Yeni almış olduğum buket uzuner kitabıdır fakat okumaya başlamama rağmen ve neredeyse ortalarına gelmeme rağmen hala akıp gitmeyen bitmek bilmeyn bir kitap . Hayal kırıklığına uğrattı bu sefer buket uzuner .
16. sayfada bıraktığım kitap. sonraki sayfalara bakıp bir şey kaybetmediğime de emin oldum. daha kötü bir giriş yapılamazdı, ben de atladım. kitap gerçekçilikten , samimiyetten duygudan yoksun, yazılmak için yazılmış. amaç istanbulu abartmak,nasıl daha fazla övebilirim sorusu üzerine yazılmış, yavan bir kitap.
Bulundukları semtten Eminönü tarafına giderken 'istanbul'a gidiyoruz' diyen insanlar..Kalmadı fazlaca artık bunlardan.
Annemin halası hayattayken oğlu için 'bugün istanbul'a gitti'derdi.
Kurgusu çok güzel, istanbul' lu olmanın yanı sıra türkiye' li olmaya da ciddi dokundurmalar yapılmış ve bu mevzu için çok yerinde bir mekan seçilmiş. Milyonlarca yabancının en az 1 saatliğine yabancı veya öteki olmaya aldırmayacağı aldırsada anlamı olmayacak bir yer: istanbul Atatürk Hava Limanı.
aynı olayları farklı farklı kişiler tarafından değişik pencerelerden gözlemek hoş. Ama bir eksiklik var sanki, tanımlayamadım. bu tarzın eksiksiz olanı için
(bkz: Elif şafak)
(bkz: Aşk)
Gereksiz kahramanlar var hikayede, bu durum okuyucu yoruyor. Hele ki tüm kahramanların bir yolla esas kızı tanıyor olması çok sıkıcı. Bir ara bu Belgin' i bir ben tanımıyorum heralde hissiyatına kapıldım. Sonra esas oğlanın adını Ayhan koyması ucuz olmuş.
Yine karakterle ilgili tutarsızlıklar var. Ordu lu ilyas Batur Can' ın birden bire trabzon lu çıkması, Ayhan' ın taksiye aslında binmediği üzerinden kurulan aslında hoş olmuş kurgunun ilerleyen sayfalarda yine gereksiz bir kahraman tarafından yalanlanması. Aynı sahnede aynı kurgunun taksideki başka biri için işlenmiş olmasını yine ucuz buldum( Mehmet emin Entek in taksiyle havalimanından ayrılması bölümünden bahsediyorum.)
Kahramanların hemen hemen hepsinin "be!" ünlemiyle konuşması rahatsız edici. Kahramanları elbette yazarlar oluştutur. Aslında hepsinin aynı kişi olduğunu okuyucu olarak hissetmek kitabın içinde kaybolmaya, kendini hikayeye kaptırmaya engel oluyor.
son olarak sevdiğim bir kaç tespiti oldu. Bir kız çocuğunun babasıyla yaşadığı aşka dikkat çektiği tespitleri ve kadınların beyaz atlı prenslerinin çıkıp geleceğine olan ütopik ve bir o kadar melankolik acı hayallerine dokunuşu çok lezzetliydi.
Meselenin ocak 2011 sayısında semra topal imzalı bir yazıyla sıfatı apaçık ortaya konulan roman: istanbul'un turistik imge olarak algılanışına hizmet etmekten başka bir şeye yaramayan bir kitap.
Kitaptaki diyaloglar hayret vericidir. Bunları yazmak için yazar olmaya hiç gerek yok, gözlem gücünden yoksun herkesin yazabileceği bir roman.
türk önyargısını betimleme amacını gördüğüm bir kitap. ancak kitap şimdiden birçok dile çevrildi ve gösterilen türkiye manzarası tartışmaya açık bir üslupta okuyucuların karşısına çıkıyor.
açıkçası iki saatin içerisinde 200 sayfasını okudum kitabın. tamamlayıp yazacaktım ama tahammül edemedim. tek kelime kullanabilirim: fason. kitaba önsöz yazmış sayın uzuner, bu kitaplarını fazla önemseyen, açığa kavuşturmak isteyen yazarların tribidir bana göre. bir diğeri eğer bunu yapıyorsa farklı şekilde yapabilirdi. örneğin beyaz kalenin sonsöz kısmı gibi etkileyici bişey yazabilirdi uzuner. ama ilerledikçe üslubun olmadığı, batı özentisi türkçe konuşan yapay kişileri bile özenti bir biçimde eleştirdiğini görüyoruz. türkiye panoraması yapacak kadar türkiyeyi bilip bilmediğinden bile şüpheliyim açıkçası. ve bu iki yüz sayfa sonunda söyleyebileceğim şey biraz acımasızca olacak ama: bu bir roman değil. farklı ağızlardan yapılmaya çalışılmış sosyolojik tespit yığını. ama bu niteleme bile romana büyük geliyor çünkü tespitlerinde ciddi bir izlenim bırakmıyor. yavan bir politik. benim çocuklarım da, ileride olacak öğrencilerim de adını bile duymayacaklar bi yerlerden. ama her biri marcel proust'u, tanpınar'ı, atay'ı, romancı olmamasına rağmen tek ve eşsiz bir romanı bulunan rilke'yi, hatta pamuk'u bile duyacaklar okuyacaklar ve yeni bakış açılarıyla değerlendirecekler. uzuner ise 4 yılını harcadığını söylediği romanıyla kaybolacak.. kitabı bitirdiğimde daha ağır bir eleştiri getirebilirim.
üzülerek söylemek istiyorum ki hiç ama hiç beğenmediğim bir kitaptır. kumral ada mavi tuna nasıl bir şaheserse bu kitap bir o kadar kötüdür. beğendiğim tek şey belgin ve ayhanın sevişme sahnelerinin çok güzel anlatılmış olmasıdır, tıpkı bir ayin gibi.. başka da bir şey yoktur zaten akılda kalabilecek.
--spoiler--
istanbul atatürk havalimanı. modernitenin ve şehrin sınırında genetik bilimciden gurbetçi işçiye, taksi şoföründen ünlü bir heykeltıraşa, tuvalet temizlikçisinden mimarlar odası eski başkanına kadar istanbullu 15 kişinin yolları kesiştiğinde yüzyılımızın göçlerle genişlemiş istanbul'undan, dolayısıyla türkiye'sinden bir kesit ortaya çıkıyor. bir istanbul romanının olmazsa olmazı aşk elbette baş köşede yer alıyor. büyük bir tehdit altında başlayan gerilim dolu dört saat boyunca istanbul, belgin ile ayhan'ı kendisiyle ve aşkla hesaplaşmaya zorluyor.
--spoiler--
iki yıldır istanbul da yaşayan biri olarak bana istanbulluluğumu sorgulatmış, artık istanbul dan vazgeçemeyeceğimi anlamama yardımcı olmuş roman. tasvir ve tekrarlar zaman zaman sıksa da okuması keyifliydi.
basım hatalarının her şeyin önüne geçtiği kitap. bir de karakterler aynı cümleleri tekrarlayıp durmasa. belki de ben anlamıyorum diyorum, kendimi yerine koyamıyorum onların insan kendine bunu böyle dert edebilir diyorum, ama yok yok olmuyor. aynı cümleleri oku oku sıkılıyor insan ne ikna edici gücü var ne anlatımı zenginleştirici. hele basım hataları, o kadar sinirimi bozuluyor ki okurken, sonunu merak etmesem bırakacağım okumayı, kendimi zorlayıp duruyorum, sayfa, paragraf falan atlıyorum.