karacaoğlan

entry110 galeri9 video1
    110.
  1. --spoiler--
    Akılları yoktur küfre uyarlar
    imanları yoktur cana kıyarlar
    Başlarına siyah şapka giyerler
    Beğleri var bizim beğe benzemez
    .....
    Karac’oğlan eydür dosta darılmaz
    Hasta oldum hatırcığım sorulmaz
    Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz
    illeri var bizim il'e benzemez.
    --spoiler--

    https://youtu.be/my7GwJ99I6k?si=NdOiJHI71nqV6YiV
    1 ...
  2. 108.
  3. "Nazik miyanından, ince belinden
    Sarmasam incinir, sarsam incinir." Dizelerini kendisine ait bilirdim, meğer erzurumlu emraha aitmiş.
    Sevgilinin narinliğini, zarafetini anlatan bu mısralardaki incelik, anlam derinliği çok hoşuma gitmişti.
    1 ...
  4. 107.
  5. Fantazi dünyası rengarenk mübareğin.
    0 ...
  6. 106.
  7. çeşme başlarında gelin tavlayan çapkın ozanımız- gururumuz !
    1 ...
  8. 105.
  9. Seni bir kez saran ölmez dediler
    Gerçek mi, sormaya geldim.
    1 ...
  10. 104.
  11. 103.
  12. Dadaloğlu ile birlikte Kozanoğullarına mensuptur.
    anadolu türk Halk edebiyatının Dadaloğlu ile birlikte iki önemli isminden biridir.
    2 ...
  13. 102.
  14. 101.
  15. Eğer kültürümüzün en önemli öğesi türküler ise; Karacaoğlan bu konuda nirvanadır. Pir Sultan Abdal ve çok daha fazla sayabileceğimiz isimlerle birlikte tabiki.
    0 ...
  16. 100.
  17. aynı yunus emre gibi anadolu halkının bağrına basıp sahiplendiği halk ozanıdır. anadolu' nun bir sürü yerinde kendisinin olduğu iddia edilen mezarlar vardır. mersin' de, cennet cehennem mağaralarında vefat ettiği rivayet edilir.
    2 ...
  18. 99.
  19. en sevdiğim dörtlüğündeki pir sultan abdal etkilenmesini geçenlerde fark ettiğim şair. kesinlikle intihalden bahsetmiyorum zaten halk şiiri geleneğinde böyle yakın şiirler yazılır. karacaoğlan'ın etkilendiği kadar etkilediği şair de çoktur.
    ama şu iki dörtlüğü yine de yazayım bunlar biraz aynı gibi:

    "pir sultan abdalım derdim överler
    ağu oldu emdiceğim şekerler
    güzel sevdim deyü adım çekerler
    benim pirden gayrı sevdiğim mi var"

    "karac'oğlan der ki ismim överler
    ağu oldu yediğimiz şekerler
    güzel sever diye isnat ederler
    benim haktan özge sevdiğim mi var"

    daha pek çok şiirde karacaoğlan ve pir sultan abdal arasında bir alışveriş görülüyor. bu alışverişin alıcısı kuşkusuz karacaoğlandır. "pir" kelimesini "hak" olarak değiştirmesi de aralarındaki alevi sünni farkını gösteriyor. bunun yanında karacaoğlan'ın alevi geleneklerini yansıtan şiirlerinin de olması pir sultan abdal'dan bu kadar etkilenmişken hiç şaşırtıcı değil. katı bir din adamına yazılmış şiirin son iki dörtlüğü aşağıda. galiba bir kadı. katı kadı.

    "evveli ademde sonradır ali
    kılıçtan keskindir islamın yolu
    on'ki selvi üç yüz altmıştır dalı
    bucağında biten iki gül nedir

    karac'oğlan der bu bize ardır
    deryanın yüzünde bir balık vardır
    balığın karnında üç kutu vardır
    ikisin bilirik birisin nedir"

    bu son dörtlüğü hiç anlamadım. aleviliği bilmediğim içindir belki anlayan varsa bana da bildirebilirse mutlu olurum.
    0 ...
  20. 98.
  21. aynı yunus emre gibi anadolu' nun bağrına basıp sahiplendiği değerli halk ozanı. yunus emre'nin de karacaoğlan'ın da bir sürü ilimizde mezarının bulunduğu söylenir hatta bu iller gerçek mezarın kendi toprakları içinde olduğunu ısrarla iddia eder.
    0 ...
  22. 97.
  23. Harâmî var diye korku verirler
    Benim ipek yüklü kervanım mı var..
    1 ...
  24. 95.
  25. "Kozan dağından neslimiz,
    Arı (saf) Türkmendir aslımız,
    Varsaktır durak yerimiz,
    Gurbet elde yar eyler bizi!"

