wajdi mouawadın tiyatro oyunundan filmleştirilen senaryosu ve anlattıklarıyla insanı insandan nefret ettiren denis villeneuvenin yönetmenliğini yaptığı muhteşem film. kendisinin oldboy ile yakın zamanda izlenmemesi gerektiği önerilir.
filmin sonunda hassiktirlerin de hassiktirini çekiyosunuz.
'1 + 1 eşittir 2' değildir.
filmin özeti bu cümle.
filmi izlerken rahatsız bir pozisyonda oturduğumu film bittikten 5-10 dakika sonra anladım. meğer hiç kıpırdamadan gözlerimi kırpmadan izlemişim filmi. oyunculuklar süper denilemez ama senaryo çok çok sağlamdı.
bazı filmler vardır, insanın böğrüne acıyı saplar, acı hiç azalmaksızın uzun bir müddet orada kalır. üzüntüyü kanıksadıkça kötü olursunuz. içinize işler,işledikçe içinde olduğunuz rahatlığı ve konformist yaşamı sorgularsınız. zira bu acı hikayeyi evde geviş getirerek, amuda kalkarak rahat mı rahat izliyorsunuzdur. bu bile size batar, çoğu zaman yapamadığınız ama yapmayı aklınızdan geçirdiğiniz into the wild vari bir kaçış düşünürsünüz. defolup gitmek her yerden... zira adına insan denilen pimi çekilmiş organizma utançtan başka bir şey hissettirmiyordur artık.
iç savaş, dinsel çekişmeler, acı, ölüm vs... bunları kağıt üzerinde biliyoruz fakat insan olarak çok hafife alıyoruz. çünkü yüzeysellik olgusu içinde taraf oluyoruz, barışı ve hümanizmayı gerçekten ama gerçekten açımlayamıyoruz / irdeleyemiyoruz.
insanı insan yapan değerler vardır ya film bunu ziyadesiyle içimize işletiyor. insanın doğasındaki gerçeğe ulaşma güdüsü ve arayış akabinde de çekilen acı...savaşın soğuk yüzü, savaş hallerinde insanın yaşadığı yıkımın psikolojik öğrenilmiş bir çaresizlik sunması kuvvetli bir alt metin olarak tüyleri diken diken ediyor.
film sonrası gayet kişisel tarafından acıdan geçtim güzelleştim halet-i ruhiyesinde kıvranmam, karnıma ağrılar girmesi, kafamın allak bullak olması ve her şeyi bırakıp kalem ve kağıda sarılmam şuan yazdığım satırları notlar halinde sıralamam gerçekleşti. film bitti yarattığı ruhsal travma bitmedi.
son dönem bu şekilde bittikten sonra bir şeyler yazma telaşına düştüğüm, imdadıma kalem ve kağıdın yetiştiği 3 filmden biri incendies. diğerleri için:
ne deniliyordu film sonrası başa sardığım o masa karesinde:
--spoiler--
fikirler ancak onları savunacak birileri olursa hayatta kalırlar...
--spoiler--
10 üzerinden 9!
edit: izlediğim tek filmiyle psikolojimi bozduğu için denis villeneuve'nin tüm filmlerini izleyip analize yatırıp yedinci sanattan ve kendisinden hıncımı almayı düşünüyorum. evet gerçekler acıdır ve acıtır. emeği geçenlere sonsuz şükran...
bakalım acısını nasıl hafifletebileceğiz incendies'in?! zaman , ilaç gibi gelecek mi gene?!
ablamın izlettiği ve sonunda vay amk dediğim ender filmlerdendir kendisi. yalnız iç savaş, iç savaş diye bağıranlar bu filmi izlesin sonra tekrar konuşalım.
savaşın insanlara neler yaptırabildiğini ve insan hayatı üzerindeki etkilerini çok acı bir şekilde gösteren mükemmel bir dram filmi. hala izlemeyen varsa kesinlikle izlesin.
Polytechnique'in yönetmeni Denis Villeneuve tarafından Wajdi Mouawad'ın ünlü oyunundan sinemaya uyarlanan bu yürek burkucu trajedi, anneleri Nawal'ın ölümünün ardından Lübnan'a doğru yola çıkan Simon ve Jeanne adlı ikizleri izliyor. Bu serüven annelerinin geçmişine rahatsız edici bir ışık tutarak onları çarpıcı bir gerçekle karşı karşıya getirecektir. izleyiciyi tamamen içine alan film, tüm iniş çıkışların sonunda şok etkisi yaratıyor*.
