hayatı boyunca kütüphanede çalışmak istemiş fakat yaşlanıp gözlerini kaybetmek üzereyken ulusal kütüphane müdürlüğüne atanmıştır. bunun üzerine, içimi feci halde yakan şu dizleri karalamıştır.
`kimse yakınıp yerindiğimi sanmasın
bu lütfundan yüce tanrının
bana ilahi bir şaka yaptı
kitabı ve körlüğü aynı anda bahşetti`
evet, körleşmiştir ama bizim kadar karanlık bir dünyada yaşadığını sanmam.
umberto eco nun da etkilendiği yazarlar arasındadır. zira eco gülün adı'nda manastır kütüphanesine burgoslu jorge adında kör bir kitap kurdunu kolon olarak koymuştur.
kısacık hikayelerle okuru ne kadar derinlere daldırıp çıkarabildiği, ne kadar uzaklara götürüp getirebildiği insanı hayrete düşüren ; okuması gayet keyifli bir yazardır.
adının nasıl okunduğu tam bi muamma olan yazar. allahtan hiç bi kitabını okumadım da gidip kitapçıya abi annem iki ekmek bir de borj istedi demedim. çok estetik bi insanım ben. evet.
senin adını
kol saatımın kayışına tırnağımla kazıdım.
malum ya, bulunduğum yerde
ne sapı sedefli bir çakı var,
(bizlere âlâtı-katıa verilmez),
ne de başı bulutlarda bir çınar.
belki avluda bir ağaç bulunur ama
gökyüzünü başımın üstünde görmek
bana yasak...
burası benden başka kaç insanın evidir?
bilmiyorum.
ben bir başıma onlardan uzağım,
hep birlikte onlar benden uzak.
bana kendimden başkasıyla konuşmak
yasak.
ben de kendi kendimle konuşuyorum.
fakat çok can sıkıcı bulduğumdan sohbetimi
şarkı söylüyorum karıcığım.
hem, ne dersin,
o berbat, ayarsız sesim
öyle bir dokunuyor ki içime
yüreğim parçalanıyor.
ve tıpkı o eski
acıklı hikâyelerdeki
yalnayak, karlı yollara düşmüş, yetim bir çocuk gibi bu yürek,
mavi gözleri ıslak
kırmızı, küçücük burnunu çekerek
senin bağrına sokulmak istiyor.
yüzümü kızartmıyor benim
onun bu an
böyle zayıf
böyle hodbin
böyle sadece insan
oluşu.
belki bu hâlin
fizyolojik, psikolojik filân izahı vardır.
belki de sebep buna
bana aylardır
kendi sesimden başka insan sesi duyurmayan
bu demirli pencere
bu toprak testi
bu dört duvardır...
saat beş, karıcığım.
dışarda susuzluğu
acayip fısıltısı
toprak damı
ve sonsuzluğun ortasında kımıldanmadan duran
bir sakat ve sıska atıyla,
yani, kederden çıldırtmak için içerdeki adamı
dışarda bütün ustalığı, bütün takım taklavatıyla
ağaçsız boşluğa kıpkızıl inmekte bir bozkır akşamı.
bugün de apansız gece olacaktır.
bir ışık dolaşacak yanında sakat, sıska atın.
ve şimdi karşımda haşin bir erkek ölüsü gibi yatan
bu ümitsiz tabiatın
ağaçsız boşluğuna bir anda yıldızlar dolacaktır.
yine o malum sonuna erdik demektir işin,
yani bugün de mükellef bir daüssıla için
yine her şey yerli yerinde işte, her şey tamam.
ben,
ben içerdeki adam
yine mutad hünerimi göstereceğim
ve çocukluk günlerimin ince sazıyla
suzinâk makamından bir şarkı ağzıyla
yine billâhi kahredecek dil-i nâşâdımı
seni böyle uzak,
seni dumanlı, eğri bir aynadan seyreder gibi
kafamın içinde duymak...
2
dışarda bahar geldi karıcığım, bahar.
dışarda, bozkırın üstünde birdenbire
taze toprak kokusu, kuş sesleri ve saire...
dışarda bahar geldi karıcığım, bahar,
dışarda bozkırın üstünde pırıltılar...
ve içerde artık böcekleriyle canlanan kerevet,
suyu donmayan testi
ve sabahları çimentonun üstünde güneş...
güneş,
artık o her gün öğle vaktine kadar,
bana yakın, benden uzak,
sönerek, ışıldayarak
yürür...
ve gün ikindiye döner, gölgeler düşer duvarlara,
başlar tutuşmaya demirli pencerenin camı :
dışarda akşam olur,
bulutsuz bir bahar akşamı...
i̇şte içerde baharın en kötü saatı budur asıl.
velhasıl
o pul pul ışıltılı derisi, ateşten gözleriyle
bilhassa baharda ram eder kendine içerdeki adamı
hürriyet denen ifrit...
bu bittecrübe sabit, karıcığım,
bittecrübe sabit...