    sözlerinin emanetçisi olarak, aynı sözleri bugün kozanoğulları'nın torunları olarak yaşatmaktayız.
    Aynı ruh, aynı karakter, aynı aşk ile..

    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2145357/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2145358/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2145359/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2145360/+
    https://galeri.uludagsozluk.com/r/2145361/+
    0 ...
  26. 94.
  27. yok yok öyle dememiştir. dese hece ölçülü derdi.
    0 ...
  28. 93.
  29. Demiş ki Rahmetli: "ben en güzel aşk şiirlerini türkülerini yazdım benden sonra yazacak olan anasının kızlığını yazar ancak."
    1 ...
  30. 92.
  31. Bir hikayem var, Karacaoğlan anısına. Bunca cümleyi hak eden ulu, yüce gönüllü aşığa selam olsun!

    Rivayet odur ki vaktin birinde obalar Çukurova’ya indiğinde, sonbaharda yapılan, başka hiçbir mevsimde yapılmayan meşhur Türkmen düğünlerine rastladığı zamanda; bir gece vakti düğüne saz vurup, türkü söylemesi için davetli olur, zira o âşıktır. Âşıklar; o zamanlarda beylerden, padişahlardan daha kıymetli ve önemlidir, çokça hürmet görür.
    Karaca’ya da o gece obadan ve Elif’ten ayrılmak ölüm gibi gelir, gitmek istemez ama aşıkların töresidir çağrılan düğünlere gitmek. Çağrılıp da bir düğüne gitmezse, o düğün sahibi bunu kendine yapılmış en büyük hakaret sayardı. Karacaoğlan istemeye istemeye düğüne varır. Alınır hemen baş köşeye, neşeli türkülerini çığırmaya başlar. Gece ilerledikçe içine de sıkıntı oturur, içi içini yemeye başlar.

    O esnada obalarında, Elif’i çadırından çıkarken, oba beyinin yeğeni Halil aylardır peşinde olduğu Elif’e yalvar yakar yalvarır, baktı böyle olmuyor en sonunda senden bir şartla soğurum o da şudur “ bir gece varır senin yanında, sana dokunmadan yatarım. Sana yemin ederim ki elimi bile sürmem. Allah’a yemin ederim ki sürmem. Yeter ki yatakta bana senin kokun gelsin. O zaman senden soğur, vazgeçerim. Yoksa ölsem vazgeçemem. Benim elimde değil ki... Yüreğim vazgeçmez, yüreğimi kandıralım böylece, olur mu?”
    Elif olmaz, yapma etme der. Sonrasında bakar dediklerinden fayda olmuyor, bu beladan kurtulmak için düşünür. Bana ne yapabilir, ileri giderse bağırırım, gitmezse varsın köpek gibi yatsın. Uyusun, sabahleyin de defolup gitsin, der ve ondan dokunmayacağına dair yemin ister.

    Geceleyin yatağa girerler, Elif yatağında dört yana dönmekten, düşünmekten harap olur, acaba kötü mü yapıyordu, acaba karaca’ya Bunu söylemeli miydi? Çok çok kötü, elaleme rüsva olmak ya? Sıcak, sımsıcak terleri boncuk boncuk döküyordu. Bağırsa mı? Bağırmasa da kötü, Karaca’nın yatağına bir yabancı alıyordu. Soluk soluğa, saniyeler yüz yıllar sürüyordu.
    Sonra oba beyinin yeğeni Halil arkasını döndü, Elif de rahat bir soluk aldı. Demek ki Halil’in dedikleri doğruydu. Artık ondan soğuyacaktı.

