Okurken labaratuarlarında görmeye alışık olunanların aksine; kum, çimento, kazma. kürek görülesi bir bölümdür.

Meslek hayatı mı ?

Amelelerle aynı menemen tavasına ekmek banarken ' Bunun için mi okudum? ' demek paha biçilemez.
--spoiler--
"Şantiyeci yaradanı tarafından 'yardır ya kulum' denilmiş insandır. Dayanıklıdır, +40 -40 demez, her koşulda yardırır. Adaletlidir üstüne söver altını ezer. Uysaldır, sigara arasında bir araya gelir şantiyesine,projesine,yönetimine söver sayar, dakka başı istifa eder, ama sigarası bitti mi hadi ben sahaya kaçtım der çalışmaya devam eder. Ekonomiktir az yakar hızlı kaçar, sabah çay kahve sigara akşamda 2 bira çakar devam eder. Organize ve dakiktir, hiç bir işini geciktirmez olsa olsa ya on going tir ya da dış mihrapların parmağı vardır. Cesurdur, altındaki arabaya bakmadan sahada yardırır, kepçe operatörüne giydirir. Korur kollar, sahada nerde malzeme unutulsa işine yarasın yaramasın alır sahip çıkar yetim öksüz bırakmaz. Yol yordam bilir, koyar postasını nabız yoklar olmadı döner ağam paşam çeker götü kollar. Renkli bir karakterdir, üstünde yeleği kafasında bareti yüz metreden belli eder kendini. Emekçidir, öyle merso BMW ferrari çekmez onu, çıkar jcb nin üzerinde çektirir profil resmini. Kalender meşreptir,nefes alsın yeter. Sahiplenir, iş bitti mi aha burayı ben yaptım der, babasının malı zanneder. Yaratıcıdır, her dilde her şivede küfreder, kendine has küfürleri ile nam salar, adını ölümsüzleştirir. Kafadan kırıktır biraz, şantiyenin tozu sıcağı soğuğu sigaranın dumanı akşamdan kalma baş ağrısı derken, devreler yanar a'cayip geyik muhabbeti yapar.
Anlatılmaz yaşanır 'şantiyeci'.
Tanısanız çok seversiniz lan, dışlamayın bizi."
--spoiler--

işte böyle bir şeylerdir.
kışın kar yağsa da şantiyedeki kil, toprak buz tutsa yeter ki çamur olmasın diyen insandır. sıcaklığın eksi derecelere düşmesini bile arzulatır insana bu iş. ofis boy gibi takılanlar hariç tabi. en kısa özeti bu benim için.
mesleğim.

pazar gününüz tatildir. cumartesi akşamı 22:47 suları. 55 inç dev led lcd tv'nizde hatununuzla aşk filmi seyretmektesinizdir. ortam güzeldir. romantizm vardır, gitgide artmaktadır. aniden iphone'nun çalar. telefonun ekranında bir isim, demirci ercan usta. ''abi, yarın yapı deneti...''

daha fazla yazmaya gönlüm razı değil. mesleğimi seviyorum.
kaç yıl okuyup bunu yapıyorsanız, görsel
kusura bakmayın ama ben okuduğunuz okulu da sizi de sikeyim.
devlet su işleri veya karayolları genel müdürlüğünde çalışıyorsanız prestij, tcdd'de çalışıyorsanız bir hiçtir. piyasada çalışanlar için durum çok daha vahim tabii, ilk birkaç sene ezerler.
kazanması çok zor olmayıp okuma kısmında zorlandığım bölüm.
tercihlerime yazıp yazmamakta kararsız kaldığım bölümdür. kimisi bu mesleği övüyor, kimisi sövüyor; gerçekten bilgisi olanlar mesaj atarsa birkaç sorum var.
-bitiripte işsiz kalmanız mümkün değildir.
-okuması zordur.
-çalışma şartları ağırdır.
-prestijlidir.
-maddi getirisi ilk 2-3 yıldan sonra yüksektir.
-sorumluluğu fazladır,hata kaldırmaz.
babanız müteahit değilse makine ya da elektrik mühendisi olun daha iyidir.
piyasada, teorik bilgiyi ilkokul mezunu müteahhide ve işçiye aktarabildiğin kadar mühendissindir.
eğitimi esnasında ne tip özellikte bir bilgisayar kullanılmalı merak konusudur. **
son yıllardaki "inşaat ya resulullah" rüzgarından aldığı gazla, arz-talep eğrisinde talep yönünde bükülmeler olan mühendisliktir. bir zamanlar da petrol-doğalgaz mühendisliği böyle gizli santrafordu. alttan alttan bayağı yükseltmişti taban puanlarını. lakin şimdi maden mühendisliği ile aynı seviyeye geldi. matematik mühendisliği de düşen değerler arasında.

