geniş ailesinden, isimlerdenim ben. boyum çok değil üç harf uzunluğunda ama bakmayın öyle küçük göründüğüme, boyumdan büyük işler yaparım ben.
dünya kaç yıldır yaşıyorsa ben de o yaştayım. dört odacıklı küçük bir evde yaşarım. bazen evimi sever, ev sahibimin tüm huysuzluklarına katlanır, ev yıkılana dek orada yaşarım. bazen ise evim ne kadar şirin de olsa içime sinmez, hemen taşınırım oradan.
***
kendimi zor attım sokağa. amaçsızca yürümeye başladım.
sıkılmıştım artık şu insan denen yaratıkların beni hırpalamasından. her şeyin içini açıp, nasıl çalıştığını anlamaya çalışan, anlayamayıp kapatmaya çalışınca onu da başaramayıp elinde bir avuç vidayla kalakalan çocuklar var bu yaratık neslinin içinde. işte onları seviyorum bir tek. çünkü hem masumlar, yaptıkları işin amacını gizlemiyorlar, hem de bana karşı gaddar değiller. aslında bana karşı hiç bir tavırları yok. sanki varlığımdan haberleri yok gibi. zaten biraz büyüyüp, beni tanır tanımaz hepsine bir haller oluyor. küçük masum şeyleri sanki ben yoldan çıkarıyormuşum gibi hissediyorum.
öte yandan bu yaratıkların içinde bazıları var ki beni öve öve bitiremiyorlar. her bir harfime ayrı ayrı şiirler yazıp, bensiz yaşayamayacaklarını söylüyorlar. bir başka grup var ki beni övenlere bildikleri en ağır küfürleri savuruyorlar.
işte böyle, gördüğünüz gibi bu iki kol, iki bacaklı yaratıkları anlamak mümkün değil.
***
son zamanlarda zihmini sıkça meşgul eden bu düşüncelerden birden karşıma çıkan 'şaşırmak'ı görünce sıyrıldım. hep böyle yapardı zaten hiç beklemediğiniz bir anda karşınıza çıkar, ağzınınız açılıp kalmasına neden olurdu. korkutucu bir güzelliği vardı bu çocuğun. birbirimize ondan hiç hazzetmediğimizi anlatsak da içten içe hepimiz ondan hoşlanır ama itiraf etmekten de utanırdık.
işte yine aynı şey olmuştu, ona tam selam vereyim derken 'utanmak' bitivermişti yanı başımızda. onun gelişiyle de 'şaşırmak' bir anda ortadan kayboluverdi. "utanmak" ile aram çok iyidir. kimseyle bir türlü arkadaşlık kuramayan bu genç ve güzel kız beni pek sever. kol kola girip yürümeye başladık.
"ah aşk, sabahtan beri seni arıyorum. öylesine sıkıldım ki seninle konuşup içimi dökmem lazım." dedi. bunları duyunca öylesine sevindim ki.
"al benden de o kadar. sen başla bakalım neymiş seni bu kadar sıkan şey."
"ne olacak, kendilerini efendimiz sanan şu pis yaratıklar, insanlar." onun derdi de aynıydı işte. içten içe buna sevindim ama önünden geçmekte olduğumuz yıkık dökük evin penceresinden kafasını çıkarıp bana bakan 'pişmanlık'ı görür görmez kayboldu bu his.
"anlat hele kuzum, ne yaptı sana bu insancıklar?"
"anlamıyorum ki. eskiden çok severlerdi beni, çok değer verirlerdi. sahiplerim beni kaybetmemek için ellerinden geleni yaparlardı. beni evinden kovan, bana yüz çeviren insanları ise onlar da dışlardı. şimdi ise beni gören yolunu değiştiriyor, ev sahiplerim sanki benden nefret ediyor, evlerinden çıkmam için bana baskı yapıyorlar. ya çocuklara ne demeli? eskiden her çocuğun evine girer çıkardım, hepsinde bir odam vardı. şimdi çoğu konuşur konuşmaz beni defediyor içinden. büyükler de böyle çocukların ettiği edepsizliklere alkış tutup eğleniyorlar."
