bugün

d.a.n.c.e şarkısı güzeldir.
(bkz: and justice for all)
kaliteli elektronik müzik yapan fransız ikili.

(bkz: stress)
fransız house müzik ikilisi. albümlerini tahmin edileceği üzere ed banger records etiketiyle çıkarırlar. ilk etapta simian'ın we are your friends şarkısına yaptıkları feci remixle tanındılar. daha sonra waters of nazareth singleları geldi. daft punk'ın düşüşe geçtiği son yıllarda bu adamlar ortaya çıkmıştır. bir anda cozutup kendilerini kaybedip müzikten uzaklaşmazlarsa daft punk'dan daha ilerlerde göreceğiz bu adamları. d.a.n.c.e., phantom, genesis ve one minute to midnight şarkılarını tavsiye edebilirim.

(bkz: french house)
(bkz: ed banger records)
dünya'yı gezip türkiye'ye gelmemiş misyoner piçler. çok seviyorum lan sizi*. okyanus ötelerine bile gittiniz lan. dior homme 2009 için şarkı bestelemişlerdir. 3-4 farklı versiyon halinde. planisphere'dir bu şarkının adı. dinlenmeye değer.

http://www.myspace.com/etjusticepourtous
fecii gaz veren bir uçk grind şarkısı.
http://www.myspace.com/uckgrind
VICARIOUS BLISS : Theme From Vicarious Bliss (Ed Banger Records)
N*E*R*D : She Wants To Move (Virgin)
SCENARIO ROCK : Skitzo Dancer (BMG)
DFA 1979 : Blood On Our Hands (679)
SOULWAX : NY Excuse (Pias)
FATBOY SLIM : Don't Let The Man (Skint)
DAFT PUNK : Human After All (EMI)
MYSTERY JETS : Dennis (679)
BRITNEY SPEARS : Me Against The Music (Jive)
FRANZ FERDINAND : The Fallen (Domino)
MR OIZO : Nazis (Fcom)
JUSTICE : Waters Of Nazareth (Ed Banger Records)
JUSTIN TIMBERLAKE : Love Stoned (Jive)
ZZT : Lower State of Consciousness (Turbo)
KLAXONS : As Above, So Below (Because Music)
JUSTICE : DVNO (Ed Banger Records)
MGMT : Electric Feel (Columbia Records)

gibi şarkılara remixler yapmış taptığım grup.
bir tarot kartıdır kendileri.

kartın tanımı: arasında bir perde gerilmiş olan iki sütunun arasında adaleti simgeleyen biri vardır. sağ elinde bir kılıç, sol elinde ise, bir adalet terazisi vardır. adalet düşüncesinin kişiselleşmesi ve haklılık anlatılır. kılıç, aksiyon ve reaksiyon ikilemi anlatır. terazi ise, eşitliktir. astrolojik yönden terazi burcuna karşıttır. erkek özellikli ve toprak karakterlidir.

kehanet anlamı: adalet, dengeli karar ve eşitlik. doğruluk ve dürüstlük. olumlu maddi gelişmeler ve gereksiz bilgilerin tasfiyesi. iş şuurun sesi ve niyetlinin ahlaki konumu.

ters anlamı: adaletsizlik, yasal zorluklar ve şiddet. tutucu kanunlar ve tutukluk.
rev theory nin şubatta çıkacak 3. albümünün ismi ve albümden çıkan aynı isimli ilk single. dinlemesi hoş bir şarkı. birkaç defa dinledikten sonra sevmemek mümkün değil. umarım albümün diğer şarkıları da güzel olurlar çünkü rev theory cidden iyi yerlere gelmeyi hak eden bir grup.

(bkz: http://www.youtube.com/watch?v=dM6KkoSuuck)

So take all you can from an open hand
The hope of the dying
To save your disease
You're an empty breed
Your love of this lifetime

So you're somebody who brags about their innocence
While playing on the ignorant storm
Now I'm just here to criticize the lies, the lies, the lies

I want justice I want you overthrown

I want courage I want to stand alone
I want your arrogance and I want your pain
I want your everything and I want your head

So cry if you feel
That the tears you shed will make you feel better
See I'm just critical of living like a criminal
While you become a royalty hiding
I wonder how you'll justify the lies, the lies, the lies