temel mühendislik dalları içinde yani makine-elektrik-inşaat içinde böyle kötü durumlar yaşanmaz. yani kalkıp da harita mühendisliği, hiç bir zaman inşaatın taban puanını geçemez. fakat görülüyor ki inşaat, böyle giderse makineyi tahtından edecek ki zaten bazı okullarda etmiş bile. talep yönünde müthiş bir artış var. kontejyanlarda da aynı oranda bir artış. ben 2006 yılında 16bin küsürüncü olarak ilk yirminin içinde girmiştim. şimdi bakıyorum da ilk 100 de giremiyorum bölüme bu sıralama ile.

bunun nedeni de ali ağaoğlu-sinan çetin ikilisinin bok yemesi tabi. ayrıca sanırım bölüme giren genç arkadaşlar, mezun olduklarında über kurumsal yapılı türk inşaat firmalarında "müyendiz bey" olarak çalışacaklarını hayal ediyorlar. mutlu bir azınlık bu emeline ulaşacaktır mutlaka. geri kalan çoğunluk içinse kötü haberlerim var.

tünelin bu ucu bombok bir yere çıktı. bizim meslekte kurumsal yapı diye bir şey yok arkadaşlar. var ama yok. türk firmalarının bildiği tek kariyer sistemi, istifa edene kırmızı kalem çekmek, kalana da -özellikle şantiyeciye- ölene kadar mokoko. tabi bu ana taşeron-alt taşeron firmalar için geçerli. gerçekten ana firma rolünü üstlenen firmada ya da kontrol firmasında işler bambaşka. yurt içindeki firmalarda başat olanlar dışında hepsi zaten taşeron. işveren olsa bile taşeron. ruhlarına işlemiş. yurtdışında da ana taşeron ya da alt taşeronlar. ana firma olarak çalışan ben tek bir firma biliyorum. ona da girmek torpilin torpilini gerektiriyor. bu durumun sonucu olarak da kurumsal yapının k si olmuyor. bütün o chartlar, yönetim şemaları, titlelar falan hepsi yalan. gerçek olan şey ne kadar betonu ne kadar zamanda döktüğün ve proje yönetimi ile olan ilişkilerin.

bir acı gerçek de ofis-saha ayrımıdır. öncelikle, bizim mesleğin mutfağı çok önemlidir. büyük konuşuyorum, sahaya çıkmamış, götüne beton değmemiş adam inşaat mühendisi sayılmaz. çok etkili program kullanabilirsin, ordan burdan bir sürü sertifikan olabilir, maussuz excel de kullanabilirsin. ama sahaya adım atmadıysan, ekip yönetmediysen, adam dağıtmadıysan, "taylot" "pileymüt" "şefim" "bak teli" "10 luk çivi" "kalıp açtı" "pompa şapı" gibi kelimeleri duymadıysan, "vibratör" senin için hınzır bir oyuncaksa, "konfektör" ü görürsem bomba sanıp karakola götürürüm diyorsan kusura bakma kardeşim sen yarım bir inşaat mühendisisin.

