Olm kıskanıyorum bu adamı lan. Ben de boş yapıyorum. Ben de sağa sola sallıyorum. Ben de bir ordan bir burdan radikal tavır sergiliyorum. Benim niye abidik gubidik sevenlerim yok bu kadar. Benim neyim eksik. ismet özelden de daha yakışıklıyım bence. Yeter he.
Hayatı boyunca Daldan dala zıplamış, eli sıcak sudan soğuk suya değmemiş, bir o kadar da çok büyük dava adamıymış gibi kibirden, egodan boğulmuş biridir. Gerçek haysiyet sahibi insanları beğenmez ama dediğim gibi kendi ödediği hiçbir bedel yoktur. Rahat zamanlarda atar tutar.
Radikal islamcı söylemlerde bulunmasına rağmen laikçi takımından peşine taktığı çok tipte vardır bu arada. Ay fikirleriyle ilgilenmiyorum yhaa diye. Bak bu tebrik edilesi.
dünyanın en egoist adamıdır. hem de ikinciyle arasında denizler kadar mesafe olduğuna eminim. deus otiseus inancına sahipken toplumcu sosyalist bakış açısıyla yazdığı şiirlerine ve islamiyeti kabul ettikten sonraki şiirlerine bakıldığında ortak nokta ismet özel'in benidir. bütün imgeleri oradan doğar. biraz daha karmaşık bir şiire dönmesinden başka da değişen bir şey olduğunu sanmıyorum.
partizan şiirindeki "ölürsek bir parzizan gibi ölmeliydik." dizesine karşı edip cansever "Bu şiirde partizan kelimesi yerine haziran kelimesini koysan hiçbir şey değişmez." der. gerçekten de değişmez. çünkü ismet özel'in yaptığı bütün şiirlerinde inandığı her şeyden önce "ben"ini ve yeteneğini göstermek istemesidir. "partizan" kelimesini o yıllarda sadece içinde bulunduğu toplumcu anlayışın gereğini yapmak için kullanılır.
aynı şekilde dine döndüğünde kullandığı bazı kelimeler de yine "gereğini yapmak" içindir. bakınız "evet isyan" şiirinden:
"
ben karakavruk yüzümün arkasında
kırbaçlayarak büyüttüğüm ağrıyı bırakıyorum
bana ne çerçilerden, çerilerden, kullardan
halksa kal’am onu kal’a kılan benim
(...)
Ben merd-i meydan
yani toprağın ve kanın gürzü
güllerin bin yıllık mezarı bendedir
yukardan bakarım efendilerin pusatlarına
insanların bütün sabahlarını merak ederim
gök hırpalanmaktadır merakımdan
ıtır kokan benim yumruklarımdır
benim kavgamdır o, aşk diye tanınan."
aşk da kendisi halk da kendisi. kullanılan kelime "halk" da olsa "eşref i mahlukat" da olsa -birini toplumcu anlayışın ve diğerini de islam anlayışının insanı yüceltmek için kullandığı kelimeler olarak düşünüyorum. tam bir karşılanma yok çünkü birbirinin zıttı değiller.- toplumcu anlayıştan vazgeçişle yazdığı şiirlerde de sadece "halk" kelimesinin ortadan kalktığı görülür şiirlerin bütün havası aynıdır. yerine bazen "kandil, minare, allah" ya da allah ı imgeleyen kelimeler gelir. fakat ismet özel bunları kendini yüceltmek için kullanmayı bilmiştir, "amentü" şiirinden:
"Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak.
Ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerkederek
varoldum kayrasıyla Varedenin
eşref-i mahlûkat
nedir bildim."
ya da "karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak" şiirinden:
"benim adım insanların hizasına yazılmıştır
her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu
keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım
ölüm ve acılar çatsaydı beni
düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak
sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı."
dizelerinde de halka ya da toplumcu anlayışa dair bir şey göremesek de temanın şairin kendi benliği etrafında şekillendiği bellidir. bu yüzdendir ki şairin"partizan" ya da "haziran" demesi edip cansever in dediği gibi şiir severler için birdir. hiçbir fark yoktur.
ismet özel'in hayatının ve şiirinin iki dönemi var gibi düşünülüyor ancak yetmişlerin başında islam inancına dönmesindan sonra yazdığı şiirlerde uzun yıllar gelgitler görülüyor "akdeniz'in mora çalan mavisi"ni yazdıktan sonra "amentü"ye geçişi gibi...
tabii ki bu edebiyat tarihçisi için karışıklık gibi görünse de şiir sanatı açısından bir fark yoktur. bu kadar konuşup sonunda övmek istemezdim fakat ismet özel şiire soktuğu duyulmadık kelimeler, yoğun ve özgün imgeleri ve benliğini öne çıkaran tarzıyla türk şiirinin önemli bir yeteneğidir. herhalde sağ ve sol görüşü kendisini "itici" bulmak konusunda birleştirebilir. o kadar da itici biri.
birlikte yola çıktığı yarı yolda bırakılan arkadaşı "ataol behramoğlu" onun sürekli bir "yeni adam" ve "başka biri" olma arzusunda olduğunu söyler ve:
"ilk şiirlerinde bütün isyancı tonuna karşın, henüz yeterince toplumcu olamayacak kadar ergenlik boğuntularıyla doluydu. Bugün de onun yeterince dindar olamayacak kadar aynı boğuntuların etkisi altında olduğu ve üstelik (gerek Evet, isyan’ın gerek
son kitabın birçok şiirinin açıkça kanıtladığı üzere) kişiliğinde toplumcu bir
dünya görüşünün derinliğine izler bıraktığı kanısındayım” der.
behramoğlu bunları yetmişlerde söylediyse de ismet özel şiirinde günümüze kadar değişen çok fazla bir şey olmadığını söylemek mümkün.
yine de güzel mi bakınız oldukça güzel:
içimden şu zalim şüpheyi kaldır ya sen gel ya beni oraya aldır
Ağzının bir kıvrımından cesaret bularak
ter yürekte susayışlar yaratan yağmurlara açıldım
kalmışsa tomurcuklar önünde sendeleyen çocuklar
kalmışsa bir kaç ısrar ölümle yarışacak
onların yardımıyla dünyamıza acıdım.