I want justice I want you overthrown
I want courage I want to stand alone
I want your arrogance and I want your pain
I want your everything and I want your head

So bury all the evidence
Disguise yourself plead innocent
One penalty, one consequence is sure
Your jury they will recognize the lies, the lies, the lies, the lies

I want justice I want you overthrown
I want courage
I want to stand alone
I want your arrogance and I want your pain
I want your everything and I want your head

I want justice I want you overthrown
I want courage I want to stand alone
I want your arrogance and I want your pain
I want your everything and I want you dead

I want justice I want justice
Give me justice and I want you dead
rev theory nin güzel bir kliple ödüllendirdiği güzel şarkı. ayrıca albüm de genel olarak güzeldir. dinledim beğendim. a7x daha iyisini yapana kadar şimdilik bu yılın en iyisi justice dir diyorum. bu da tracklist:

1-dead in a grave
2-justice
3-hangman
4-the fire
5-loaded gun
6-guilty by design
7-enemy within
8-wicked wonderland
9-say goodbye
10-never again
11-hollow man

unutmadan bu da klip;

(bkz: http://www.youtube.com/watch?v=q5N80tNDCGg)
xavier'in http://twitter.com/#!/xav...rosnay/status/13660998142 twitiyle akıllarda soru işareti bıraktılar.
rock'n'roll ve eglenmekten ibaret olan fransiz elektronik duo-su. bazilari kendileri icin daft punk'in veliatlari demekte.

fakat kendilerine ozgu bir "sound"lari vardir, deri ceket giyerler
justice...
efsunlu kelime...
nasıl anlatmalı, nerden başlamalı bilmiyorum.
çevirisi yapıldığı vakit, türkçe karşılığının adalet olduğunu öğrendiğimiz kelime...
kelimenin etimolojik bilgilerine sahip olmamakla birlikte, fransızca da da benzer anlamlara sahip olduğunu öğrenmiş bulunuyorum.
evet justice, yani adalet.
yani Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması, yani hak ve hukuka uygunluk, özetle hak edene hakkının verilmesi!
tabi derdim, kavramsal bir çerçeve çizmeye çalışmak ya da kelimenin etimolojik yapısını ortaya koymak gibi teknik bir uğraş içerisinde olmak değil.
derdim, yukarıdaki satırlarda görülebileceği üzere birtakım soğuk, teknik ve karmaşık (belki de entel dantel) bir yazı ortaya dökmek de değil.
derdim, bilinçaltımda belli belirsiz yanıp sönen, yanıp söndükçe beni meraklandıran ve çoğu zaman da üzen, mahiyetinin ne olduğunu tam olarak bilmediğim birşeyi, yazıya dökerek öğrenmeye çalışmak...
bilirsiniz, yazmak aynı zamanda hatırlamaktır.
mantık silsilesi içerisinde hatırlamaktır.
yani yazmak bir bakıma ototerapik bir eylemdir.

evet, ne diyorduk?
justice diyorduk...
yani çevirdiğimizde dilimize, adalet üzerine konuşuyorduk.

hatırlıyorum adalet'i.
yuvarlak hatlara sahip iri gözleri ve yüzüne yakışan masum tebessümü ile güzel bir yüzü vardı.
kaç yaşlarına tekabül ettiğini tam olarak hatırlamadığım bir senenin, serin ve tozlu bir gününde, üzerinde kırmızı bir kazak ve şimdi belli belirsiz bir şekilde hafızamda silikleşen yeşile çalan eteği ile evimize geldiği günü hatırlıyorum.
yanında abisi vardı.
onu görünce yüreğime dolan mutluluğu da hatırlıyorum. ve evimizde kaldığı kısa zaman aralığında bana öğretmeye çalıştığı oyunları yıllar sonra, ondan sonra bile büyük bir istek ve gizlemeye çalıştığım hüzün ile oynadığımı da hatırlıyorum.
ona yanık olduğumu, o küçük yaşıma rağmen büyük bir ciddiyet ve süreklilikle her ortamda ifade ettiğim kesin cümlelerden ötürü o dahil herkesler biliyordu.
herkese söylediğimi, annesinin karşısına geçip de, 'kızını kimselere verme, askerliğimi yaptıktan sonra onunla ben evleneceğim' dediğimi, kimsenin onun hakkında kötü bir söz söylemesine müsaade etmediğimi ve onunla ilgili herşeyi büyük bir merakla çevremden edinmeye çalıştığımı benden duymasa da başkalarından muhakkak duymuştu.çünkü bir tek ona söyleyememiştim. o büyük cesaretim, o kimselerden çekinmeyen halim, o herkesler bilsin ve ona göre davransın ahkamlarım, onu görünce buharlaşıyordu. bunu o da biliyordu. sen benim damadım olacaksın diye takılan başka teyzelere duyduğum öfkenin ve verdiğim sert karşılıkların nasıl bu kadar kati olabildiğine halen şaşırıp kalırım.

