an itibariyle istanbul'a ayak basmış, ailesine tahmin edemeyecekleri bir sürpriz hazırlamış güzel insan. hoş gelmiş diyorum.
(bkz: sınavlar öncesi moral depolamak)
doğum günü, iyi ki doğdun, mutlu yıllar, lalalaylay falan tamam, seni çok seviyorum ona da tamam ama okula git ulan!
iletişmek için seni bekliyoruz, sen hâlâ hazırlıktasın. o değil, hazırlanmaktan okumaya fırsat bulamayacaksın. mesela sen hiç 90 dakika ısınıp, 12 dakika top koşturan bir mehmet eren gördün mü? ben görmedim.
kısacası, gölbaşı seni bekler.
tanım: nick altına birden çok entry girdiğim nadir yazarlardandır kendisi.(çünkü ben çok cool'um.)
"doğum günümü ifşa etmeyeydiniz de akrep burcu olduğum anlaşılmasaydı" diye haykıran yazar.
şaka bir yana; ikizine olan sevgisini dizginleyemeyen ve hatta kelimelere dökemeyen, kelimelere dökememesinin bahanesi olarak da onun kadar iyi yazar olamadığını iddia eden yazardır. sakallarını kesince yumurtanın fırçalanmayan tarafına benzeyip 14 yaşına dönen baby face yazardır hem de.
sevmeyi bilen bir insan olduğu için kıskançlığı da aşırı boyutlarda yaşar, büyüdüğü ekosistemden dolayı da bu kıskançlık çoğu zaman fiziksel şiddet olarak vuku bulur ve aslında tüm bu nedenlerden dolayı üzülen kendisi olur. o ise bu mevzulara hep alışık olduğu için gülmeyi tercih eder.
maksat onu tanıyanlar şen şakrak biri olarak bilsindir.
onu tanıyanlar ilk önce "ne kadar kaba saba" bir adam olduğunu söylemekle birlikte yanılgılarını anladıktan sonra kendisine güvenip böyle böyle diye anlatırlar. velhasılı o yine de güler.
egosu melih gökçek'le yarışır bazen, bazen de bir su samuru gibi kayalıkları hiç siklemeden takılmasına devam eder, hep güler işte.
gözleri hep ikizini, türküler dinler öyle sıkılmasını engeller kendi çapında. bazen de engelleyemez ama yine de güler.
istanbul'dan ankara'ya giderken hiç bir tanıdığını kapıya kadar bile onu yolcu etmesi için gelmesine izin vermez, duygusal adamdır özünde. ama belli edemez. kendiyle baş başbaşayken belli edebilir anca.
ama yine de evden otogara doğru gitmek için bir elinde valizle çıkarken zeytinburnu metro istasyonunun üstgeçidinde yürürken "o tarafa" hiç bir zaman bakamaz.
neyse içimi dökmem gerekiyormuş yazdık gitti. bu saatten sonra yarın derse de gitmem zaten* zaten repeat yapıyoruz hazırlıkta hiç gidesim yok da, bahane işte.
özel mesajda da kısa kısa yazmaya çalıştım, buradan da söyleyeyim. harbiden teşekkürler la, şurada yalandan da olsa doğum günün kutlu olsun sözleri bile zevk veriyor okurken,
hep yanımda ol, hep var ol, güzel yaşa, iyi yaşa, hep yanımda ol, çok güzel yaşa, hep yanımda ol.
toparlıyorum; hep yanımda ol, birlikte güzel yaşayalım.
ayrıca, yeter ulan büyüme daha. zaten birkaç sene sonra, yani ben otuzlu sayılara geçtiğimde yasaklayacağım büyümeni. hayır yani olmuyor hafız, şimdi ikiz sananlar o zaman abim sanacaklar, bizim de bir gururumuz falan var, rencide oluyoruz burada.
hayatımda belki de ilk kez, bir şey yazacakken iki kez düşündüm, tam anlamı ile ifşa olmayalım diye ve sonuçta buradayım. normal şartlarda düşünme yetimi hiç kullanmayarak bile sayfalarca kelime dizebilirim, bilirsin, hatta belki en iyi sen bilirsin. aslında bunları buraya değil de bir beyaz kağıda yazıp, postaya verip tahsin banguoğlu öğrenci yurdu-ankara adresine postalamayı düşündüm zira sen bilirsin sabrımın ölçülerinin üç gün kadar geniş olamayacağını.