    Bu sırada Karacaoğlan, Ceritlerin düğününde saz çalıp, en güzel türkülerden birini söylüyordu. Sazının üstüne yumulmuş, kederli, gamlı söylüyordu. Akşamdan beri pek neşeli türkü söylememişti. Düğün mü diyorlardı dinleyenler, yas yeri mi? Ama gene de candan dinliyorlardı. Düğünü unutmuşlar, Karacaoğlan’ın dünyasına koyulup gitmişlerdi.
    Türkünün sonunda, bitirmiş bitirmemişti ki birden sazının teli koptu, çalmayı bırakıp dondu kaldı, ilkin ne yapacağını şaşırdı. Sonra ayağa kalkıp ağır ağır, yürüdü. Rüzgar gibi yola düştü.
    Düğündekiler “ne oldu bu adama” dediler. “Hiç keyfi yoktu, dertliydi. Neden gitti ola?”
    Bir yaşlı: “aşıkların bir Meclis’te sazlarının telinin kırılması uğursuzluktur. Bir hal vardır başında... Bir kötülük, Karacaoğlan da onun için gitti” dedi.
    Kalabalık sustu.
    işte rivayet ederler ki; Karacaoğlan’ın sazının teli kopunca, Karacaoğlan’ın da içinde ta derinden bir tel kopar. Ve Karacaoğlan, düğünden ayrılınca bu bir günlük yolu göz açıp kapayıncaya kadar geçer...

    Karacaoğlan, çadırına geldiği zaman ala şafak atıyordu. Çadıra girdi, girdi ki ne görsün! Dünya başına fır döndü. Bir an durdu, düşündü. Karacaoğlan adam öldüremezdi ki... “En sonunda olacağı buydu” dedi kendi kendine. “bey kızları bey oğullarınındır”. Bu sırada Elif uyumamıştı, ala şafağın ışıkları yüzündeydi. Halil uyuyordu. Elif, Karacaoğlan’ı görünce tepesinden kızgın sular dökülmüşe döndü, gözlerini kapadı. Karacaoğlan ne yapacaktı, bekliyordu. Karaca hiçbir şey yapmadı. Yalnızca abasını sırtından çıkardı, usulca üstlerine örttü. Döndü yürüdü. Yel gibi düştü yollara, içinin ateşini yele vermişti. Serinlikten imdat umuyordu.

    Elif, üstlerinde abayı görünce işi anladı. Karacaoğlan gidiyordu, bir daha gelmemek üzere gidiyordu. Kalktı, ardına düştü ama Karacaoğlan çok uzaklaşmıştı, yetişemedi. Soluk soluğa kaldı. Ardından bağırdı “Karaca! Karaca!” Koşuyor, soluğu tükeniyor, yere yuvarlanıyor, kalkıyor ve “Karaca!” diye bağırıyordu. Karaca gözden kayboldu, yitti gitti. Elif de düştüğü yerden kalkamadı. Doğan Güneş onu öylece bitmiş, kahrolmuş, yolun tozları içinde toza bulanmış ve yatar buldu. Elif az sonra azıcık kendine geldi. Bir türkü dönüyordu kafasında; renkli, aydınlık, güneşli, mutlu günlerinin aşk türküsü... Dünya türküye kesmişti. Türkü, güneş, yeşil, mavi, dört bir yanında çağlıyordu. Eski aşk günleri çağlıyordu...

