izledikten sonra hayata bakış açımı tamamen değiştiren film. aldığım her karar yaşadığım her olayın bir sonrakini hatta hayatımı nasıl etkileyeceğini düşünüyorum. bende paranoyaklık başlatan film.
Naparsanız yapın,filmin sonucu bir şekilde boka sarıyor. Yani herkes aynı anda mutlu olamaz izlenimi veren mükemmel bir filmmiş. Bu kadar geç kalmamalıydım izlemek için.
Anlayamadigim bir film hayır çocuk küçüklüğünde çok ezilmiş onu anladım kopeginide yaktılar. Gençliğinde bu etki tekerrür mü ediyor. Anlamadım yarıda kapatmıştım filmi.
Muhteşem bir film.
Cocuklugumun agzi acik izlediğim filmlerinden.tabi o zamanar sizofreniyi bilmedigim icin sahne gecisleri bana cok fantastik gelirdi. Çocuğun ruh hali, o hasta ruhlu baba ve çocuk ayri bir dunyadaydilar sanki.
...
Senin için geri döneceğim.
Kelebek etkisi yaygın tanımıyla, bir sistemin başlangıç verilerindeki ufak değişikliklerin büyük ve öngörülmez sonuçlar doğurabilmesidir.
(bkz: Edward N. Lorenz)’in bilgisayarında hava durumuyla ilgili hesaplamalar yaparken yaklaşık 1/1000 değerindeki küçük bir değişikliğin oldukça farklı sonuçlar yarattığını farketmesiyle ortaya çıkan bir teoridir.
Bir sistemdeki kelebeğin kanat çırpması gibi küçük bir etkinin, başka bir sistemi alt üst edecek kadar büyük bir sonuç doğurabilmesi oldukça enteresan.
“Amazon ormanlarında bir kelebeğin kanat çırpması, Amerika’da fırtına çıkmasına neden olabilir.”
bu teoriden hareketle “Parça, bütünün habercisidir ve parçadaki her değişiklik bütünü etkiler.” anlayışı oluşmuştur.
Görünen o ki Böyle bir etki var. Fakat tek yönlü değil. Hayır ve şerr olarak. Önemli olan hayra vesile olabilmek.
--spoiler--
Bir başka olumlu örneği, Hac veya umreye giden kardeşlerimiz ve akrabalarımızdan duymuşuzdur; “Ufak tefekler, çok terbiyeli çok efendiler, çok iyi Müslümanlar”. Gıpta ile bahsedilen övgü ile anlatılan kimseler Endonezya Müslümanları. Peki, ne olmuştu da Endonezya’da islamiyet bu kadar güzel yaşanır, uygulanır olmuştur ve diğer Milletler nezdinde de takdir almıştır.
Endonezya Nasıl Müslüman Oldu?
Kendi halinde bir tüccardı. Bir gün kumaşları gemiye yükledi. Endonezya’ya gitti, oraya yerleşti. işini orada devam ettirdi. Kumaşları kaliteliydi. Tam da halkın aradığı cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandı. Kazancı az olsun, temiz olsun düşüncesindeydi. Bir gün işe geç geldi. Eleman iyi bir kâr elde etmişti sattığı mallardan.
Merak etti, sordu: Hangi kumaştan sattın?
Şu kumaştan efendim.
Metresini kaça verdin?
On akçeye.
Nasıl olur?” diye hayret etti, Beş akçelik kumaşı on akçeye nasıl satarsın? Bize hakkı geçmiş adamcağızın. Görsen tanır mısın onu? Eleman gitti, müşteriyi buldu, getirdi.
Dükkân sahibi müşteriyi karşısında görür görmez, helâllik istedi ve fazla parayı müşteriye uzattı. Müşteri şaşırmıştı. Böyle bir durumla ilk defa karşılaşıyordu.
Ne demekti hakkını helâl et?
Olay kısa sürede dilden dile dolaştı. Çok geçmeden kralın kulağına kadar vardı. Sonunda kral kumaş tüccarını saraya çağırdı.
Kral sordu: Sizin yaptığınız bu davranışı daha önce biz ne duyduk, ne de gördük. Bunun aslı nedir?
Ben, dedi tüccar, bir Müslüman’ım. islâm dini böyle emreder. Müşterinin bana hakkı geçmişti. Dolayısıyla kazancıma haram girmişti. Ben sadece bir yanlışı düzelttim.
Kral, “islâm nedir, Müslümanlık nedir?” gibi peş peşe sorular sordu. Birer birer sorularını cevapladı.
Kral ilk defa duyuyordu böyle bir dinin varlığını. Fazla zaman geçirmeden islâm’ı kabul etti. Daha sonra kısa süre içinde de halk Müslüman oldu.
250 milyonluk nüfusa sahip olan bugünkü Endonezya’nın Müslümanlığı kabul etmesindeki sır sadece beş akçelik kumaştı. Yapılan tek şey vardı sadece: inandığı gibi yaşamak, sahip olduğu güzellikleri çevresiyle paylaşmaktı. Efendimizin müjdesi herkese açık: “Doğru ve güvenilir tüccar, kıyamet gününde peygamberler, sıddıklar (doğrular) ve şehitlerle beraberdir.” Yani, asıl etkili olan söz dili değil, hal diliydi. Konuşmaktan çok yaşamaktı. Anlatmaktan ziyade davranış dilinin devreye girmesiydi. (Kaynak: Mehmet Paksu, iman Hayata Geçince.)
Endonezya’daki Müslüman tüccar Endonezya Müslüman olsun amacı ile bu hareketi yapmadı. Müslüman’ın yapması gerekeni yaptı. Netice hayırlı oldu.
Müslüman’a yakışan dürüst, adil, sözüne güvenilir, emin bir Müslüman olursak hayırlı neticeleri Mevla’m bizlere nasip edecektir.
Bizlerde kendi çapımızda bir kelebek etkisi oluşturabiliriz.
Belki Amerika’yı Müslüman yapamayız veya Obama’yı, Hz. Ömer yapamayız. Bizler Müslüman’a yakışır tavır sergilediğimizde adil Ömerler çıkacaktır. Endonezya gibi ülkeler yâda topluluklar Müslüman olacaktır.
Olmuyorsa da bizler gücümüzün yetmediğinden sorumlu tutulmayacağız. Gücümüzün yettiğinden sorumlu tutulacağız. Yani işyerimizde, bulunduğumuz ortamlarda islami bir tavır sergiliyor muyuz? işverensek islami bir tavır sergiliyor muyuz, çalışanımızın hakkını veriyor muyuz? Çalışan isek işverenin malını koruyup, hakkıyla işverenin malını koruyor muyuz?
Bizler Bu tür davranışlar sergilediğimizde kendi çapımızda iş arkadaşımızın, komşumuzun, akrabamızın hidayetine vesile olabiliriz.
Peygamber efendimiz (sav) Hz. Ali’yi Hayber Gazvesine gönderirken şu hadisi zikretmiştir:
“Ya Ali senin vesilenle bir kişinin hidayete ermesi üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlıdır.” ( Buhari sahih, cihad 4.58 _Müslim sahih fedailül ashab 2406.)