fakat saha ve ofisin bu kadar keskin çizgilerle ayrıştığı başka bir sektör var mıdır bilmiyorum. sanırım da yoktur. bir sektör düşün ki, sahada çalışanı yeri geldi mi katillerle, en iyisi lise mezunu olan bir kitle ile, "bizim oğlan da bir baltaya sap olamadı biz de inşaata verdik çalışsın" mantığı ile işçi olmuş yığınlarla çalışırken, ofiste çalışanı genel müdürlerle toplantıya girsin, ceolara sunum yapsın, milyonluk hakedişlerle uğraşsın. yoktur galiba. benim işçilerim arasında adam vurup aşiretten kaçıp yurtdışında çalışan vardı. ordan biliyorum. adamın sallamadığını da google amca sağolsun söyledi. fakat gel gör ki adam "şefim" diyor başka bir şey demiyor. zerre saygısızlık yapmıyor. bu ayrı konu. olayın vehameti açısından anlattım.

sahanın bir kötü yanı da belki de en kötü yanı alışkanlık yapıyor amk. şefsin lan. altında emrine amade bir tabur adam var. 250 kişilik ordum vardı bildiğin. hepsinin elinde keser-pense vur de vuralım öl de ölelim şefim modundalar. şurayı yapın diyorsun, bir bakıyorsun 6-7 saate orda bir şey oluşmuş. sıfırdan. vincler, jcbler, bobcatler falan da cabası. bildiğin büyük büyük oyuncaklarla yok olan bir projeyi sıfırdan var ediyorsun.

saha demek beton demek. beton döktüğün kadar iyisin. ama gel gör ki sahanın yani şantiyeciliğin bir sonu yok. aylık geliri 40.000 dolar olan 65 yaşındaki proje müdürü de sen de sabah 5 te fırıncı gibi kalkıp 6 da mesaiye başlıyorsunuz. ben olsam "götüme mi sokayım 65 yaşımda o kadar parayı amk." derim. ama onlar demiyor. ayrıca "65 yaşıma gelmişim niye sabah 5 te kalkıyorum? daha kaç sene yaşiycam ki" gibi soruları kendilerine sormuyor managerlar. hayatları iş olmuş. insanlıktan çıkmışlar. başka bir açıklaması yok. "ölecem lan ölecem kaç yaşına geldim" demiyorlar. ölseler cenazeleri pompa başından kalkacak. çünkü hayatları boyunca böyle çalışmış ve o makinenin bir çarkı olmuşlar. şantiye dışında bir hayatları yok. zaten günde 14-15 saatini harcıyorsun şantiye için. 12 saat iş, 1 saat işe geliş, 1 saat eve dönüş. 7-8 saat de uyusan sana kalıyor 1 saat. 1 saat lan... 1 saatte ne yapabilirsin ki. "hayatın iş oldu uyan hemşehrim" diyecek fırsatın bile olmuyor kendine. yanlış anlaşılmasın bu şartlar gece vardiyası olduğu durumdadır. eğer gece vardiyası yoksa, yani işi gece devredeceğin ekip yoksa, mesain 15-16 saate de uzayabilir.

"adam ölür beton durmaz" diye bir laf var ve doğru. adam öldü beton durmadı. adamın ölüm sebebi de aylık maliyeti 1000 dolar olan bir çözümdü. neyse. ama o çözümü yönetime anlatamıyorsun. çünkü sahada kaldıkça git gide o beğenmediğin kalfalara benzemeye başlıyorsun. şantiyedeki iş zaten maksimum 6 ayda öğrenilir. geri kalan hep aynı. kalıbı çak, demiri bağla, kalıbı kapat, beton dök. sana bundan fazla sunacağı bir teknik gelişme yok. yeni mezun mühendisler de bu iş için yani üniversite mezunu formen olmak için biçilmiş kaftan.

