bugün

başrollerinde; haluk bilginer, zuhal olcay ve serap aksoy un oynadığı, 1992 yapımı film. yavuz özkan ın çektiği film, bir bakanın* karısını* bir fahişeyle* -hem de fahişeye tecavüz ederek- aldatması haberi üzerine gelişen olaylar ve bakanın eşiyle, karısını aldattığı fahişenin aralarındaki yakınlaşmayı konu ediyor.
dedikodunun baş aktörleri.
farsçası 'dü zen' dir.

(bkz: bir evde du zen varsa o evde duzen olmaz)
başrolllerini; Haluk Bilginer, Zuhal Olcay ve Serap Aksoy'un paylaştığı, yapımcılığını; Yavuz Özkan ve Aycan Çetin'in üstlendiği, müziklerinde; Berrak Taranç'ın imzasının bulunduğu, senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini ise; yavuz özkan'ın yaptığı, '92 yapımı, sinema filmi.
(bkz: two women)
Memduh Şevket esendal'ın Otlakçı adlı bütün eserlerinin basıldığı serinin 3. kitabında yer alan hoş bir hikaye.
kısaca özetlemek gerekirse :

Memduh Şevket Esendal, “iki Kadın” hikâyesinde, Behin isminde bir kadından bahseder. Behin, bir mühendise varmak ister ve aday ortaya çıkınca da “anasının babasının boynuna asılıp kalmaktan korktuğu ve karşısına da başka bir kısmet- talip gelmediği için” evleniverir. Anası, evlendirecek iki kızı daha olduğundan Behin’e: “Mühendis istiyordun, işte mühendis. Eli de ekmek tutuyor. Avrupa’da da okumuş, hadi var” deyiverince kızcağız bu çirkin adama varmaktan başka yol bulamamıştır.

Ancak zaman içinde kadıncağız bu evlilikten şikâyet etmeye başlar ve kocasına soğuk durduğu aşikâr ortaya çıkar. Anası kızını anlamamaktadır; “Kocanın güzeli çirkini olur mu? Erkekte güzellik aranır mı?” diyerek kızının bir yanlış yapmasına engel olmaya çalışır. Behin bilir ki annesi “eğer kızını dinlerse ben yüz bulacağım ve kocamdan ayrılmak isteyeceğim. O da bunu istemiyor”.

Behin, kocası Kadri’nin para işleri döndürdüğünden (iltimas- rüşvet), kumar oynadığından, ayyaşlığa vurduğundan şikâyetçidir. Ayrıca kocasının evde olan parasının kapalı olduğu kasanın anahtarlarını da yıkanırken banyoya götürdüğünü, kendisinin de bu evde bir eş değil kâhyaya döndüğünü söylemektedir. Anası ise, “kadın ol da kocanı eline al” demektedir. Damadının kızına aldığı yüzük, küpe, iğne her ne varsa devamını beklemektedir. Behin ise böyle bir kadın olmak istememektedir.

Nihayet kadıncağız nasıl bir mühendis aradığını teyzesi kızına bir duygu selinde anlatıverir: “Ben bir mühendisin, canlı bir adamın karısı olmak istedim. Yüzü güneşte yanmış olsun. Eve yorgun argın gelsin, bir iş yaptığına inansın. Yemek istesin. Yaramaz çocuklar gibi gürültü etsin. Evde bir iş odası olsun, orada resim çizerken ıslık çalsın. Ayağına iri kunduralar giysin. Baş açık, ceketsiz sokağa çıksın. Bir işler görsün, adı duyulsun. Bu yurdu, bu yerleri, bu ağaçları, bu sokakları, bu insanları benimsesin. Sokakta giderken genç kadınların, kızların gözlerinin ona kaydığını göreyim. Bir utanması olsun, yüreği temiz adam olsun. Benden çok da işlerini düşünsün. Koca dediğin bir köle olursa onun ne tadı kalır! Boş günlerinde meşe odunlarını kesip bahçeye bir parmaklık yapsın, yaptığını da herkese beğendirsin! Benim kocam bir ayyaş, bir kumarbaz, sinsi, cılız, kurnaz geçinir bir zavallı. Adam kıtlığında bunlara da adam diyorlar. Ben buna varır mıydım?” (ESENDAL, Otlakçı, 2009: 105). Elbette beklendiği gibi bir ayrılık vuku bulur. Babasının evine döndükten bir süre sonra bir dost meclisinde gördüğü Enver Ali için teyze kızı Müeyyet’e “bu senin makinistin beni almaz mı?” diye soruverir. Behin’in talip olduğu şey gariptir; bir mühendisten ayrılıp fabrikada bir ustabaşına varmaktan bahsetmektedir. Hikâyede bu sınıfsal geçişe ailesinin itiraz ettiğine değinilir: “Benim kızımın gönlü süfli. Canım kocadan ayrıl da, sen git, bir amele parçasına var! (…) “Sınıf değiştiriyorsun. Bir inkılâptır. Cemiyet bunu istemez. Senin üstüne az yahut çok bir baskı yapar. Bu baskı dolayısıyla sen de kendini beğenmez, sevmezsin. Bahtiyarlık da kendini beğenmek ve sevmektir. Bizim cemiyet ne kadar baskı yapabilir, bu ayrı bir iş” derler. Behin ise Enver Ali’nin bir “adam” ve “koca” olarak özelliklerini öne çıkarır: “içki tütün içmezmiş. Herkesten de kaçar, yalnız yaşarmış. (…) Eli her işe yatıyor. Yazısının güzelliği de bundan olsa gerek! Kadınlarla konuşmayı, kadınlara bakmayı bilmiyor. (…) çok temiz yürekli, işinde çok dikkatli (…) Bu adamın kızına karşı bağlılığı, belki anasından fazladır. (…) Allah’ın kırının başında oturmuş, yemeği kendi pişiriyor, dikişi kendi dikiyor; çocuğa kendi bakıyor. Sesi de çıkmıyor”. Hikâye, değerlerini önemseyen kadının mutluluğunun tasdik edilmesiyle biter. Teyze kızı Müeyyet der ki, “Yalnız bahtlı değil, akıllı kızsın. Çokları Enver Ali’y(e) varacağını aklına getirmez, sonra burada bu güzel yuvayı kuramazdı. Şehir isterdi, süs isterdi. Kolay mı, bir koluna sepeti, bir koluna kocanı takıp lahana almaya pazara gitmek!”.
Haluk bilginer, Zuhal Olcay ve serap Aksoy üçlüsünün üçünün de döktürdüğü bir efsane film. Şu anda izliyorum.
bir kadindan daha guzel olan bir sey varsa o da budur.