3
bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldanmadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım..
les mangeurs d'etoiles
''hayat ne kadar karmaşık ve uzun olursa olsun aslında bir andan ibaret, o an da aslında kim olduğunuzu anladığınız ve ne olmaya karar verdiğiniz an.'' jorge luis borges'den alıntı... carpe diem'e gidişatın hissedildiği yazar.
Tek yıldız kalmayacak gecede.
Gece kalmayacak.
Ben ölürken dayanımaz evren de
tüm varlığıyla ölecek benimle,
Sileceğim piramitleri, madalyaları,
Kıtaları ve yüzleri.
Sileceğim geçmişin birikimini.
Toz edeceğim tarihi, tozu toz.
Son günbatımını seyrediyorum şimdi.
Son kuşu dinliyorum.
Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum.
kütüphanelerden oluşan bir cennet düşleyen yazar-okur ve okur-yazar[keza hangisinin daha önce geldiği sizin takdirinize kalmış]. oyun oynar Borges[roland barthes'in tabiriyle ürettiği hikayenin gerçekliği değil mühim olan inandırıcılığıdır] aslında gerçekliği şüpheli yada hiçbir gerçekliği olmayan bir düşselliği yedirir size gerçek diye[anlatımındaki esrarda gizlidir bu]. bu nedenle efsanelere ve kişlere sarmıştır[lazarus morel!!!] kitaplarının ve referansal yapısının sonu yoktur[kumun da sonu yoktur "kitab"ın da] tabi kitabın kendi kendini referans göstermesi[daha doğrusu bir self-reflexive] özelliği içinde barındırır.
bu minvalde en çok sevdiği eserlerden birisi olan binbirgece masalları hemen hemen bir çok hikayesinde ifade edilir[Şehrazat'ın hikayesi hiç bitmez, keza hikeyenin bitimi demek Şehrazat'ın ölümü demektir]. bir diğer nokta çift kvramı üzerinde durur[aslında bir nevi altıncı his'tir yaşattığı] daha çok dostoyevski'nin dvoynikine benzer bu. hikayenin sonuna kadar bu farkındasızlık sürekli yazar tarafından hissettirirlir[bu minvalde borges iyi bir uyutucu ve afyondur] ama hikayenin sonundaki Thomas Bernardvari altınvuruşlar bu bilinçsizlik afyonunu daha da bir çeşnilendirir[bıçaklar ve bıçak ile özdeşleşen kişiler!] ki bazen nesneler de bir karakter olarak[farkında olmasak da] çıkar Borges'in hikayelerinde!
yetişkinlerin masal ihtiyacını karşılayan yeri doldurulamaz yazar. kendi yazdığı eserleri dışında editörlüğünü yaptığı, türkiye'de de dost kitabevi tarafından yayımlanan bir babil kitaplığı dizisi vardır ki insanı orgazmdan orgazma sürükler.
''eğer hayatımı yeni baştan yaşayabilseydim
o yaşamda
daha çok hata yapardım.
o kadar mükemmel olmaya çalışmazdım... daha çok dinlenirdim.
bu yaşamda, onca ciddiyetin arasında yapamadığım kadar eğlenirdim.
o kadar temiz kalmazdım.
daha fazla riskler göze alır, daha çok gezer, daha çok günbatımı seyrederdim,
daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim
gitmediğim daha çok yere giderdim.
daha çok dondurma, daha az bezelye yerdim.
daha çok gerçek sorunlarım, daha az sanal sorunlarım olurdu.
ben yaşamın her dakikasını gerçekçi ve kitabına uygun yaşayan insanlardan biriydim.
elbette mutluluk anlarım da oldu.
ama geriye dönüp, baştan başlayabilseydim çok daha fazla iyi anlarım olurdu.
çünkü, eğer bilmiyorsanız, yaşam bundan ibarettir, anlar, yalnızca anlar...
''şimdi''yi sakın kaçırma.
ben, yanında, termometre, bir şişe su ve paraşüt olmaksızın asla bir yere gidemeyen insanlardan biriydim.
eğer hayatımı yeniden yaşayabilseydim, çok daha hafif gezerdim.
eğer hayatımı yeniden yaşayabilseydim, baharın başlamasıyla birlikte ayakkabısız yürümeye başlar, sonbahar bitimine değin çıplak ayakla devam ederdim.
bilinmeyen daha çok yola sapar,
güneşin doğuşunu daha çok seyreder,
daha çok çocukla oynardım
yalnızca bu yaşamda bir şansım daha olsaydı.
gel gör ki, işte 85 yaşındayım
ve biliyorum ki,
artık ölmekteyim....''