bugün

kafiyenin peşinde sürüklenmek.

yazı ister şiir olsun, ister düz yazı, sözlük maddesi, kanunların ruhu; bir şey anlatır, duygu, tasvir, karmaşık olguların malzemesinden gökdelenler, manaya koşudur. hitap ettiğinde etki bırakıyorsa ne ala, yoksa pür telaş kelimeler, rüzgarsız, alıp başını giden.
aman kafiyeye denk gelsin yeter, sakız manisi, belki ondan beter. ya da öyle bağlamsız cümleler ki, okuyanı şaşırtır, keramet var sandırır.
çaba sırıtır, kalemin meyli varsa kayar varakta, mesela. hayır ille kafiye, selami çeşmede bakkaliye, yaratıcılık burada icat kisvelidir. yazar oturur, binlercesini türetir benzeri, ama nafiledir. cümle daha bitmeden bayatlar, okuru sıkar, üstelik bayar mesela.
yazar, özgürdür; düşüncesinde, üslubunda. aslında düşünce yoksa aktaracağı, üslubu da kuraktır. zorlar, tırmalar.
syrano de bergrac serenad, dediğimizde elbet kafiye var, ama andığımız yazarın üslup tasviri de var.
düz yazıda, yokuş yukarı nefeslenmedir kafiye. denk gelmedir, spontan, üslubun ruhu diyebiliriz buna.
şiir bambaşkadır, yakıcı, kül edici metafor. lezzetine vakıf olmak için, belki onlarca kez okunmalıdır. şairin hülyası o denli derin, sirayet bazen zor, hatta imkansaız belki.
düz yazıda ana malcılığı anlatıyorsun mesela, üretim araçlarının özel mülkiyetine karşın üretimin nesnelliğinin tasvirinde ihtiyaç duyulmaz, derin metafora, her zaman.
velhasıl üslup hadise değildir, önemli olan anlatılmak istenen, kafiye şeker tadı.