Aslı jön türklerdir. Batının yardımıyla..! Osmanlının eski şaşaalı günlerine döneceği fikriyle hareket edip sultanı indirmişler, yerine getirdikleri kukla yönetimle ve almancı enver, ingilizci talat, fransızcı cemal paşalar sayesinde ve güdümünde osmanlının sonunu getirmişlerdir. Bunların içinde tek istisna vardı. O da mustafa kemal atatürk. ittihatçılardan ayrılmıştır. Zaten o yüzden vatanı kurtarmak adına yeni bir devlet kurma görevi kendisine tevdi edildi.
--spoiler--
II. Meşrutiyet döneminde zirve yapan zihniyet ayrışması, politik bir çekişme boyutunun çok ötesine geçmiş ve tarafları, birbirlerinden "öç" almaya sevkedecek kadar ileri ve keskin bir düşmanlık boyutuna taşımıştı. Dönüp dolaşıp, 100 yıl sonra yine aynı noktaya geldiğimize ve "ittihatçı" sözcüğü yeniden siyasi lügatimize bir "suçlama" sözü olarak girdiğine göre, bu konuda tarihten küçük bir hatırlatma yapmak artık bir gereklilik oldu.
Osmanlının son dönemine damgasını vuran ve başlangıçta gizli bir dernek olarak kurulan ittihat ve Terakki Cemiyeti/Fırkası, yani bugünün Türkçesi ile; Birlik ve ilerleme Topluluğu (ya da partisi), iktidar olduğu dönemde yapıp ettiği işler ve Osmanlı imparatorluğunu I. Dünya Savaşına sokması ve bu savaşın sonuçları sebebi ile pek hayırla anılan bir parti olmamıştır.
Siyasi ve tarihi açıdan önemi ise, bir dönem gençliğinin özlem ve arzularını ifade eder bir mahiyeti olmasıdır. Fikri temelleri 1860'lara dayansa da, ittihad-ı Osmani Cemiyeti adı ile 1889' Mayıs'ında gizli bir cemiyet olarak kurulmuş olan bu teşkilatın kuruluş amacı, 39 maddelik tüzüklerinin birinci maddesinde: "Adalet, eşitlik, özgürlük gibi insan haklarını ihlal eden, bütün Osmanlıları ilerlemeden alıkoyan ve vatanı yabancı tasallutu altına düşüren yönetime karşı, islam ve Hristiyan yurttaşlarını uyarmak" olarak tanımlanır.
Bu ilk madde, bu cemiyete mensup olanların Osmanlının içine düştüğü bunalımı ve bu bunalımın sebebi olarak kimleri gördüklerini ortaya koyar. Osmanlııyı bu duruma düşürenleri "uyarmak" ise nasıl anlaşılması gerekiyorsa öyle anlaşılacak bir sözdür!..
Mustafa Kemal'in daha henüz askeri rüştiye mektebi talebesi iken arkadaşları ile "Vatan ve Hürriyet" adlı benzer cemiyet kurduğu ve evinde arkadaşları ile gizli toplantılar düzenlediği ve bu toplantılarda, ittihat ve Terakki Cemiyeti üyeliğine kabul edilenlere şart koşulduğu gibi; "Bayrak, Kuran ve Tabanca" üzerine el bastırılarak icra edilen yemin törenleri düzenlediği bilinir.
Yıllar sonra, ittihat ve Terakki'nin üç paşası olarak parlayan Enver, Cemal ve Talat paşaların iktidar mevkiinde uyguladıkları siyaset ve hareket tarzını benimsemeyen Mustafa Kemal, "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" vesilesi ile dahil olduğu bu cemiyetten kısa süre sonra fiilen kopmuş, fakat cemiyetin ilk kuruluşunda açıkladığı fikirleri benimsemeye devam etmiştir. I. Dünya savaşındaki yenilgimizden sonra, Samsun'a gönderilmeden önce kendisinin "ittihatçı" olup olmadığı konusunda tereddüt eden Damat Ferit, hükümetinde Dahiliye Nazırı (içişleri Bakanı) olan Mehmet Ali beyi Mustafa Kemal'in Şişli'deki evine göndererek bu konuda onun ağzını aramasını istiyor. Bahriye Nazırı (Denizcilik Bakanı) Ahmed Avni Paşa aracılığı ile gerçekleşen bu görüşmede, Mehmet Ali beyin: "Siz ittihat ve Terakkici misiniz?" sorusuna muhatap olan Mustafa Kemal, ona şu cevabı veriyor:
-"Ben ittihat ve Terakkici değilim; fakat ittihat ve Terakki'nin kuruluşunda ve esas gayesinde onunla beraberdim."
Mehmed Ali Bey, bu görüşmede ona bir de şöyle bir soru yöneltiyor:
-"Paşa Hazretleri, bugün Enver Paşa ile tekrar çalışır mısınız?"
Mustafa Kemal Paşa ise bu soruyu: "Buna açık şekilde cevap vermeliyim. Ben ömrümde ve askerlik hayatımda hiçbir zaman Enver Paşa ile yakından işbirliği etmedim ki, bundan sonra böyle bir ortak çalışma peşinde olayım." diyerek cevaplıyor.(*)
Haikakten de Mustafa Kemal, ittihatçıların önde gelenleri ile yakın ilişkiler içinde bulunmaktan bilhassa kaçınmış ve onların hâl ve hareket tarzlarını benimsememiş ve yanlış bulmuştur. Ancak, ilk başta kendisinin de belirttiği gibi, ittihat ve Terakki'nin "esas gayesini" benimsemeye devam etmiştir.