Dünya. Çıplak omuzlar üzerinde duran.
Herkes alışkın dölyatağı bersalarla ağulanmış bir dünyaya
Benimse dar
çünkü dargın havsalamın
gücü yok bazı şeyleri taşımaya.
Önce kalbim lanete çarpa çarpa gümrah
sonra kalbim gümrah ırmakları tanımaktan kaygulu
sakın Styks sularının heyulası sanmayın
er gövdesinde dolaşan bulutun simyası bu,
biraz üzgün ve Ömer öfkesinde biraz
öyle hisab katındayım ki katlim savcılardan sorulmaz
ne kireç badanalı evlerde doğmuş olmak
ne ellerin hırsla yaban tutuşu
ne fabrikalarda biteviye üretilmekte olan kahır dev iştihasıyla bende kabaran aşkı yetmez karşılamaya.
insanlar
hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır o ferah ve delişmen birçok alınlarda betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır
çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim
şakaklarıma dayanınca güneş
can çekişen bir sansar edasıyla
uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum
kadınların sahiden doğurduğuna
toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum nicedir kavrayamam haller içinde halim
demiri bir hecenin sıcağında eriyor iken gördüm
bir somunu bölünce silkinen gökyüzünü su içtiğim tas bana merhaba dedi, duydum
duydum yağmurların gövdemden ağdığını.
Sen ol küçük bir kıvrımdan, bir heceden aşk için bir vaha değil aşka otağ yaratan
sen ol zihnimde yüzen dağınık şarkıları
bir harfin başlattığı yangın ile söndür
beni bir ses sahibi kıl, kefarete hazırım
öyle mahzun
ki hüzün ciltlerinde adına rastlanmasın.
böylesine vurucu, kreatif tümceler karalayabilen bir beynin, adına islam dedikleri; cehaleti, acıyı, açlığı, katliamları 21. yüzyıl sahnesine taşıyan kapkaranlık bir arap mitolojisini övdüğünü görmekten hicap duydum. utancımın yerini saniyeler sonra öfke aldı, monitöre tükürmek istedim.
o utanc verici hezeyanlarını mikrofona sıçarken; stüdyoyu basmak, göğsündeki mikrofonu söküp önündeki çay bardağının içine atmak, kendisini omuzlarından tutarak sarsmak istedim. yapamadım. bu yüzden şuan okudugun entryi yazıyorum.
şeriatçı olması büyük şair olmasını değiştirmez. en azından diğer büyük şairler gibi erkek orospusu değildir.
Yıkılma Sakın
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazısı tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin tutulduğu yerden parlayan şiir. Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?
Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşmazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
Boşuna mı sokuldu bankalara petrol borularına kundak
kurşun işçinin böğrünü boşuna mı örseledi
varsın zındanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.
Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak...
''olmasa da olur'' adamlardan. marjinal konuşmak adına çok iyi saçmalayabilme kapasitesine sahip biri. net anlaşılmamak için extra çaba harcıyor olabilir.
Güya yüksek değerler için edebiyat parçalayıp atıp tutan ama haklı bildiği şeyler için bedel ödemeye gelince ömür boyu hep ödleklik edip kaçmış altı üstü laf cambazı.
Ben müthişim bana aykırı herkes bok zihniyetiyle yaşıyor bu dayı. Yaramaz adam.
tanrı bu kadar saçma bir insana bu kadar güzel şiir yazma yetenegini nasil vermiş gerçekten hayret verici bir durum. başlı başına ibretlik bir hikaye. fikirsel olarak bu kadar boş bir adam daha yoktur yeryüzünde.
bu kitabı yazan birisinin bu devirde içeride olmasını beklerdim.
"Henry David Thoreau, Abd'nin Meksika'ya karşı yürüttüğü emperyalist savaş sırasında konan nüfus başına 1 dolarlık vergiyi; "ödediği dolar bir adam öldürmek üzere, başka bir adam veya tüfek satın almaya yaramasın" gerekçesiyle vermeyi reddedince bir gece hapis yattı.
Kendisinden on dört yaş büyük olan ve bir çok özgürlükçü düşünceyi kendisiyle paylaşan Raplh Waldo Emerson, telaşla arkadaşını görmek üzere onun hücresine girdiğinde aralarında şöyle bir konuşmanın cereyan ettiği anlatılır:
"- Henry, sen neden buradasın?"
"- Waldo, sen neden burada değilsin?"
Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Aşklarım, inançlarım işgal altındadır
tabutumun üstünde zar atıyorlar
cebimdeki adreslerden umut kalmamıştır
toprağa sokulduğum zaman çapa vuran adamlar
denize yaklaşınca kumlar ve çakıl taşları
geçmiş günlerimi aşağılamaktadır.Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında.
Ve rüzgar buruşturuyor polis raporlarını
kadınlar fazlasıyla günaha giriyorlar
bazı solgun gömleklerin çözük düğmelerinden
çelik tırpan gibi silkiniyor çocuklar
denizin satırları arasında.
Gece arsızca kükrüyor paslı beyninde şehrin
küfre yaklaştıkça inancım artıyor.Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında
öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda
acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman
acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim.
Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın
başından başlayabilirim.