güzide türk firmalarımızın hiçbiri de sana elle tutulur bir kariyer fırsatı sunmuyor. yani adamın olduğu ölçüde ilerliyorsun ya da olduğun yerde kalıyorsun. vallahi söylüyorum, seni 20 sene sahada tutar sen istedikten sonra. hiç de bir şey demez ki "ya evladım senin başka kariyer hedefin var mı?" ya da" bak seni bu şantiyede kısım şefi yaptım bi dahaki şantiyeye de kısım şefi olarak gelebilirsin." demezler ki "bak seni izledim senin aslında şu alanda daha çok yeteneğin var oraya geç" hiç umutlanmayın. bütün rütbeler, terfiler, iltifatlar geçici. bir sonraki şantiyeye saha mühendisi olarak da gidebilirsin. çünkü yeni mezun çok. adamın sana ihtiyacı yok. genç yeni mezun taş gibi delikanlılar-kızlar var. şantiyeye geldiğinde de en fazla 1-2 aya verimli çalışmaya başlar zaten. bunu bildikleri için türk inşaat firmaları "100 kişi getiririm 5 tanesini kazansam bana yeter" düşüncesindeler.

peki kurumsal yapı neden bu kadar önemli? neden onsuz olmuyor? anlatayım.

saha ofisimde yan masamda oturan mühendis arkadaş amerikan menşeili bir firmada çalışıyordu. ilk etapta aklıma gelen artılarını sayayım:

-her şeyden önce kendi kurumsal yapıları içinde ilk 5 yılda kendi isteği doğrultusunda saha-ofis arası rotasyon imkanı. yani sen kalite kontrol mühendisi olarak mı geldin, bir sene, 8 ay neyse artık çalış, sonra seni başka bir departmana da alırız, orayı da görür öğrenirsin mantığı. kısaca "adam yetiştirme". işte bu bizim firmalarımızda ucuz mühendis iş gücü nedeni ile olmayan bir şey. şu anki bütün firmalar mc donalds gibi kullan-at tarzı mühendis çalıştırıyor.
-kurumun sunduğu online eğitimlerdeki başarılara göre yıl içinde ingiltere ve/veya amerika'da bir haftalık eğitimler. bütün masraflar karşılanıyor tabii ki.
-haftada 1 gün tatil ki ben iki haftada bir yapıyordum. biz iki haftada bir izne çıktığımız için onlar da biz çalışırken işe gelmek isterlerse o geldikleri tatil günü için dönemlik -----dönemlik izin -dönemlik diyorum az sonra anlatıcam- dışında extra izin hakkı.
-4 ayda 20 gün izin. bizde 6 ayda 15 gün, o da verirlerse. "aman döşemeler başladı" "aman ince başladı gitme" "vay iş bu durumdayken izin mi olur" şeklinde bir sürü safsata ile uğraşmaca. adamlara desen ki "abi kanser oldum kemoterapiye gitmem lazım" "son iki döşeme kaldı onları da dök öyle git" diyecekler neredeyse. neyse. diğer izin hakları ile de birleşince 4 ayda 26 gün izin hakkı.
-yılda 6000 dolar daha fazla maaş. birim saate vurduğunda tablo daha da üzücü bir durum alıyor. sen ayda 340 saat çalışarak 500 dolar daha az alıyorsun hesap et artık...
-en önemlisi de kendini kullanılıp atılacak bir çöp gibi değil, hedefleri yolu olan önünü gören bir yönetici adayı olarak görüyorsun. bir title'ı aldın mı onu bırakman kolay değil. önünü görebilmek kadar insana güven veren bir şey yok meslek hayatında. kurumsal yapı olmayan yerde mevsimlik işçi gibi şantiyeden şantiyeye sürükleniyorsun.
-kurumsal yapı olduğu zaman yöneticilerin de kaliteli oluyor. türk inşaat projeleri doğal bir elek. idealist, genç mühendisler "vay ananı skiim nereye düştüm" deyip kendini kısa zamanda sahadan sıyırıyor. doğal seçilim gereği de sahada kalanlar genel olarak -zorunluluktan kalanları tenzih ediyorum- aslında işe zarar veren, başkasına iş kitlemeyi iş yapmak sanan, şark kurnazı, egoist, işten zerre haberi olmayan, yarrak kürek adamlar oluyor. yani adamın yönetici olmasını sağlayan tek özelliği 82843923 senedir sahada olması. kurumsal yapıda belli şartları sağlamadıktan sonra 76985698689 sene de sahada olsan yönetici olamazsın.

