ahmet ümit'in haziran ayında yayımlanmış kitabıdır.polisiye tarzındaki yazılan kitabın konusu istanbul'da 7 gün içinde, istanbul'un her biri farklı bir hikayeye, farklı bir hükümdara uzanan anıtsal bölgelerinde avuçlarında o dönemin hükümdarına ait sikkeler bırakılmış cesetler bulunmaktadır.cinayet masası komiserlerinin bu cinayetleri çözme aşamaları, bulguları, her cesetle tarihin biraz daha içine hapsolmaları, çoğu zaman kaybolmaları, ama yine aynı tarihten yararlanarak katillere ulaşmaya çalışmaları anlatıyor.kitabın kaba özeti bu şekilde.ama okunduğunda görülecek olan şey şudur ki; yazar ne sizden bu cinayetlerin sorumlusu katili bulmanızı, ne de polisiye bir heyecanla bu heyecana katılmanızı istiyor.kitap daha çok sizi istanbul'u vicdanınızla dinleyin, bir durun ve söylediklerine kulak verin, istanbul can çekişiyor demeye çağırıyor sanki.çünkü tarihle günümüzün harmanlandığı kurguda her padişahla, her savaşla, her dönemle,her dönemin bir anıtıyla, kültürüyle, camisiyle,türbesiyle, sarayıyla, surlarıyla, sarnıcıyla tanıştırdığında cahilliğimizi, duyarsızlığımızı yüzümüze vuruyor adeta.belki de sırf bu duygu altında ben okurken katil hiç çıkmasın ortaya, devam etsin davasına, şaşırtmaya, bize belki de can alarak,istanbul'a can bağışlasın istedim.
güzel kurgulanmış, harmanlanmış bir kitaptı.belki de tek rahatsız edecek konu fazla mesaj kaygısı içinde kaleme alınmış olmasıydı.neden bilmiyorum ama okurken bir kaç kez dan brown etkisinde kalınmış gibi hissettim.ama bir yandan da mesaj bize bas bas bağırılmazsa, gözümüzü gözümüze sokulmazsa onu anlamayacak, yanlış yorumlayacak ya da görmezden gelineceği korkusu da oldukça geçerli bir neden.
Bir eski resim duvarda
Belki beti belki Pola
Markizde oturmuş sakin
Seyrediyor zamanı gözlerinde tozlarla
Ah bu ne sevgi bu ne ızdırap
Bu şarkıyla gönlüm ne harap
Al al olmuş gül yanaklarımız
Bu mahcup bu eda bu hal
Bir mısra gibi ağzınız
Dillenmemiş dinlenmemiş bakire aşklarda
Günlerden güz mevsim sepya
Bir tüy kalemle yazılmış bekler
Bir hayat daha olmalı der gibi
Kahverengi tonlarda uykularda
istanbul hatırası
Bir yerinde altın yaldızlı tarih ve yazı
Sorun şu. Yaşadığımız coğrafyayla ilgilenmiyoruz. körler Ülkesi'nden, karşıdaki kartal başının nasıl göründüğü bizi ilgilendirmiyor çok. istanbul'a ismini veren adamların kim olduğunu iplemiyoruz...
Byzas'tan Fatih'e kadar uzanan büyük metrajlı tarihi ölçecek bir mezurayı nerede buluruz takmıyoruz kafaya. manifaturacılar lan, bu ülkeye, bu kente, bu insan vitrinine el emeği estetik taşıyan esnaf tayfası nereye gitti; umrumuzda bile değil...
Sorun şu, hatıraları da hayatı da kenti de insanı da kaleme alan bir tarih var. Hasbelkader gelirse ayağımıza "Vay ulan arkadaş, nasıl bir düzenek bu?" diye kısa ömürlü bir ürperti yaşıyoruz. O kadar...
Sorun şu. Lüferin bile bir hafızası var, 15 saniyede bir de olsa şaşırıyor. Peki ya biz? sorun büyük arkadaş...
meselemizi hatırlattığı için Ahmet ümit'e bir selam çakıyorum...
ha, ne, kim, Ahmet neydi?
ah ulan be arkadaş...
sezen aksu söylüyor adlı 1989 senesinde çıkan, ve de her daim sezen aksu'nun en iyi albümü olduğuna kanaat getirdiğim albümündeki düzenlemesi ile, her daim daha da vurucu, can yakıcı olan, mükemmelden de öte bir parça.
en 'şen şakrakım, hareketliyim' diyen adamı bile hak yoluna getirebilir, anında gözlerden yaşları bilinmedik, sürüklenmeyen bir yere bırakabilir, geri dönmemecesine...
ahmet ümit'in 2010 yılında çıkan yeni kitabı.
bir çırpıda okunuveren,istanbulu ve tarihi seven kişiler için ballı lokma tatlısı olacak bir eser.
her bölümünde elinize kağıt kalem alıp,okuduğunuz tarihi yerleri not edip,hemen gezmeliyim buraları hissine kapılıyorsunuz.
baş kahramanımız komiser nevzat'ın duygularındaki gel gitlerle siz de gel git yaşıyor,katilin kim olduğuna mı yoksa istanbulun güzelliklerine mi dikkat kesileyim diye düşünüyorsunuz.
biraz dan brown'dan etkilenilmiş hissine kapılıyorsunuz ama ilerleyen sayfalarda nevzat'ın duyguları,düşünceleri sizi bir oraya bir buraya sürüklediği için şaşıp kalıyor,bu durumu da ahmet ümit'in yeteneğine bağlıyorsunuz.
bazı sayfalarda "öf bunları anlatmanın ne gereği var?!" diye serzenişte bulunuyor,fakat kitap bittiğinde "dur lan,şu sayfaları bi daha okuyayayım" deyip sayfaları karıştırmaya koyuluyorsunuz.
son bölümlerine geldiğinizde "vay bee" nidalarıyla çeviriyorsunuz sayfaları.
kısacası güzel,pek güzel,çok güzel.:)
Aklıma takılan, bazı soruların cevap bulmadığı kitap oldu,
dili gerçekten keyifli, uykumdan keserek okuduğum kitabın sonunda
--spoiler--
Beyaz minibüs sorusu cevap bulmadı, aynısından 2. kurbanın damatında da vardı, Namık'ta da,
hani en fazla kendiniz cevaplayabiliyorsunuz bu soruyu Yekta ve Demir araştırmışlar da 2sinde de beyaz minibüs olduğunu o yüzden mi beyaz minibüs kiralamışlar,
ayrıca 6. kurban avukat da olmasa komiser nevzat'ın, minibüsü araştırtıp, kime kiralandığını bulması gerekmez miydi?
Yani o ajandaya bakmadan arkadaşlarının katil olduğunu öğrenebilirdi, daha sonra giderdi yekta'nın evine.
--spoiler--
Ama genel olarak, okuyun, okutun, dili, akıcılığı, Kalemine sağlık Ahmet Umit.
ahmet ümit'in çok beğendiğim bir kitabıdır. tarih içerikli romanları sevmesem de istanbul hatırasında tarih çok iyi bir şekilde harmanlanmış olaylara. genel tarzı itibariyle kimin katil olduğunu hiçbir zaman anlayamadığım kitaplar yazan ahmet ümit'in bu romanında da katili bulamadım.