"ah kardeşim. seni çok iyi anlıyorum çünkü bana karşı tutumları da giderek kötüleşiyor. eskiden onlar için en değerli olan, evlerinin en güzel odalarında kalan ben, giderek değerimi yitiriyorum. eskiden bedenimi şarap kadehlerinin o ekşimsi şarhoşluğunda yıayan ben, şimdi meyhane köşelerinde can çekişiyorum. eskiden bülbülün ağzından dökülen nağmelerde can bulan ben, şimdi serserilerin en kirli silahı, işledikleri cinayetlerden sonra kaçıp sığındıkları bir harabe oldum."
"ah güzel aşk, sana bile artık böyle davranıyorlarsa bana yaptıkları az bile. ama senin yerinde olsam hiç yüz vermezdim o yaratıklara. beni evine alanı süründürür, aklını başına almasını sağlardım. senin bunları yapacak gücün var. oysa ben ne kadar aciz, ne kadar kırılganım bir baksana!"
"doğru diyorsun, güçlüyüm ve gerektiğinde bana acı çektirenlerden intikam almaktan çekinmem. ama benim istediğim bu değil ki. biliyorsun 'gurur' ve onun kuzeni 'intikam' ile aram hep kötü oldu benim. bu yaştan sonra da onlardan medet umacak değilim."
"peki ne yapmayı düşünüyorsun?" 'utanmak' hemen arkasına saklanıp gizlice onu dürten 'kıskanmak'ı ayağıyla iterek kovalamaya çalışıyordu bu sorusunu sorarken. arkadaşının hem dertleri daha ciddiydi, hem de kendisinden kat be kat güçlüydü. 'kıskanmak' da bu yüzden gelmiş olmalıydı.
"bilmiyorum ki ne yapacağımı. geçenler de 'özlemek' ile de konuştuk bunları. ona atalarıma yazılan şiir ve hikayelerden okudum. görsen öylesine büyük, saray gibi evlerde yaşıyorlarmış ki görsen şaşarsın. ve ev sahipleri de sanki insan değil melekmiş. onları asla üzmez, onlara hak ettikleri değeri fazlasıyla verirlermiş. tüm bunları duyunca 'özlemek' dayanamadı, yakın arkadaşı 'hüzün'ü de çağırdı yanımıza. sonra sarılıp ağladılar."
"bak ne diyeceğim sana" dedi 'utanmak' ve her zamanki o zarif haliyle devam etti "bizim eski bir aile dostumuz var. belki sen de tanıyorsundur, adı 'mantık'. insanların arasında çok dostu var düşmanı yok. çok aklı başında biridir. istersen bir gidip ona danışalım, insanlardaki bu değişimin sebebini soralım."
tam bu sırada arkalarından birinin koşarak geldiğini duydular. eski arkadaşları 'şüphe'ydi gelen. onu çok sevmeseler de bazen işe yaradığı olurdu. 'şüphe' soluk soluğa kalmıştı ama hiç dinlenmeyi bile beklemeden aşk'ın yanına gelip ne olursa olsun 'mantık'a gitmemesi gerektiğini, onun kendisine hiçbir şekilde yardım edemeyeceğini söyledi. tam lafını bitirmişti ki 'şaşkınlık' yine karşılarına çıkıverdi. ardından da kocaman cüssesiyle 'güven' çıkıp geldi ve 'şaşkınlık'ın ensesine bir şaplak attı. 'aşk' kafası iyice karışmıştı ama şu 'şüphe' denen çocuğun söylediklerinin doğru olduğunu hissediyordu. atalarının da şiirlerinde 'mantık'tan sık sık kötü şekilde bahsettiklerini hatırladı.
"yine daldın gittin." dedi 'utanmak'. bu kızın iyi niyetli olduğundan emindi, onu seviyordu ama çok vakit geçirmeye de gelmiyordu hani. uğraması gereken bir şiir kitabı olduğunu söyleyip ayrıldı yanından.
***
Açınca baharın dişi gülleri
Bir başka rüzgar eser bahçelerde
Dinle çılgınca öten bülbülleri
Sorma niçin düştüğünü bu derde
De ki: -Aşktır şadeden gönülleri
Perişan, berbat eden gönülleri
Aşk söyletir en yanık türküleri
Ay buluta girdiği gecelerde*