en son söyleyeceğim şeyi en başta söyleyeyim bu kez; çok seviyorum ben seni çocuk! çok, böyle inanılamayacak kadar çok. gözlerin, ağzın, burnun, kaşların, saçların, parmakların... hepsini ayrı ayrı çok seviyorum. hem de doğduğun günden beri çok seviyorum. he doğrudur kıskançlıktan üstüne minderler basıp seni boğmaya çalıştığım, doğrudur "bayrampaşa'yı temiz tutalım,istanbul'u temiz tutalım" sesini duyduğumda cama çıkıp çöpçü amcaya seni vermeyi teklif ettiğim. çocuktum ya ben o zamanlar, hani her şeyin daha güzel olduğu zamanlar, ben de çocuktum ya bir zamanlar... benim çocukluğum ortalama 8 yaşına kadar sürdü ya hani. işte ondan sonra daha bi çok sevdim ben seni. hiç bir şeyimiz olmadığı zamanlar vardı ya hani; herhangi bir amca eline bir "ikram" bisküvi uzattığında, aslında asla o bisküviye sahip olabilecek paramızın olmadığını bilmene rağmen, ben o bisküviden yiyemeyeceğim için "ablam?" diye umarsız gözlerle aranıp, beni göremeyince bisküviyi reddettiğin zamanlar. yolda yürürken elimi sıkı sıkı tuttuğun zamanlar. sabah 7'de benimle okula gelip, öğlen 1'de kendi sınıfına gidip derslere girdiğin zamanlar. annemin işten akşam 9 civarı geldiği zamanlar. sahi hatırlar mısın bilmem, sen çok üşürdün küçükken. o bembeyaz, tombik ellerin mosmor olurdu. ben soba yakmayı öyle öğrenmiştim, sen üşüdüğün için.
ilk yemeğimi sana yaptım ben, ilk çayımı sana demledim, ilk kahvaltımı sana hazırladım. ilk senin önlüğünü ütüledim, ilk senin ayakkabılarını boyadım, ilk senin beslenmeni hazırladım, ilk senin kavganı ayırdım. bak sen hatırlar mısın bunu da bilmiyorum, tinerci bir çocuğa tekme atmıştım ben, senin burnunu kanattığı için. (tinerci diye sıfatlamayı sevmiyorum ama uygun kelime bulamadım.)
ilk seninle kavga ettim, ilk seninle güldüm, ilk seninle eğlendim ben.
uzun yol otobüslerinde mahvolduğumuz zamanlar vardı. saatlerce yol gidip, aynı günün akşamı saatlerce yol gelip, yolda karnımızı doyuracak paraya sahip olmadığımız zamanlardı. ben sana sarılırdım, sen uyurdun. o zamanlar sana sarılmanın ne büyük nimet olduğunun farkında değilmişim, şimdi şimdi anlıyorum.
şimdi her şey seninle anlamlı. yürümek, oturmak, kalkmak, yemek, içmek, gülmek, ağlamak...
ankara-istanbul seferlerimde senin göz yaşların benim içime akıyor ya hani hep, benimkiler de aynı yere akıyor ve orada birikiyor onlar. ben seni içimde taşıyorum. gözlerimden akanları sana göstermiyorum.
velhasıl,
ben kimseyi kırmam elimden geldiğince, kimseyi üzmem. ama seni kıramam, üzemem. insan kendi elini kırar mı misal? sen benim elimsin, ayağımsın, gözümsün, sözümsün. hayatımdaki ilk adamsın. kimse tarafından yeri doldurulamayacak, yegâne adamsın sen. birine düşünülmeden can verilecekse, o sensin.
sen varsan, kimseye ihtiyaç yok.
sadece karındaş değilsin sen; bebeksin, çocuksun, abisin, dostsun.
beni en iyi sen anlarsın. o hararetli, panikli hâllerimi en iyi sen bilirsin. benim seni kırmama tek sebep, sana zarar gelmesi korkumdur, bunu da bilirsin.
sesimin tınısından anlarsın mutsuzluğumu da mutluluğumu da, ki ben mutsuzken pek konuşmamaya çalışırım seninle ya neyse. işte ben de senin kırgınlığını anladım bugün.
yazdığı entry'yi anlayamayan yazarların nick altında sıçtığı yazar.
birader senin kafan mı basmıyor? bak ben o entry'de senin önceki entry'ne değinerek "senin görüşüne göre böyle" anlamı vermişim, sen tayyip'in kılı olduğun bölgeden anlamışsın. eyvallah.
ayrıca akp döneminde terörün bittiğini iddia ediyorsan tek bir söz söylerim: şakaysa hiç komik degil, ciddiyse çok komik.
lan bu ülke 2-3 sene önce daha savaşta verilmeyecek kadar şehit vermedi mi artist? senin söyleyeceğin yalana bi söverdim de bakma işte gerek yok.
(bkz: #21870977)
şimdi bu karşı cinse duyulan, böyle aşk gibi falan bir sevgi ise ve sen bundan dolayı umutsuz bir ruh hali içerisinde isen, bir de benim bundan haberim yok ise ben ne yaparım?
şaka yaparım sana, hem de çok fena şaka. olum ağzını burnu kırarım senin he.
hee yok aşk değilse, o zaman da yine haberim yok ise aynen üsttekilerden.
canına mı susadın evlat?*
ben arkadan dolaşıp bütün bu sıkıntıları çözerim de neysee.
zirvenin en dikkat çekici yazarlarından. hoş sohbet kişilik. seri katiller hakkında derin bir bilgi birikimine sahip olduğu her türlü belli. balgat'ta ikâmet ediyormuş. yüzyılda görüşsek ya la. **
yanlıs yapan yazarların yanlısını delikanlıca söyleyen ve daha sonra o yanlısı yapan oğlan çocugu yazarların nick altında 15 yasında ergenvari laf sokmaya çalıstıgı yazar.