5. sınıftayken fırlamalığın dozunu kaçırdığım bir resim dersinde öğretmen bana tebeşir fırlatmıştı, seri sıyrıldım tabi eğilerek tebeşir de arka sıradaki konuşmakta olan kızın ağzına girmişti. en unutamadığım tarafı kız tebeşiri yuttu, öğretmen de beni unutup akşama kadar kızla ilgilenmişti.
büyüğümdür ama mal ötesi bir hocam vardı. galiba ziraatçiydi. sayları öğretmeye çalışıyordu ki daha ilk aydı.
birden ikiden falan bahsetti biraz. tahtaya yazdı hatta yanına bilmediğimiz bir şekil çizip ikisini bir tavşanda birleştirdi ve bizde güldük.
neyse birde sorununu yıllar sonra anlayabildiğim bir taner vardı. taner hafif düzey zihin engelliydi ama daha raporu falan yoktu. ee köy hali ne öğretmen adamdı nede ailesi o kadar bilinçliydi. (sene o sene)
bir gün derste (daha rakamları yeni öğrendiğimiz o derste) taner'i kaldırdı ve bu kaç dedi. (bir gösteriyordu eli ile). garibim taner de iki dedi. hoca kızdı kendi kendine bir daha sordu, taner yine iki dedi. adam tek ikiyi biliyordu zaten. sonra tanere bir tokat attı, kaç ağzın var ulan dedi, taner yine iki diyince ''biri ile yemek biri ile bok mu yiyon lan'' dedi ki ben o an yılıldım zaten. amk. hocaya bak küfür ediyor. hemde bizim bile dalga geçmediğimiz adama.
o olay çok etkiledi ki beni ileride hep zihin engelliler öğretmeni olmak istedim ama olmadı başka bir türünü olabildik. şimdi zihin engelli öğrencilere ayrı bir bakıyorum.
Arkadaşım vardı ilkem miydi ilkin mi neydi aramızda şuna benzer bir diyalog geçmişti.
+ ilkem çok ispiyoncusun.
- Hayır değilim! Öğretmenim altan bana ispiyoncu diyor.
Öğretmen de kızmıştı. *
annenin normalde içine su konulan mataraya komposto koyması ve eve yapış yapış dönmek, teneffüs arasında kaçıp yakındaki inşaata dozer izlemeye gitmek ve koskoca temel çukuruna düşmek (inşaatçılar çıkarmıştı ).
genelde saçma olan yüz kızartıcı olayları yaşayan insanlar sanki başka arkadaşı yaşamış gibi anlatır ama birazdan anlatacağım olay tamamen arkadaşımın başından geçmiştir. çocukluktur.
Yıl 2000. Kış ayı. Arkadaşımla tenefüste tuvalete girdik. Ben işimi gördüm. Arkadaşım "sen git beni bekleme" dedi. anlamıştım bi bokluk olduğunu ama mecaz anlamda anlamıştım. neyse ben gittim sınıfa. öğretmen geldi. bizim arkadaş hala piyasada yok. aradan 10 dakika geçti geçmedi kapı çaldı. "öğretmenim bi bakar mısınız" diye bi ses. Bu bizim arkadaş. 2-3 dakika sonra öğretmen beni yanına çağırdı dedi ki "bu arkadaşına göz kulak ol." bizim arkadaş baya altına sıçmış. pisliğini de montuna sürmüş öylece duruyor. lanet olası pislik dedim kendi kendime. sonra koku iyice yayılmaya başladı etrafa. buram buram bok kokuyo. sonradan farkettim ki adam doğalgaz peteğinin üstüne oturmuş öyle bekliyor. "lan kalk" dedim. "hem sıcak hava hem de üflüyo her yeri kokuttun namıssız" dedim. * neyse sonra ailesi geldi aldı gitti bunu.
sınıftaki erkekler sınıfta irem, çağla, begüm diye üst düzey kızlara asılırken ve onlarla yanyana oturmak isterken; ben sınıf öğretmenin kızı diye çirkin seline asılırdım. hey gidi hey.
Başlığı görür görmez ahh ne günlerdi be diyerek duygulanılan anılardır.
Hele ki pazar akşamları yapılan banyo, yaşamın hiçbir döneminde o kadar temiz ve pak hissedilmeyen zamanlardı.
Teneffüsde yarım kalan oyunların diğer teneffüs zilini duyar duymaz bahçeye koşarak kaldığı yerden devam edilmesi, sınıfta biri hapşırdığında veya öksürdüğünde sınıfın geri kalanının da buna eşlik etmesi, konuşulanların tahtaya yazılması... ne günlerdi:)
kim ne derse desin 80lerde 90larda geçmiş olan ilkokul anıları teorikten çok pratiğe dayandığı için birçok insanın yaşamını oldukça değiştiren ve unutulmaz zamanlar arasında temellerini sağlam atmış olan anılardır. Şimdi hatırlandığında her anı güzel olan bu anılar o zaman açısından değerlendirildiğinde yaşanmış mutlulukları, acıları, kıskançlıkları, paylaşımları, arkadaşlığı, dayanışmayı, korumayı bazende ispiyonları, satışları ifade etmektedir.
ilköğretime okuma yazma bilerek başlamak bir çocuk için nasıl dezavantaj olur, onu anlatacağım:
ilk öğretmenim, emeklisi çoktan geçmiş agresif bir kadındı. okulun ilk haftasıydı. tahtaya bir şeyler yazdı, bizim tamamlamamız gerekecekti. '' ama şimdi yapmaya çalışmayın, anlatayım '' demiş. küçücük boyumla beni en arka sıraya oturtmuş olduğu için söylediğini çok net duyamadım. ve yazdım, istenileni tamamladım.
hiç üşenmedi en arka sıraya kadar geldi , '' sen yazabiliyor musun? '' dedi, '' evet'' dedim. hangi kalemimle yazdığımı sordu. gösterdim. kalemi aldı ve kırdı.
sonrasında ailemin gelmesiyle birlikte özür dilemeleri bahaneleri oldu elbet; fakat benim içimdeki atılgan olma eğilimime sağlam bir darbe vurdu. herkes öğretmene hediyeler alıp hep fotoğraf çekinip onu çok severken ben hep uzak durdum . asla sevildiğimi hissetmedim.
ilkokul öğretmeni çok önemlidir evet. bu yüzden herkes ilkokul öğretmeni olmamalıdır.