bu acı örnekleri daha da çoğaltabiliriz. benim genç mühendis arkadaşlara geleceğe yönelik tavsiyem kesinlikle ofis. diyeceksin ki "ofisçi neden iyi"

-ne demiştim az önce. adam ölür beton durmaz. bayramda seyranda ofis tatil yapar, sahacı yapamaz. ofisçinin tatili tatil başlamadan 5 gün önce peşinen ilan edilir. ofisçi güzel rezervasyonunu yapar, biletini ucuzdan ayarlar tatiline gider gelir. sahacıya da tatil verilecekse son gün mesai bitmeden 15 dakika önce duyurulur ki bir yere gidemesin, tatil dönüşü yorgun olmasın aynı tempo devam etsin.
-ofiste mesai 8 de başlar ama 8:20 den önce gelen pek bulunmaz. işte çayıydı kahvesiydi, poğaçasıydı derken 9 olur. e tabi bi sigara içilir. 9:30 olur. saat 10 gibi maillere bakılır. gerekli mailler gerekli yerlere fyi, fya acil gibi kodlarla yollanır, saat 11 olur öğle yemeği moduna girilir... sahacının ise gece 4 te başlayan ve sabah devralması gereken betonu vardır. kahvaltı bile etmeden, işi dağıtmaya fırsat olmadan geceden kalma pompa eline verilir devam et denir. öğle arası beton devam ederse, yemeğini betonun başında yer. geç kalma gibi bir lüksü yoktur.
-her fırsatta 3. sınıf adam muamalesi görür sahacı. aldığı maaşın senin döktüğün betondan geldiğini idrak dahi edemeyen bir sürü andavalın saçma salvolarını elbette savuşturursun fakat moral bozar.
-proje müdürleri bundan 20 sene öncede kalmışlardır. hepsi çok değerli çok kıymetli tecrübeli insanlardır. fakat geneli yeni inşaat sistemindeki ofis-saha koordinasyonunu bilmez. onun bildiği tek iş sahaya basmaktır. ofise baskı yapamaz çünkü o işi bilmediğinden, bilmediği bir konuda kimseyle tartışmaya girip otoritesini sarsmak istemez. her koşulda günah keçisi, saha ve sahacıdır.
-sahada yapılan imalattaki hata kalıp açılır açılmaz göründüğünden fırça yeme süreci daha hızlı ve kesindir.
-sorumlu olduğun yüzlerce adam senin yumuşak karnındır. "sikerim böyle işi" der gidemezsin. akşam her biri otobüsüne binip kampına gitmeden sen sahadan çıkamazken, ofisçi 1 saat de erken gider 2 saat de...
-yani kötünün iyisi. yine seni kazanmak gibi bir dert yok fakat bu sistem içinde kafayı yemeden, motoru aşındırmadan barınabileceğin ve daha mutlu olabileceğin bir alan.

evet... bu ahval ve şerait içinde dahi vazifesi beton dökmek olan sahacının yukarda da saydığım gibi ne kariyer açısından ne de bir süre sonra mesleki tatmin açısından çıkar yolu yoktur. lanet olsun ki emir vermek ve "şef" olmak bağımlılık yapar. bu yüzden insanlar sahadan kopamaz. bir de şanslı iseniz yani kalfalarınız iyiyse ve proje çok "bas bas bas" biri tarafından yönetilmiyorsa daha rahat çalışırsın. ama sonuçta yine sahadasın ve olaya çok dar bir açıdan bakmaktasın. oysa ilerde proje müdürü olmak istiyorsan, satınalmadan, şantiye kampının kurulumuna kadar hakim olman en azından bir fikrin olması lazım. saha seni sadece köreltir. bakış açını daraltır. beton dökmek değil olay. o beton bir şekilde dökülür. önemli olan işi almak, ihaleye girmek, teklifleri hazırlamak. savaşacak asker her zaman bulunur. önemli olan savaşacak yeri belirlemek, doğru ekipmanları ve stratejiyi belirlemek...