'sen, benimsin; bunu böyle bil.' diyemedim.

ama o biliyordu. hem de çok iyi biliyordu. rahat ve kendisine değer veren ailesinin kıymetli kızı, o özgüvenle yüklü güzel kız, kendisine sevgisini ifade edemeyen korkusuz korkak ben karşısında, ondan küçük olmama rağmen, sarsak bir beceriksizlikle mahçuplaşıyordu. mahçubiyetlerimizin kesişiminde birşeyleri hissetmenin çıldırtıcı saflığı ve mutluluğunda derinden derine bağlanıyorduk birbirimize... ikimiz de farkındaydık bunun.

ve unutamıyorum, o gidişini...
kendisini almaya gelen abisine sebebini bilmediğim bir dargınlıkla surat asmasını, gözlerini buğulandıran inci tanesi göz yaşları arasında, çocuk sesiyle karşılık vermeye çalışmasını ve benim de ağlamamak için dudaklarımı ısırdığım o sahneyi unutamıyorum.

şimdi bile başkaları tarafından basit bir çocukluk kaprisi olarak kabul edilebilecek o sahnenin bütün ağırlığını yüreğimde hissettiğimi söylesem, kaç kişi güler bana?
bu sahnenin birbirimizle bakıştığımız son sahne olduğunu söylesem peki?
ve ben ve o dahil, hiçkimselerin bu sonu bilmediğini eklesem?

adalet gitti...
çocukluğun, çabuk kanan unutkan ruh haline rağmen, ısrarlı bir şekilde hüzünde durakladığım günleri armağan ederek gitti...
ve bu şekilde günler birbirini kovaladı.

babamın,
sert ve asabi olan babamın...
o asabiyetine ve ciddiyetine rağmen, bendeki duyguları bilip, beni mutlu etmek için adalete aldığı bir çift terlik vardı sonra.
beni mutlu etmek için ona aldığı bir çift terlik...
oldukça şık, simlerle kaplı, üst kısmı sarı, taban kısmı kahverengi bir çift terlik...
beni mutluluğa ve hayallere sürükleyen bir çift terlik...
sanki, bir araya geleceğimiz o büyük ve güzel güne bizleri kavuşturacak şey, bizleri adım adım o güne götürecek şey, o bir çift terlikti.
adalet'in hiçbir zaman giyemeyeceği, o bir çift terlik.
onu da bilmiyordum.
....................................................

--spoiler--
+ikiniz çok ağırsınız, kaldıramıyorum sizi...
-hayır numara yapıyorsun. sen daha ağırsın.
+ya hayır ama tahterevalli hep havada kalıyor.
-tamam tut kendini, iniyorum ben.
--spoiler--

bu arada, çocuk seslerimizi bölen demir kapının sesini duymuştuk.
okul sonrasının oyun dolu saatlerinde biraraya gelmiş bir grup çocuğun dikkatini dağıtan demir kapının tiz sesi...

gelen babamdı.
içimde bir korku, içimde o korkuyu bastırmaya çalışan bir ümit…
babamın asık suratından yüzlerce hissiyatı kafamda tartıp biçtiğim, kabullenemediğim şeyleri bastırmaya çalıştığım o kısa zaman diliminde, cesaretimi toplamaya çalışmam...
henüz onbeşinde bile değilim.
öyle ürkek, öyle bitkin...