    Gün kuşluk olunca Elif ayağa kalktı, karacaoğlan’ın başını alıp gittiği uzun, uçsuz bucaksız yola gözlerini dikti. Öğle oluncaya kadar orada öyle taş kesilmiş, dikili kaldı. Taş kesildi. Yalnız, kimsesiz yol, bomboş uzayıp gidiyordu. Sonra kımıldadı, ayaklarını sürüyerek obaya döndü. Deli Hüseyin’in karısı her sabah Elif’i çadırında yoklardı. Bugün de yoklamış kimseyi bulamamış. Hüseyin’e haber vermiş; Hüseyin, Elif’i aramış taramış bulamamış deliye dönmüştü. Bey evde yoktu. Beyin hanımının kulağına kadar gitti iş. Beyin hanımı şaşırdı. Derken elif ikindiüstü geldi ovaya. Çadırına gitti, kendini yatağına dar attı. Kendinden geçti, Hüseyin başucunda dört dönüyordu. Beyin hatunu başında dört dönüyordu. Yüzüne su döküp ayılttılar, hatun Elif’e sebebi sordu. Önce, yine anlatmak istemedi Elif. Hatun herkesi içerden çıkardı. Onunla başbaşa kaldı. Elif sonra Hatun’un ısrarına dayanamadı. Olanı biteni başından sonuna kadar bir bir anlattı. hatun Yıldırımla vurulmuşa döndü. Bir misafire, bir hak aşığına, bir sığıntıya bu yapılır mıydı kan tepesine sıçradı. O hızla Halil’i aramaya başladı. eve vardı. Eline çamaşır tokacını aldı, pınarın başında Halil’i gördü. Halil onu görünce yılışık yılışık gülümsemeye başladı. Hatun hışım gibiydi. Halil’in yanına yaklaştı, ona hiçbir şey demeden, sormadan tokacı tam başına yapıştırdı. Gözü dönmüştü vurdukça vuruyordu. Kendine geldiğinde Halil yere yıkılmış can çekişiyordu. Onu böyle gördü, başında durdu baktı. Halil son soluğunu da verdi.
    Kızgınlıkla “ iyi ettim, iyi oldu bey bana ne yaparsa yapsın isterse öldürsün, isterse kovsun”

    Bey yakındaki bir obadaydı, Halil’in ölüm haberi Bey’e gitti, Bey atına atladı. Hatun onu yolda karşıladı. Bey, Hatun’un yüzüne bakmadı bile, doğru çadıra gitti. Hatun hışımla ardından gitti. “ister kov, ister öldür dedi. Meseleyi anlatmaya başladı. bey Halil’in yaptıklarını duydukça çileden çıktı. Meseleyi bütün oba biliyordu. Onlar da anlattılar. Bey iyice dinledikten sonra “Gidin” dedi. “Gidin de leşini köpeklere atın onun, böyle bir adamın ölüsünü toprak kabul etmez”
    Bu olaydan sonra kız iyice yıpranmış yataklara düşmüştü ve bey onu teselli etti. Deli Hüseyin’i çağırttı, adamlarını çağırttı. “Gidin” dedi “Karacaoğlan kuşun kanadının altındaysa da bulun... Bulun, bulmadan gelmeyin.”

    Karaca yürüyordu. bir dağa geldi, bir mağaranın önündeki bir taşın üstüne oturdu. Dertlenmişti, içi kan ağlıyordu söylemese ölecekti. Sazını çekti, çalmasa kahrından buracıkta çatlayacaktı. uzun uzun bir inilti, bir uğultu halinde söyledi

    Yıllar yıllar geçti, Karacaoğlan’dan bir haber çıkmadı. Bir haber geliyor, Antep ilinde saz çalıyor, bir haber geliyor, Erzurum yaylasında Akkoyunluların içinde. Bir haber geliyor, Arabistan’a geçmiş, Hama’da saz çalarken görünmüş. bey nereden bir haber, bir karacaoğlan lafı duyarsa oraya bir atlı uçuruyordu. Her giden atlı eli boş dönüyordu. ama karacaoğlan nerede olursa olsun, yeni yeni türküleri dillerde dolaşıyordu. Obalar tüm karacaoğlan türküleri söylüyorlardı. karacaoğlan havaları bütün eski türküleri unutturmuştu.
    Bey, Elif’e geliyor “buldurmadan ölürsem karacaoğlan’ı gözüm açık gider diyordu” bulduramadan öldü. bey ölünce elif babasının evine gitmedi. Babasının yüzünü bir daha görmedi. Bey ölünce obası dağıldı. çocuğu yoktu. Elif kaldı tek başına, arada sırada ona Hüseyin’in çocukları geliyordu...

    Elif, çadırlarının yerine bir toprak dam yaptırdı. Karacaoğlanla burada yatıp kalkmıştı, burada sevişmişlerdi. buradan ayrılmadı. Mıstık Ağa geldi o da Elif’in damının yanına bir dam yaptırdı. Devir dönmüş, dünya değişmiş töreler kalkıyordu yavaş yavaş. Aşiretler kışlıklarını yurt tutuyorlardı. Mıstık Ağa o kadar yaşlanmıştı ki gözü görmüyordu. Ama, bu haliyle gene işi bırakmıyordu Tahtalar işliyor, defter kakıyordu... belki daha da güzel oluyordu. bu evlerin yanına başka evler de yapıldı. Küçücük bir köy oldu burası. Elif’in saçları ağırmış süt beyaz olmuştu. Zaten, Karacaoğlan kaybolduktan sonra iki yıl sonra saçları ağarmıştı...