biz çılgın türklerin bir özelliği de -ki bu özelliğimiz nedeni ile inşaat sektörünün lokomotifi olmuşuz- işi babamızın işi gibi sahiplenmemiz. duygusal çalışmamız. işe duygusal bağ kurup, işi varlık nedemiz olarak görmemiz. böyle olunca da işimize laf edildiğinde anamıza bacımıza sövülmüş gibi hissediyoruz. oysa bu profesyonel anlamda çalışmak değildir. biz türkler çalışmayı bilmiyoruz. kısa vadelerde verimli çalışıyoruz sonra pertimiz çıkıyor. işe başladığımız ilk 4-5 ay deli gibi yardırıyorsun da sonraki 7 ay grafik devamlı düşüyor. yani arabayı sürekli yüksek devirde kullanıp vites büyütmüyoruz. noluyor böyle olunca. motorun amısını sikiyoruz. çarkların dişlilerin amcuğuna koyuyoruz en güzel tabiri ile. oysa o bu motor bize bir projelik ya da bir dönemlik değil, bir ömür boyu lazım. bunu unutmadan, gerektiği yerde gaza gerektiği yerde frene basıp, gerektiği yerde vites büyütüp öyle çalışmak lazım. sen bize lazımsın şefim unutma... neyse...

bu kadar yazdın da ne demek istiyorsun dersen... en az 1 en fazla 3 şantiye sahada çalışmalısın dostum. çalışmaktan kastım da projeyi tamamlamak. mobilizasyondan, demobilizasyona uzanan süreçlerin görebildiğin kadarını görmelisin. fakat sahacılığa alışmamalısın. sahada yani mutfakta işin temelini aldıktan sonra, organizasyon, insan ilişkileri, şov -ki inşaatta en önemli şey şovdur-, öğrendikten sonra deneyimlerini teklif, maliyet kontrol, planlama vb. alanlara aktarıp klimalı ortamda kahveni yudumlarken sahada beton döken şantiyeciye bakıp "hayırlı betonlar şefim" demelisin. bu sırada götündeki beton izleri sızlayabilir. fakat onlara inanma. sahada kaldığın müddetçe yarrak kürek bir insan olma yolunda ilerlersin. on numara muhabbetin olur, çevren geniştir falan filan. ama bunlar hep aldatmaca hep o dünyanın tatlı yanıdır. sahaya her zaman adam bulunur fakat iyi yetişmiş bir ofisçinin yeri kolay dolmaz. unutma. tekrarlıyorum. önce mutlaka saha, sonra mutlaka ofis.

hayırlı betonlar şefim...
şu anda mühendisliklerin içinde önü açık olan mühendislik dalı.
bazen can sıkan meslektir.
Kararsız kaldığım meslek.

Sermaye var okulunu okumalı mıyım. Yalnız puan bu gidişle bir tek özele tutuyor.

Yoksa anam babam devlette işletme okuyup işin başına mı geçmeliyim.

Yardımcı olun ey dostlar.
devlete girmek için en okunası mühendisliktir.

kendi işini yapmak için de gayet güzel bir meslektir. ama özelde çalışmak isterseniz ordan oraya savrulan, dağın başında çalışan birisi olabilirsiniz.
Malliktir şantiye kir ve pasla dolu bir yaşam.
şantiye tozu yutmadan mühendisim demeyiniz kendinize.
altin bileziktir efenim...turkiyede iken ite kaka bitirmisligim olan bolum... daha sonra yapmadik tabii. gittik ne sikim var ise pilot olduk...yillarca uctuk uctuk. bunye yoruldu...kalp krizi, felc vs derken bir suru badire atlattik. lisansimizi saglik nedenleri ile duvara astik...40 yasindan sonra da daldik santiyelere....allah bereket versin.
“bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? oppenheimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkası yapsın, büyük barajlarda başkası çalışsın. bazılarına çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir. bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirası ile yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. bırakınız parayla da onlar uğraşsın. sizin kuvvetli olmak gibi bir derdiniz yoksa, siz de leonardo da vinci gibi 'kuvvet nedir?' diye merak ediyorsanız buyrun sizleri mekanik kürsüsüne beklerim. çünkü bazılarına göre 'kuvvet' para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. bu iki formülü birbiriyle karıştırmayın olur mu çocuklar?”

prof.dr.mustafa inan
Ulan, mühendisler için ileri geri konuşurlardı bir boktan anlamazlar derlerdi de kızardım. Haklıymışlar amına koyim.

