kendisi aynı zamanda mehdinin hicri takvime göre her yüzün başında çıkabileceğini ve ilk çeyrek geçtikten sonra çıkmamışsa daha çıkmayacağını söylemiştir. yani şuan hicri 1444 yılındayız. 1400-1425 arası mehdi çıkmadığına göre bu yüzyıl daha çıkmayacaktır. bir daha ki mehdi çıkacaksa 1500-1525 arası çıkacaktır. yani miladi takvime göre 2086 dan önce mehdi bekleyenler boşuna beklemesin. 2086 yılını bekleyin.
Hz. Ömer'in soyundan gelmiş, 1564 Yılında doğmuş ve 1624'de vefat etmiş muhterem bir zattır.
2000 ve 2782 yılları arasında astral Seyahat ile zamanda yolculuk yaptığını söylemiştir.
Kehanetler üzerine 3 tane kitap yazmıştır. Bunların 2 tanesi kayıptır. Sırlar alemi isimli kitabı günümüzde kadar ulaşmıştır.
istanbul'u anlattığı bir bölüm:
"Dünya, görünüşde çok tatlıdır ve güzel sanılır. Hakîkatte ise, öldürücü zehirdir. işe yaramaz bir maldır. Ona bağlananlara, tutulanlara, kurtuluş yoktur. Onun öldürdükleri leş olur. Aşıkları deli olur. Dünya, yaldızlanmış pislik gibidir.
Şeker kaplanmış zehir gibidir. Aklı olan, bu bozuk mala gönül kaptırmaz.
Âlimler buyuruyor ki, "Bir kimse, ölürken malının zamanın en akıllısına verilmesini vasiyet etse, zâhide vermek lâzımdır."
Çünkü zâhid, dünyâya rağbet etmez, özenmez, üzerine düşmez. Dünyâya düşkün olmaması, aklının çok olduğunu gösterir."
"halkın kınaması ve yaptıkları eziyetler aşk ehlinin ganimetleridir" diyerek her şeyi özetlemiş zaten. Bi linki halkın hor gördüğü kimse Allah katında makbul olan ve sevilen o kimsedir.
Ayrıyeten bulunduğu makamı şöyle özetlemiş:
Eğer Nuh peygamberin ömrü (950 yıl) kadar yaşayacak olsaydım, bu sürede zarfında allah'tan başka hiçbir şey aklıma gelmezdi.
imam-ı Ahmed Rabbâni Hazretleri, Hindistan'da yetişen en büyük veli ve alim. "Silsile-i aliyye" denilen islam alimlerinin yirmi üçüncüsüdür.
ismi, Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel'abidin'dir. Lakabı Bedreddin, künyesi Ebü'l-Berekat'dır. 1563 (H.971) senesinde Hindistan'ın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu.
imam-ı Rabbani ismiyle tanınmıştır. imam-ı Rabbani, Rabbani alim demek olup, kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakımından eksiksiz ve kamil, olgun alim demektir. Hicri ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı "Müceddid-i elf-i sani", ahkam-ı islamiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, "Sıla" ismi verilmiştir.
Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için ,"Faruki" nesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, "Serhendi" denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, imam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i sani Şeyh Ahmed-i Faruki Serhendi'dir. (kuddise sirruh)
imam-ı Rabbani Hazretleri ilk tahsiline, babasından ders alarak başladı. Babasından okuyup Arapçayı öğrendi. Küçük yaşta Kur'an-ı Kerimi ezberledi. Sesi güzel olduğundan, Kur'an-ı Kerimi bülbül gibi okurdu. ilminin çoğunu babasından, bir kısmını da zamanının meşhur alimlerinden öğrendi. Babasından ders aldığı sırada, çeşitli ilimlere ait küçük kitapları ezberledi. Babasından aldığı dersleri tamamlayınca, Siyalkut şehrine gidip orada, Mevlana Kemaleddin Keşmiri'den ilim öğrendi. Mevlana Kemaleddin meşhur alim Abdülhakim-i Siyalkuti'nin de hocası olup, zamanının en yüksek alimi idi. Bazı hadis kitaplarını da Şeyh Yakub-ı Keşmiri'den okudu. Kadı Behlul-i Bedahşani'den; hadis, tefsir ve bazı usul ilimlerinde icazet, diploma aldı. On yedi yaşında iken tahsilini tamamlayıp, bütün ilimlerden icazet aldı. Tahsili sırasında, Kadiri ve Çeşti büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı. Babası hayatta iken, talebelere ilim öğretmeye başladı.