öğretmen bi şey sorduğunda; " çocuklar bugün hödödödödö höy yapalım mı ?"
verilen cevap aynen şu olurdu "eeeeeeeeeeevvvveeeeeeeeeeeeeeeettttttt" bu diyalog hala beni güldürür.sora yakanıza takacağınız bir mendil vardır.bir an evvel elmaların kızarmasını beklersiniz.bazı uyanıklar önceden evde çalışıp gelmiştirçben okuma yazma biliyorum diye hava atarlar içten içe gıcık olursunuz.kimseyi tanımazsınız hapishane gibi gelir.ama alışınca okula zevkli gelmeye başlar.habire resim çizer,defterlere yatay dikey şekiller çizersiniz.beslenme saatine ayrı bir önem verirsiniz.çünkü o ara diğer teneffüslerden daha uzundur.çoğunlukla teneke maç yapılacağından dolayı sınıftan kaçmanın yolları aranır.ve kaçılırda.başlarsınız at gibi koşturmaya tenekenin peşinde.pabuçlar 1 ay sora patlar tabi.belki de bir şamar yüzünüzdede patlar.çünkü nöbetçi öğretmene denk gelebilirsiniz.ne idüğü belirsiz bi iş teknik dersi vardır.halı falan yapılır,patates baskı yapılır.kartondan kutu yapılır.suluboya yapılır o boya muhakkak dökülür.beslenme saatinden sonra sınıfa girmek istemezsiniz çünkü leş gibi yumurta kokuyodur sınıf.ama mecbur girersiniz ve kanter içinde sıranıza oturursunuz.arkadaşlarınıza sataşırsınız ama herşey masumcadır.herşey çocukluk sınırlarında kalır ilkokulda.beden dersleri yerine çoğunlukla matematik görür bu dersten daha o zamandan nefret edersiniz(ettirilirsiniz)kokulu silgilerini koklarsınız çiçek desenlidir veya üzerinde arı resmi vardır.dersin ortasında bunaldığınızda burnunuza götürürsünüz rahatlarsınız.elleriniz kırmızı kalemle oynamaktan kırmızı kırmızı olmuştur çünkü terlidir.aynı olay saçlarınızın arasındada gizlidir başkaları farkeder.cuma gününü iple çekersiniz.sadece cuma gelsinde oyun oynayayım bisiklete bineyim kaygısındasınızdır.pazartesileri hiç sevmezsiniz aynı şimdiki gibi.öğretmeninizi idolleştirirsiniz.o herşeyi biliyodur sizin için.
okulun koridorlarında ayakkabılarınızla kayarsınız.haylazlıkta yaparsınız tabi uhuları alıp elinizde kıvırır sümük gibi olunca kızların üzerine atarsınız.kusanlarmı ararsın bayılanlarmı.yakalamaç oynarsın,maç yaparsın,simiiiit oynarsın.aklın dersten başka herşeydedir.sonrada o günleri anarsın....
ilkokul hayatına dair en son hatırladığım anım; derste sıra arkadaşım ile konuştuğum için öğretmenin beni tahtaya çıkartıp " tek ayak üstünde hayat bilgisi kitabında ki metni oku " demesidir. Bende okudum hemde ağlaya ağlaya. Ondan sonra ağladığım için bir de azar yedim. O gün bugündür okul hayatını sevmem okuyorum ama mecburiyetten.
Çöp kenarında kalem açma bahanesiyle toplanılan çeteler vardır. Mehmet silgiyi versene denildiği zaman sınıftan bir oooo sesi gelir. Saf ve temiz duygularla başlıyan yılları son zamanlarda ergenliğin vermiş olduğu asabiliğe ve huysuzluğa bırakır.
son derece gerizekalıca anılardır. ilkokul hayatım boyunca aşık olduğum bir çocuk vardı. o yaşta ne aşkıysa seviyordum onla oyun oynamayı işte. ben ortaokulda başka okula gideceğim zaman 5.sınıf son günü vedalaşırken ' biliyor musun pembeojeli ben sana 1.sınıftan beri aşığım seninle evlenmek istiyorum ama yaşımız küçük beni bekler misin hem ben daha askere gidicem dedi ' ben de mal gibi beklerim demiştim. o gün bugündür haber yok. 3-4 sene önce facebooktan ekledi insan bi haber verir 'bizim iş yattı ' diye o kadar çeyiz boşa mı gitti emre! *
ilk okuldayken pazartesi günleri ingilizce dersine hep geç kalırdım.ingilizcecide fazla sinirli bi adamdı.neyse 3 hafta böyle geç kaldım.4.hafta yine geç kaldım ama bu sefer sınıfa giremezdim.kapının önünde beklemeye başladım.sonra kağıt kalem çıkardım.kağıda:hocam özür dilerim.nolur beni içeri alın.yazıp kapının altından attım.postama cevap çabuk geldi.hoca kapıyı açarak:
-gel başımın belası.dedi
ve içeri girdim.