+baba, bir haber var mı?
-...
+baba iyileşti mi?
-...

eve girene kadar peşi sıra sorular...
titrek çocuk sesimle, hepsi aynı kapıya çıkan sorular:

--spoiler--
o, nasıl?
--spoiler--

alamadığım cevabın yüreğimde oluşturduğu ağırlıkla daha fazlasını soramamıştım.
anneme yaklaştığını, ona kederli bir ifade ile birşeyler söylediğini, annemin de çöken omuzlarla ne söyleyeceğini bilemez bir halde donuklaştığını uzaktan uzağa izlediğimi hatırlıyorum.
bir köşeye çöküp, ağzımı açıp tek kelime etmeden uzun uzun susmaktan ve ve sadece yüzümü duvara çevirip put kesilmekten başka birşey yapamamıştım.

--spoiler--
-oğlum neyin var?
+...
-oğlum?
+efendim anne?
-ne düşünüyorsun öyle?
+hiçbirşey...
-söyle bakalım, ne düşünüyorsun?
+anne...
-efendim.
+anne o öldü mü?
-ölüm allah'ın emri yavrum.
+anne adalet öldü mü?
-....
+anne?
-öldü oğlum...
--spoiler--

sen bu cevabınla, benim bu dünyada kurduğum en saf hayalleri, bir daha hiçbir zaman kuramayacağım o hayalleri ve bir daha hiçbir zaman kavuşamayacağım o cennetten daha temiz sevgiyi öldürdün anne...
sussaydın olmaz mıydı anne?
ya da donup kalmış haliyle duvara bakıp, yıkılmaya başlayan hayallerini son bir gayretle tutmaya çalışan evladına, o beton ağırlığındaki yükün altında cebelleşen evladına daha naif bir cümle bulamaz mıydın anne?
zaten herşeyi anlayan çocuk yüreğime bir teselli yalanıyla şefkat gösteremez miydin?
iyi diyemez miydin?
iyileşecek diyemez miydin anne?

biliyordum zaten anne, hissediyordum herşeyi...
günlerdir içimi kavuran acının fısıltısından anlamıştınız zaten bunu.
haftalar boyunca, durup durup öldükten sonra ne olacağını sorduğumda, içimdeki korkunun dehşetini; o asabi babamın bana cevap verecek cesareti kendinde bulamayışından gerekli cevabı çıkardığımı hepiniz biliyordunuz.

sahi benim güzel annem,
ne denli ağır bir acıdır bu böyle...
izleri, ömrüme kazınacak, ne denli tesirli bir yıkımdır bu böyle...
yıkıldı, bitti.
tek bir zerresini kurtaramadım hayallerimin...
bu büyük ölüm, herşeyi yıkarcasına gelen bu büyük ölüm, gencecik bir beden için çok büyük değil miydi anne?
diyeti çok ağır olmadı mı?

--spoiler--
adalet öldü malajor, adalet öldü!
--spoiler--

ölüm ona hiç yakışmasa da, genç bedeni daha fazla tutunamadı.
...........................................................

hafızamın bana ne tür oyunlar oynayabileceğini, bazı şeyleri kalın tabakalar ardında saklayıp beni nasıl da aldatabileceğini çok sonradan öğrendim.

üniversite yıllarımın hayli buhranlı ve olabildiğine yalnız geçen yıllarında, pierre loti'nin aziyade'sini temsil eden, ıslak gözlü, güzel çerkes kızının hüzünlü çehresini neden duvarıma astığımı ve geceler boyunca onunla neden dertleştiğimi tam olarak kendime izah edemeyişimde bir problem vardı.
ya da, hiç tanımadığım, benden birkaç yıl önce doğmuş ve çocuk yaşta hayata gözlerini kapatmış bir kızın mezarını düzenli olarak ziyaret edişimin de izahını bulamıyordum...

mutlu bir rüyadan kalkıp da gözyaşları arasında tavana bakıp kalakalışlarım, hiçkimseyi sahiplenemeyişlerim, ip ve ahşaptan müteşekkil basit bilekliğime onlarca afili kelime varken justice ibaresini yazdırışlarım, bütün bunlar ne anlama geliyordu?
bilmiyordum.

aradan yıllar geçmiş ve ben hiçbirşeyi hatırlamıyordum.
peki ya ruhum, ruhum neden sürekli huzursuzdu?
neden yaşadığım birçok şeye anlam veremiyordum?

ruhlarımız bu kadar mı bulanmıştı birbirine!

bitmemiş hiçbirşey, bitmemiş anne...
ne o gün, ne de o günden sonra...