Bu sırada; Risalet-üt-Tehliliyye, Redd-i Revafid, isbat-ün-Nübüvve adlı eserlerini yazdı. Edebiyata çok meraklı olup, fesahatı ve belagatı, sür'at-i intikali, zekasının şiddeti herkesi hayrette bırakıyordu.
imam-ı Rabbani Hazretleri, memleketinde ilim ve edep öğretmeye isteklileri yetiştirmeğe ve yükseltmeğe başladı. Şöhreti her yere yayılıp, her taraftan aşıkları, onun ilminden ve feyzinden faydalanmaya geliyordu. Talebelerine Beydavi Tefsiri, Sahih-i Buhari, Mişkat-i Mesabih, Avarif-ül-Me'arif, Üsul-i Pezdevi, Hidaye ve Şerh-i Mevakıf gibi bazı din kitaplarını ders olarak mükemmel bir şekilde okuturdu. Ömrünün son zamanlarında dahi talebelerine ilim tahsilini sıkı sıkı emreder, buna çok önem verirdi. Herkesin kalbini ilim ve nur ile dolduruyor, Muhammed aleyhisselamın dinini canlandırıyor ve kuvvetlendiriyordu. Zamanının padişahlarını, vali, kumandan, alim ve hakimlerini, çok tesirli mektupları ile, dine, sünnetiseniyyeye teşvik ediyor, çok alim ve veli yetiştiriyordu. Allahuteâlâ ona öyle manevi ilimler ihsan etmişti ki hocası Baki-billah da bu yeni ilimlere kavuşmak için huzuruna gelir, hürmetle otururdu. Hatta bir gün geldiği zaman, imam-ı Rabbani'yi kalbi ile meşgul görüp, odaya girmedi, hizmetçiye de haber verip; "Rahatsız etme!" dedi ve sessizce kapıda bekledi. Bir müddet sonra imam-ı Rabbani hazretleri kalkıp; "Kapıda kim var?" deyince üstadı; "Fakir Muhammed Baki." dedi. Bu ismi duyunca kapıya koşup, edep ve tevazu ile karşıladı.
imam-ı Rabbani Hazretleri, benzeri az yetişen, müstesna bir islam alimi ve büyük bir mürşid-i kamildir. Peygamber Efendimiz (asv)'in vefatından bin sene sonra da islam düşmanları dine, imana insafsızca saldırmışlardı. Allahuteâlâ kullarına acıyarak, imam-ı Rabbani gibi bir müceddid yarattı. Ona derin ilimler ihsan eyledi. Onun vasıtasıyla din düşmanlarının korkunç saldırısını durdurdu. Hakkı batıldan ayırıp, çok kalblerden batılı kaldırdı. Bu yüce imam'ın mektup ve kitapları, insanları gafletten uyandırdı. Dünyaya ışık saldı. Yani Allahu teâlâ onu, Peygamber efendimizden bin sene sonra, din-i islamı yenilemek ve kuvvetlendirmek için göndermişti.
imam-ı Rabbani Hazretlerinin dine yıllarca yaptığı bu büyük hizmetleri, sağlam, ikna edici delillerle sapık fikirlerinin çürütüldüklerini, Ehlisünnet itikadının ve doğru din bilgilerinin yayıldığını, bid'atlerin kalktığını gören bazı sapık kimseler, ona cephe aldılar hased ve iftira etmeye başladılar.
Bunun için bazı kimselerin cefa oklarına, eziyet ve iftiralarına hedef oldu. Nice alimlerin, fadılların, kamillerin kendi yollarından ayrılıp, rehberlerini bırakıp, etrafına ve hizmetine koşuşmaları ise, hasedlerini daha da artırdı. imam'ı tehlikeye düşürmek için, hilelere başladılar. Mesela, Cüneyd-i Bağdadi, Bayezid-i Bistami gibi büyük meşayihi aşağı görüyor diyerek, cahil tabakayı aldattılar.