Cok sasirtici ve insanin icini parcalayan bir senaryosu olan, 2010 kanada- lubnan ortak yapimi, yonetmenligini dennis villeneuve' nin yaptigi film. Film, olen annelerinin vasiyetini gerceklestirmek uzere lubnan' a giden iki ikiz kardesin baslarindan gecenleri anlatiyor. filmi izlerken aklima hep sergio castellito' nun twice born' unu animsadim. Bu iki film kesinlikle izlenmelidir, savasin yikiminin, direktolaral bireyler uzerindeki etkilerini cok net ve acik secik gozler onune serir.
hazreti mevlana'nın sözü müydü yoksa bir kızılderili atasözü mü tam hatırlayamıyorum, şöyle diyordu: bir insan toprağa tükürdüğünde kendi annesinin yüzüne tükürmüş gibidir. newal, bir kadın. tüm savaşlarda en çok ağlayan, acı çeken, savaşın ızdırabını bedeniyle,ruhuyla yaşayan diğer kadınlar gibi bir kadın. gözünü kırpmadan masumları katleden savaş suçlularını da doğuranlar o kutsal kadınlar. bizler şu daracık topraklarda yaşamasını beceremeyen insanlar, o toprakları sahiplenen insancıklar, köpeğin sırtındaki pireler misali biz insanlar, burası bizim derken, burada senin yaşamaya hakkın yok derken, benden olmayanın canı cehenneme derken, kendi anamıza cariye muamelesi yapmış oluyoruz. hepimiz bu toprakların çocuklarıyız, yaşamaya ve yaşatmaya hakkımız var. bir insanı öldürdüğümüzde tüm insanlığı öldürmüş oluyoruz. bu kadim tevrat'ta da kuran'da da değişmeyen bir hakikattir. ama üzerinde derinlemesine düşünülmemiştir.birini öldürdün. karısını,evlatlarını ağlattın,onlar yetimlik ve kin içinde büyüdüler. sonra öc aldılar. o çocukların masumiyetini aldın, onların kini, senin kabilene ya da adı her ne ise bulunduğun topluluğa bir hınç dalgası olarak döndü ve tekrar sizden onlara, sonsuz bir fasit daire. tüm insanlığı, insanı beşerlikten, ahsen-i takvim olmaya götüren yolu çiğnedin. kalplerden merhamet ve sevgi duygusunu aldın. insanlığı öldürdün. newal bir kadın değil sadece. newal lübnan'dır, newal'in rahminde herkese yer vardı. ondan çıkan iblis'in tohumu bile olsa, newal, anavatan olarak onu da bağrına basar. çünkü çöp de, yine aslı olan toprağa döner ve onda yok olur. newal'in , lübnan'ın , masumiyetin, ırzına geçildi. ama arapların da dediği gibi savaş , ağırlıklarını bırakınca, vatan, kendisini lime lime edenlere bile kucağını açtı. bize, size,herkese bu ülkede yeterince yer var. annemizin şerefini çiğnemeyelim. ''hep beraber olmaktan daha güzel bir şey yoktur.''
en tecrübeli film izleyicilerine bile finaliyle hass.... çektiren film.
--spoiler----spoiler--
--spoiler----spoiler--
anafikir ise: savaşmayın sevişin; ama savaşteyken seviştiğiniz kişiye dikkat edin. tanıdık çıkabilir.
--spoiler----spoiler--
bakmayın lakaytlığıma, muhakkak izleyin. harika film.
Bir kadının vefatı üzerine ikiz çocuklarına okunan vasiyetle başlıyor filmimiz. ikizlerden jeanne'e babasını, simon'a ise abisini bulma vazifesini veriyor rahmetli nawal. sonra flashback'lerle bi nawal'ın gençliğine gidiyoruz, bir çocukların araştırma serüvenine. nawal ortadoğu'da yaşayan hristiyan bir kadın ve o yıllarda savaş hakim. savaşın baştan sonra ne kadar iğrenç, tahrip edici bir şey olduğunu gözümüze değil, kalbimize iyice yerleştiren bir film. işkenceler, öldürülen ve kaybolan çocuklar, gözü yaşlı analar.
film inanılmaz vurucu bir sonla bitiyor. ayrıca zaman kavramı izleyiciye bırakılmış, "10 years later" tarzı geçişler yok yani. bi bakıyorsunuz, nawal'dayız, bir bakıyorsunuz jeanne'de. filmin senaryosunun temel taşını oluşturan ve çocuklara verilen mektubu ulaştırma hikayesi çok saçma geldi. kadın hayatının mahveden gerçekle yüzleştiğinde ve bunun ne kadar acı olduğunu bilmesine rağmen, bir de öldükten sonra bunları çocuklarının omuzlarına yükleme arzusu nereden ileri geliyor anlamak mümkün değil. tabi böyle bir şey olmaza bu şaheser filmi izleme fırsatı olmayacak ama insan kendini nawal'ın yerine koyduğu zaman * heralde o sırla mezara giderdim ben diyor. ne çok acı var bu dünyada.
cuma akşamı falan seyretmeyin, hafta sonunuz araya gider, zira akıllara ne zaman nawal gelse yüzdeki gülümsemeyi götürüyor. o yüzden yazarın tavsiyesi pazar gecesi izlenmesidir, zaten boktan bir gün olan pazartesi daha boktan bir hale getirilebilir bence, sıkıntı yok yani. 2 saat 10 dakikadır film bu arada.