    Elif, obasına her gelene, her gidene Karacaoğlan’ı ölene dek sorar oldu. “Gittiğin yerlerde hiç onu görmedin mi? Görürsen de ki, Elif’in eli ayağı tutmaz olmuş. Bir ayağı çukurda de, Bugün değilse de yarın de. Dünya gözüyle onu bir kere göreyim, dedi de. Başka bir şey söyleme. inadın sırası geçti diyor de… Gelsin diyor de. Kullar olayım....

    En son bir zaman bir çerçiye rastladı. Çerçiye aynı ahvalini anlattı. Çerçi iyi adamdı, halden anlardı. işini gücünü bıraktı Karacaoğlan’ı aramaya çıktı. Günlerce gitti, sordu soruşturdu en sonunda onu, bir derimevinde saz çalarken buldu. O kadar çok insan birikmişti ki başına, kıyamet...

    Çerçi kalabalığı yardı, Karacaoğlan’ın yanına vardı, türküsünü yarıda kesti. kalabalık buna kızdı, Elif’in dediklerini ona bir bir anlattı.
    Çabuk ol” dedi.” Ya yetişirsin ya yetişemezsin”
    Karacaoğlan’ın sazı elinden düşüverdi... yaşlanmış, çökmüştü. Beli bükülmüştü. sakalları bembeyazdı, kirpikleri gür, bembeyazdı. sendeleyerek ayağa kalktı “beni götür kardaş” dedi ağlıyordu...
    kalabalık kımıldamadı...
    Çerçi onu atına bindirdi. Karacaoğlan bir an önce yetişmek için can atıyordu fakat öndeki yaşlı çerçi ancak bu kadar yürüyebiliyordu. Yolculukları bir ay kadar sürdü, düşe kalka...
    uzun sözün kısası bir ay sonra, Elif‘in köyüne geldiler. geldiklerini duyunca bütün köy başlarına birikmişti. Karacaoğlan kalabalığın içinde Elif’i aradı, hemen tanıyacağından emindi. Araştırdı araştırdı bulamadı.
    Bir ikindi üstüydü. kalabalık susmuş, konuşmuyordu. Çıt çıkmıyordu...
    Karacaoğlan attan indi, düşer gibi iki delikanlı koluna girdi.
    Durdu: “nerede” diye sordu “evinde mi?”
    kalabalık donmuştu. Çıt çıkmıyordu. Öyle bir sessizlik Çöktü ki ortaya, arının kanadının sesi duyulur.
    “Nerede” diye tekrar sordu. sesinden akıbeti anladığı belliydi.
    “Yoksa yetişemedim mi?”
    Bir yaşlı, mezarlığı gösterdi. “işte orada” sonra elinden tuttu, Karacaoğlan’ı mezara götürdü “işte bu” dedi. Mezar tazeydi, mezarın başucuna bir dut fidanı dikmişlerdi.
    Hiçbir şey söylemedi mezarın yanına çöktü, sazını çekti” Nefesim Nefesine” türküsünü söylemeye başladı.

    “Yatar gül harmanı gibi
    Canımın dermanı gibi
    Her yanında çiçek açmış
    Binboğa Ormanı gibi

    Nesine Yar Nesine
    Ölürüm ben Sesine
    Bir daha vursa idi
    Nefesim nefesine

    Canım sese mi geldin
    Kadem basa mı geldin
    Sağ olsam gelmez idin,
    Öldüm yasa mı geldin

    Nesine Yar Nesine
    Ölürüm ben Sesine
    Bir daha vursa idi
    Nefesim nefesine

    Saçın Yüzüme perde
    Yüreğim düştü derde
    Ayak üstü duramam
    Seni gördüğüm yerde

    Nesine Yar Nesine
    Ölürüm ben Sesine
    Bir daha vursa idi
    Nefesim nefesine“

    Sonra bitmiş, ölümden beter sallanarak ayağa kalktı. sazını o dut fidanına astı.
    başında bekleyen adama: “bu saz burada kıyamete kadar kalacak” dedi, oradan ayrıldı. Adam, Karacaoğlan’ın ne demek istediğini anlamıştı.