imam-ı Rabbani Hazretlerinin fıkıh meselelerinde ilmi çoktu ve her meseleye anında cevap verebilecek bir derecedeydi. Usul-i fıkıhta da tam bir maharet sahibiydi. Fakat ihtiyatının çokluğundan, çoğu zaman kıymetli fıkıh kitaplarına başvururdu. Seferde ve hazarda bazı kıymetli fıkıh kitaplarını yanında bulundururdu. Onların bütün gayreti, müftabih yani fıkıh alimlerinin üzerinde ittifak ettikleri fetvalara, daima uymaktı. Bazı fıkıh alimlerinin caiz dediği, bazılarının mekruh dediği bir işte, o kerahet tarafını tercih eder ve o işi yapmazdı. "Bir meselenin yapılmasında ve yapılmamasında, helal ve haram olmasında ihtilaf olursa, yapılmaması ve haram tarafını tercih etmeği mümkün olduğu kadar elden kaçırmamalıdır." buyururdu.
imam-ı Rabbani Hazretleri 1615 (H.1024) senesinde, elli üç yaşlarında iken, talebelerinden çok sevdiklerine; "Benim ömrüm ve hayatım hakkındaki kaza-yı mübremin altmış üç sene olduğunu ilham ile bana bildirdiler." buyurdu. Ve buna çok sevindi. Çünkü Peygamber Efendimize (asv) tabi olmasının çokluğu, yaş bakımından da uymakla belli oluyordu. Aynı zamanda bu hususta Hazret-i Ebu Bekr'e, Hazret-i Ömer'e ve Hazret-i Ali'ye de uymuş oluyordu.
1623 (H.1032) senesinde Ecmir'de iken; "Vefat etmemin yakın olduğuna dair işaretler, alametler görülmeğe başladı." buyurdu. Serhend'de bulunan kıymetli oğullarına mektup yazıp; "Ömrümüzün sona ermesi yakındır." buyurdu. Babalarının hasreti ve ayrılığı ile yanan, evliyanın gözlerinin nuru kıymetli oğulları, bu mektubu alınca, babalarının bulunduğu yere hareket ettiler. Huzuruna kavuşunca, bir gün, bu yüksek oğullarını hususi odaya çağırdı. Buyurdu ki: "Kıymetli oğullarım, bu dünyaya hiçbir şekilde nazarım ve bağlılığım kalmadı. Öbür dünyaya gitmek icab ediyor, gitme ve yolculuk alametleri görünmeğe başladı."
Vefatı 1624 (H.1034) senesi, Safer ayının yirmi sekizi, kuşluk vakti vaki oldu.
Mektubat'ına ilişkin aşırı iki uçta eleştiriler var. Ben Mektubat'ı okuduğumda aklıma Spinoza'nın dini eserlere bakışı gelmişti: metafor ve hayal gücü bakımından ayrı, teolojik bir eser açısından ayrı ele alınmalı. Ben bu şekilde okudum ama yine de kendisinden bir türlü hoşlanamadım.
Reddedilemeyecek düzeyde gerekçelendirme yeteneği var, zaten tam da bu yüzden uçuk düşünceleri ve anıları çok az kişinin gözüne batıyor. Lakin bir şeyi temellendirmek ve gerekçelendirmek zor değildir ve bununla birlikte gerekçelendirilen şey doğru dahi olmayabilir. işte Rabbani de böyledir.
Kendisinin yalnızca ibni Arabi'ye getirdiği eleştiriyi yöntem ve biçim bakımından beğenirim.
Müslümanlar, Rabbani'ye bu kadar kesin ve aksi düşünülemez bağlılıklarını bu eseri okuyarak sınamalı (çoğunlukla hayal kırıklığı olacaktır, çünkü onu anlatanlar işine yarayanları anlatır) ve Rabbani'yi eleştirenler de aynı şekilde eleştirilerini eseri okuyarak sağlam zemine oturtmalıdır.
Duygusal olarak ise Rabbani'yi Sevmiyorum. insanları alaya alıyor gibi geliyor hep.
imam Rabbani 260. mektubunu "daha fazla nasıl şirk koşabilirim" diye düşünüp yazmış olmalı. Kutup diye tanımladığı adamı Allah'tan üstün tutuyor, adeta müşriklikte master yapıyor.
1-2 gün önce torunu olan burhaneddin rabbani afganistan da şehit edilmiştir. ve bu zat için, agd fatih camii'nde bugün (21.09.2011) öğle namazına müteakip gıyabi cenaze namazı kılınacaktır.
şu sıralar twitter 'da (tt) olmuş durumda zaten.