--spoiler--
yıllar, yaşama tutunmam için beni aldatan hafızamın şefkatiyle geçip gitse de; gerçeğin, açığa çıkmak için durmadan mücadele eden doğası yüzünden, hep bir eksik; hep bir tutunamayan olmuşum ben!
--spoiler--

hakikat, bu kadar acımasız olmasaydı şayet,bu kadar ışığa aşık olmak, hafızanın koruyucu kalkanına bunca düşman olmak zorunda olmasaydı eğer, bilekliğimde ne yazdığını soran, içimin ısındığı, kendime yakın hissettiğim masum ruhlu güzel dilbere cevap vermeye çalışırken, hiçbir rahatsızlık hissetmeden gayet alelade bir şekilde justice diyebilecektim.
ya da, bilekliğimi koluna taktığım bu masum dilberin yüzüne baktığımda, 'seni birine benzetiyorum, ama kime bilmiyorum. sanki çok yakın bir akrabam gibisin, sanki seni yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyorum. bu yüzden seni kendime çok yakın hissediyorum' deyişlerimde, anlam veremediğim bir halin varlığını hiç hissetmeyip, güzel bir birliktelikle yolumuza devam edecektik.

belki mutlu bir yuva sahibi olurdum. 'ya da huzurlu bir ev istiyorum' şeklindeki beklentilerine yürekten inanan insanlardan olurdum. ölüm şairinin dizeleri bu denli sevdiremezdi kendini bana... nerudanın, uyar'ın hırçın dizelerini saatlerce haykırarak okuyan arıza bir tip olmazdım belki...

belki de, feride şiirinin

--spoiler--
her yağmur bir gök bulur, elbet kendine;her yeşil bir dal, her su bir damla, her ateş
bir kül, her takvim bir yıl bulur elbet kendine!her yangın bir duman, her öğrenci bir
okul, her artı bir eksi, her yol bir taşıt, her soru bir yanıt;

her aragon bir fransa
her fransa bir elsa...

her karacaoğlan bir zülüf bulur (yeter ki bakmayı bilin, her yarin bir zülfü vardır);
her ressam bir tuval, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur
kendine; yeter ki şarap, şarap olsun, içen çıkar...

her deniz bir martı, her ömür bir tufan, her rüya bir uyku, her nota bir şarkı, her
mezar bir ölüm, her ağaç bir kök, her dağ bir duman, her güneş doğacak bir
kuytuluk bulur ya kendine,
bulur ya;

ben
senden
başka
sen
bulamam
b u l a m a m!
--spoiler--

dizelerini okurken, neden sarsıla sarsıla ağladığımı düşünmek zorunda kalmayacak, belki de düz bir insan gibi okuyup geçecektim.

şayet hakikat, hafızanın koruyucu kalkanına bunca düşman olmak zorunda olmasaydı eğer!
................................................................

ve maalesef ki hatırlıyorum güzel annem...
itiraf ediyorum!

ahmet kaya'nın 'toprak olmak ne garip şey anne' deyişinde durmadan ürperen ruhumun bana neyi çağrıştırdığını,
kendi ölümümle ilgili tasavvurlarda, yüreğimi mengene gibi sıkan soğukluğun bilinçaltıma nasıl sızdığını,
hüzünlü bir kız çocuğu için can vermekte biran tereddüt etmeyecek kadar fedakar olabilmeyi bana ilham eden şeyin ne olduğunu,
breaveheart filmini,
ve eşkıyanın 'seni bir kez daha görebilmek için yaşadım' sahnesini ve diğer filmlerin kimi sahnelerini on defalarca bıkmadan usanmadan tekrar ve tekrar izleyişlerimin altında yatan sebebi,
ve ifade etme gücünü kendimde bulamadığım birçok acımtrak halin izahını,
evet, artık biliyorum.

bütün bunlar, adaletsizlikten!

ve takdire bakar mısınız, namıdeğer malajor un kimlik ismi, adalet sahibi anlamına gelmektedir.

--spoiler--
heyhat...
adaletsiz kalmış, bir adalet sahibi!
--spoiler--

'sen, benimsin; bunu böyle bil.' diyemedim.

idrak ediyorum!
itiraf ediyorum!
ve teslim oluyorum!

--spoiler--
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden umut kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sevgili
En sevgili
Ey sevgili

--spoiler--