Hamit devrinde sikilmiş sıpaya cevrilen orduyla iki kez ingiliz tokatlamışlardır. Oyle ki hamit'e tapanlar bile o kutlu zaferleri her yıl tüyleri diken diken anıyor. Günü gelecek hamitçılık zirvalıklarına çocuklar bile daşşaklarinı sıkarak gülecek.
Siyonizmin kurucusu tarafından bizzat desteklenip Abdülhamit Han'ın devrilmesiyle onun yerine geçen ş... Ordusu.
Müslüman Türk'ün yediği sondan bir önceki darbedir bu.
Anasını isviçre medeni kanunu usüllerince Karadeniz vapurunda Avrupalılara kırbaçlatanlara bile vatan edebiyatı yaptıran kara oluşum.
Sırıtmızdaki hançer.
işte bu, bu fedailerin yazılmayan öyküsüdür.. Tuna’ya bakarken tüfeğine yaslanıp türküler yakan fedailerin öyküsüdür.. Bu Bosna’da doğup, Kudüs’te büyüyen; Libya’da gazi olup Kafkaslarda şehit düşen fedailerin öyküsüdür.. Bu hamurları barutla yoğrulmuş, ruhları cihadla üflenmiş, damarları ateş ile doldurulmuş, simaları cehennem misali kızgın, köstekli saatlerinde kurşun izleri taşıyan, kalpaklarına “Hilal” işleyen fedailerin öyküsüdür..
Bu kurşuna dizildiği vakit akan kanı “Vatan” yazan Yüzbaşı Yakup Cemil’in öyküsüdür..
Bu Medine’de Peygamber kabrini savunurken kıtlık sebebiyle askerleriyle beraber aylarca çekirge yiyen Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa’nın öyküsüdür..
Bu Sadrazam Mehmet Talat’ın öyküsüdür. Dâr-ı gurbette bir Ermeni kurşunuyla vurulan; yırtık ayakkabısıyla güpegündüz koynundan kan sızarak sokak ortasına düşen Talat’ın..
Bu Beyaz Atlı Türk’ün, Bahriye Nazırı Ahmed Cemal Paşa’nın Tiflis’te kurşunlanışının öyküsüdür.
Bu Enver’in öyküsüdür! Bilir misin Enver’i? Hani ismail’miş diğer adı… Uzatmış boynunu kör bıçakların önüne. Kurbân etmişler bir bayram sabahı; Altaylardan Tuna’ya işlediğimiz tüm günahlara kefaret. Kanı temizlemiş tüm dünyayı. Gömmüşler Çeğen Tepesine…
“Allah” için, “Vatan” için, “Namus” için, “ittihad” için ölen Enver’in öyküsü!
demokrasi, bağımsızlık, özgürlük ve hürriyet aşkıyla ömrü kah şehirde, kah dağda geçmiş yiğitler.
kendilerine küs devleti cephe cephe savunan, küllerinden yeni bir devlet kuran yiğitler.
bağımsızlık ve milliyetçilik aşkını canlarının önüne katıp, ruhlarını hürriyetle boyayan yiğitler.
dertleri para, mal, mülk değil; vatan ve haricen yalnız yari olan yiğitler.
yolunuz yolumuzdur..
türkçülük, bağımsızlık ve hürriyet..
yüzbinlerce şühedanın kanı bahasına kazanılan meşrutiyetimizi mahvedip yerine yine istibdadı ikame etmek üzere istanbul'da o köhne bizans'ın yıldız burcunda ikamet eden baykuş, insan kanı emmekten, öksüz yetimlere gözyaşı döktürmekten mütelezziz olan haris, 600 senelik muhteşem muzaffer bir milletin tarihini, ecdadının namusunu lekeleyen o insan kıyafetindeki canavar, istanbul'da avcı taburlarını iğfal ettirmiş, para mukabilinde namuslarını satan o alçaklar da sair muti askerleri cebren ve tav'an isyanlara iştirak ettirmişlerdir. orada ne kadar hamiyyetli kardaşlar, ne kadar genç mektepli zabitler varsa cümlesi birer suret-i feciyyede şehid ediliyorlar. işte, bu şühedanın içinde asar-ı tevfik zırhlısı kapudanı ali kabuli bey de var. istanbul'un erbab-ı namusu pencerelerinden bile bakmaya cesaret edemiyorlar. makarr-ı hilafet kan ağlıyor. payitaht bizden, ordudan, imdad bekliyor. vatan gidiyor! millet mahvoluyor ! ne duruyoruz!? bizde cesaret, bizde hamiyyet yok mu!? işte ben, tekmil servetimi ordunun masarif-i iftihariyyesine hayatımı, hayatımı da vatana feda ediyorum. hürriyetin istihsali için benimle beraber istanbul'a gidecek içimizde kaç kahraman var?
Sonsuza kadar tartışılacak bir konu olmasına karşın, Türk siyasetine, türk ordusuna, türk toplumuna getirdikleri yenilikler ve enerji inkar edilemeyecek olan yapılanma veya harekettir. Bugün yaşanan durumların pek çoğu bu döneme dayanmaktadır.