    Aradan yıllar geçti, o saz orada asılı kaldı. Rüzgârla öttü. Saz eskidi, çürüdü. yenisini taktılar. Dut yıkıldı, yeni bir dut fidanı dikip sazı astılar. O gün bugündür, saz dut ağacında yelle öter durur...

    https://youtu.be/HI-eylzqjJk
    10 ...
  32. 91.
  33. bir dönemler yaşamış unlü şair aşık sanatçısı ve saz üstadı.
    0 ...
  34. 90.
  35. “kozan dağından neslimiz,
    arı türkmen’dir aslımız,
    varsak’tır durak yerimiz..”
    0 ...
  36. 89.
  37. Gelmiş geçmiş en iyi şair, ne şiirleri var, ne hakikatli adammış ama...
    Bazı dörtlükler paylaşayım:
    1.
    Gök yüzünde meleklerin pirisin
    Yer yüzünde arıların balısın
    Yeni açmış has bahçenin gülüsün
    Kömür gözlüm kıymatını bilene

    2.
    Yaz baharın suyu gibi bulandım
    Heybe takdım, kapı kapı dilendim
    Yedi iklim dört köşeyi dolandım
    Vallahi görmedim eşin, sürmeli

    3.
    Senin âşıkların gülmez dediler
    Ağlayıp yaşını silmez dediler
    Seni bir kez saran ölmez dediler
    Gerçek mi efendim, sormaya geldim

    4.
    Şu aşkın ataşı sönmüyor serde
    Ah çeker ağlarım gezdiğim yerde
    Ben burda kalmışım, dost gurbet ilde
    Beni ilden ile atar ayrılık

    5.
    Ela gözlerini sevdiğim dilber
    Mevlam güzelliği hep sana vermiş
    Seni gören başkasını dener mi

    6.
    Binbir çiçekten rengin almışsın
    Döndürmüşsün rengin güle, sevdiğim

    7.
    Ağlamışsın göz yaşını sileyim
    Söyle derdin neyse ben de bileyim
    eğer yalnızsan yoldaş olayım

    8.
    Yârı görse idim haftada, ayda
    Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda
    Azrail göğsümde, canım hay hayda
    Ciğerimin başı yaralandı, gel
    9 ...
  38. 88.
  39. “Kozan Dağından neslimiz,
    Arı Türkmen’dir aslımız,
    Varsak’tır durak yerimiz..”
    1 ...
  40. 87.
  41. Karacaoğlan'ın gönlünden dökülen bir dörtlüğünü yazacağım. Onun üstüne de zaten konuşmak olmaz.

    Karac'oğlan der ki ismim överler
    Ağu oldu yediğimiz şekerler
    Güzel sever deyi isnat ederler
    Benim Hakk'tan özge sevdiğim mi var?
    1 ...
  42. 86.
  43. Koyun meler kuzu meler
    Sular hendeğine dolar
    Ağlayanlar bir gün güler
    Gamlanma gönül gamlanma

    Yiğit yiğide yad olmaz
    Eyilenler ham süt olmaz
    Bin kaygu bir borç ödemez
    Gamlanma gönül gamlanma

    Yiğit yiğidin yoldaşı
    At yiğidin öz kardaşı
    Sağlıktır her işin başı
    Gamlanma gönül gamlanma

    Yiğit yiğide yar olur
    Kötülerde ham süt olur
    Kara gün ömrü az olur
    Gamlanma gönül gamlanma

    Naçar Karacaoğlan naçar
    Pençe vurup göğsün açar
    Kara gündür gelir geçer
    Gamlanma gönül gamlanma.
    0 ...
  44. 85.
  45. ''Gel denmeyen yere varılamaz..''
    0 ...
  46. 84.
  47. 17.ci yy da yaşamış halk ozanıdır. şiirlerini hece ölçüsüyle yazmıştır ve tekke edebiyatından uzak kalmıştır.
    1 ...
© 2025 uludağ sözlük