Ebû Leheb’in elleri kurusun! Kurudu zaten.
Ona ne malı fayda verdi ne de kazandığı başka şeyler.
O, alev alev yanan ateşe atılacak!
Dedikodu yapıp söz taşıyan karısı da.
Boynunda da ipten bükülmüş bir halat bulunacak.
işte buradaki ebu leheb bir kafirdir.
karısı ile birlikte cezalandırılacağından bahsedilir. çünkü islamın ilk yıllarında müslümanlara "ne istedilerse vermemiş"tir.
ne ilginçtir ki ebu leheb için söylenenlerin aynısı milattan önce 2500 yılında birisi daha için söylenmiş.
kendisi şu an kahire müzesinde cg34 numarasıyla kayıtlı. https://galeri.uludagsozluk.com/r/2036881/+
yani, dedikodu yapıp söz taşıyan ebu leheb'in karısı...
kaaper'in mezarı sakkara yakınlarındaki nekropolde keşfedilmiştir.
kaaper yahut "ateşin babası" yani "kaa-fer" olarak bilinen bu abi mö 2500 civarında 4. hanedan sonu, 5. hanedan başı arasında yaşayan mısırlı yazar ve rahiptir. kendisi aynı zamanda kralın topraklarını kaydeder, krala ait meralarda kimlerin hayvan otlatacağından, kimlerin hangi su kaynaklarını kullanacağından bu abi sorumludur.
kaaper'in bu yüzden dolayı bir diğer adı da Sheikh el-Beled'tir.
kaaper'in mezarında şunlar yazıyor;
"Bu mezarı inşa ettim, tanrının önünde haklıyım. Bu mezarı kendi mülkümden inşa ettim… Hiç kimseye karşı yanlış bir şey söylemedim, kimseden hiçbir şey çalmadım… Bu mezarı rahatsız etmek isteyenler, (son) kararın efendisi Büyük Tanrı tarafından değerlendirilecek; kralın yetkilisi Kaaper. ”
kaaper, vazifesi gereği kralın meralarında bedavadan hayvan otlatmak isteyen israiloğullarına müsade etmemiş, onları krala bildirmiştir, kral da bölgeye bir ordu göndermiş ve istilacıların topraklarından faydalanmasına müsade etmemiştir.
yani kaaper'de görevi gereği, bulunduğu pozisyon gereği birilerine "ne istedilerse vermemiş"tir.
bundan sebeptir ki israiloğulları da kaaper'i ve karısını lanetlemiş, onlara beddualar etmiştir...
işte islam'daki "kafir" sözünün kaynağı işte bu kaaper abimizdir.
ne hikmetse, ortadoğuluların aynı alışkanlığı bugün de devam ediyor.
işine gelmeyene, bilgisi yetmeyene hemen "kafir" diyorlar.
şimdi bu entryi de götlerinden anlayıp bana da "kafir" derler...
Küfür, lügatte nimeti örtmek manasına gelir. Kâfire, nimeti inkâr ettiği ve onu örttüğü için "kâfir" denilmiştir. Tohumu toprağa gömene ve geceye kâfir denilmesi de bu kabildendir. "Ziraatçıların da hoşuna giden bitkisi gibi"[248] mealindeki âyette de kelimesi bu manada kullanılmıştır. Gece de, karanlığı ile herşeyi örttüğü için "kâfir" diye isimlendirilmiştir.
Küfr, "kef'in zammıyla "küfrân" gibi nimeti örtmek yani nankörlüktür. Bunun aslı da "kef'in üstünü ile "kefir"dir. Mutlaka örtmek demektir. Üstün ile olan bu manadadır.
Tohum eken ziraatçiye, geceye "kâfir", meyve tomurcuğuna "kâfur", kalça etlerine "kâfire" denilmiştir. Bu durumda fetha ile "kefr", genel anlamda mutlak örtmek, zamme ile "küfr" ise özel anlamda nimeti örtmektir.
Dinde küfür ise, imanın zıddıdır, imansızlık demektir. Bir kimsenin iman, şanından olduğu halde, iman etmemesidir. Öyle ki; yalanlama ve inkara, tasdiki terk etmeyi, bir zorlama ve engel olmadığı halde dil ile ikrarı terk etmeyi de içine alır.
imandaki tasdik gibi küfür de, tekzib de, kalbî, kavlî veya fiilî olur. Kalp ile yalanlama nasıl küfür ise, zorlama olmaksızın sözlü yalanlama da öyledir. Fiilî yalanlama da böyledir. iman edilmesi arzu edilen mukaddes şeylere fiilen hakaret ve alay etmek, küçümsemek ve hafife almak, bunları bozmaya çalışmak en çirkin küfürdür.