Sahada çalışıp, şantiyede kalanları için konuşuyorum.

En büyük aktiviteleri, gidip sik sok bir mekanda limonata içmektir bunların. Azıcık iyi bir yere girmeye cesaret edemezler, girmek istediklerinde de alınmazlar. iftarı burger da yapıp, israil gazzeye saldırmaya başlayınca da israil mallarını boykot ediyoruz diye gezmeye başlarlar ortalıkta. Mühendistir ama bakış açısı bu kadardır. Türkiye ve dünyadan izole edilmiş yaşam alanlarında, zerre bilgileri olmasa dahi her boka atlar, her konuda bilmiş bilmiş konuşurlar. Bilmedikleri yoktur amına koyayım. Kısım şeflerinden başlayıp alt kademelere uzanan bir ağ vardır bu hususta. Sokakta adam yerine konulmayan dallamanın birisi referansla az biraz yer edindiyse ve iş hayatına senden önce girdiyse doğal olarak senin üstündür ve tüm gün kafa siker durur. Dediğim gibi burada önemli olan işbu mühendisin her konuda ama her konuda söyleyecek sözünün olmasıdır. Aldıkları para yalnız şantiye içinde borularını öttürebilecek kadardır bunların. Yoksa fakirdirler amk bildiğin. Ağızları bozuktur, hayalleri ve fikirleri saplantılıdır. Hemen hemen hepsinin psikolojik sorunları vardır. Dinlemeyi bilmezler, hep anlatmayı atıp tutmayı severler. Görgü kuralları çoktan terk edilmiştir bunlarda, yemek kültürü falan hak getire. Olur öyle şeyler canım diyenler olacaktır da be adam, mühendisten bahsediyoruz ya.

Bahsettiğim yer de Türkiye' nin en büyük ilk 30 firması arasında yer alan bir şirketin şantiyesi. işin büyüklüğünden bahsedecek olursam da, Türkiyenin en büyük yap işlet devret ihalesinde ilk 3 te yer alan bir proje ve yapımı halen devam ediyor. Şu iki cümleyi de, büyük firmaların çalışanlarını ve işleyişini o kadar gözünüzde büyütmemeniz için yazdım. Benim okulu siktiredin.

Hasılı türkiyenin içine düştüğü durumdan ruhen ve fiziken etkilenenler de artık bu olup bitenlere kafa yormayı bıraksınlar derim. Siktiredin amına koyayım, çok bile dayanmışız. Bu kadroyla bu kadar gençler. Bitiğiz, o kadar diyorum bak. Olan biten tam bir hayal kırıklığı diyeceğim ama okulumu uzatırken yaşadığım bezginlik ve çöküş duru görüden ileri geliyorsa hiç de hayal kırıklığı olmuyormuş.

Neyse, şimdilik aklıma gelenler bunlar.
Dünyaya bir daha gelme şansım olsa ifa edeceğim tek meslek.
insanlar yaşadıkça iş olanakları tükenmeyecek iki mühendislik dalından biridir (bkz: inşaat mühendisliği) (bkz: gıda mühendisliği). Ayrıca okuduğum bölümdür. Okunacaksa da bir teknik üniversitede okunması şiddetle tavsiye edilmektedir. Kız sayısı baya azdır. Sınıftaki arkadaşlar kızların kilolarını toplayıp sınıftaki erkek sayısına bölerlerdi düşünün artık...
yazın şantiye de gölge arama sanatıdır.