Kur'ân'da türevleriyle birlikte yaklaşık 524 âyette zikredilen bu kelimenin kökü, ke-fe-re’dir. "Kefere" ise "bir şeyi örtmek" demektir. Bu anlamıyla çiftçi tohumu toprağa atıp onun üzerini örttüğü için, ona "kafir" denir. Bunun gibi kılıcını örten kınına, karanlığı örten geceye ve meyveyi örten çiçek tomurcuklarına da, içlerinde meyveyi gizlediklerinden dolayı 'kâfir' denmiştir.[249]
Cahiliye döneminde ise lügat manasına uygun olarak kullanılmıştır. Nitekim o dönemin şairlerinden Lebîd şöyle der:
"Onun sırtındaki, kendi rengine uymayan, renkli çizgiye, bulutların yıldızları örtmüş olduğu bir gecede yağmur taneleri, aralıksız olarak dökülür."[250] islâm ıstılahında ise küfür, Allah'ın nimetlerini ve O'nun birliğine delâlet eden âyetlerini inkâr etme, görmezlikten gelme demektir. Zira, her akıl sahibinin anlayabildiği; peygamberlerin gönderilmesinden tutun da, Allah'ın birliğine ve O'nun ortağı olmadığına delâlet eden bütün delillere, âyetlere inanmayıp ve böylelikle de adeta Allah'ın nimetlerinin üzerini örtüp, görmezlikten gelene Kur'ân'da "kâfir" demiştir.[251]
Bu itibarla "küfür" kelimesinin dini anlamıyla lügat anlamı arasındaki ilişki şöyle izah edilebilir: Münkir (inkâr eden) veya inkarcı, dinde iman edilmesi gereken hakikatlerden birisini veya Allah'ın kulları üzerinde gerekli gördüğü emir ve yasakların tümünü inkar edendir. işte bu durumda kişi, inkâr ettiği iman gerçeklerini kendisine belleten ve gösteren ikna edici delilleri ve burhanları örtmektedir. Ayrıca o kişi, itaatta Allah'ın hakkını da görmezlikten gelmektedir.[252]
Netice olarak, maddi manada örtmek ve gizlemek anlamında kullanılan küfür kelimesi, Kur'ân'da maddi alandaki anlamı baki kalmak kaydıyla, manevi alana taşınmış ve bu alanda örtmek ve gizlemek anlamını ifade eder hale gelmiştir. Hatta diyebiliriz ki, Kur'ân'da bu ikinci anlam, temel anlam niteliğine kavuşturulmuştur.[253] Allah'ın bahşetmiş olduğu nimetlere karşı teşekkürünü açığa vurmayan ve onlara karşı nankörlük eden kişiye kâfir denmiştir. Diğer bir ifade ile sanki o, kendisine sunulan delilleri yeterli görmeyerek kabul etmemiş, bu hareketiyle adeta, onların üzerini örtmüştür.[254] Bu mana, câhiliye döneminde bilinmemiştir. islâm bu manayı kazandırmıştır diyebiliriz.
Küfr, dört manada tefsir edilir:
1. Allah'ın tevhidine küfr etmek, O'nu inkar etmek.
"Gerçekten o küfr edenleri (Allah'ın tevhidini/bir ve tek ilah olduğunu inkâr edenleri) uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir: imân etmezler." [255]
"Küfr edip (Allah'ın tevhidini inkâr edip) Allah yolundan alıkoyanlar..." [256]
2. Hüccetin/delilin inkârı.
"O tanıdıkları kendilerine gelince, ona küfr ettiler (onlar onu tanıdılar, fakat onu inkâr ettiler)." [257]
"Yoluna gücü yetenlerin Beyt'i (Kabe'yi) haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır. Artık kim küfr ederse (Ehl-i Kitap'tan olsun, diğer dîn müntesiblerinden olsun kim Allah'ın Beyt-i Haram'ını haccetmeyi inkâr edip haccın farziyyetini reddederse), şüphesiz ki Allah âlemlerden (Ehl-i Kitap'tan ve onların gayrısından) ganidir." [258]
3. Küfrân-ı nimet/nankörlük.
"Bana şükr edin, Bana küfr (nimetime küfr/nankörlük) etmeyin!" [259]
"Allah'a şükret diye; ve her kim şükr ederse, kendi lehine etmiş olur; her kim de küfr (nimete küfr/ nankörlük) ederse, doğrusu Allah ganidir, hamîdtir." [261]
"(Fir'avn, Musa'ya dedi ki): "O yaptığın fiili yaptın, o halde sen o kâfirlerdensin (yani, nankörlerdensin -ki bununla, o'nu küçükken büyüttüğünü ve o'na iyilik yaptığını, buna karşılık Musa'nın nankörlük ettiğini kaydetmektedir)." [262]
4. Beri/uzak olmak, uzaklaşmak.
"(ibrahim, babasına ve kavmine dedi ki): "Biz size küfr ettik (sizden teberri ettik/uzaklaştık); bizimle sizin aranızda ebedî olarak düşmanlık başladı." [263]
"So a, Kıyamet Günü kiminiz kiminize küfr edecek (uzak olduğunu ilan edecek)." [264]
"(iblis kendisine itaat edenlere diyecek ki): "Ben sizin bundan evvel beni, (itaatte Allah'a) şirk koşmanıza da küfr etmiştim" (yani, uzak olduğumu bildirmiştim)." [265]