bugün

Arapçası sanırım "el hınziyr", Türkçe'de bildiğiniz "domuz" anlamına geliyor.

"Domuzluk" demek ağır kaçacağından, bu isimden üretilen deyimi, "hınzırlık etmek" şeklinde kullanıyoruz, yumuşatıyoruz aklımız sıra. Ben ara sıra pek severim. Huyum kurusun. Hınzırlık etmeyi!

Hınzırlık bu ya, ne zamandır aklıma takılan bazı düşünceleri geri itmeye uğraşıyorum, durup durup, bir uygun fırsatta yeniden ortaya çıkıyorlar. vakti zamanında Menderes, Zorlu ve Polatkan'dan artakalan iskeletlerin imralı adasında geçici mezarlarından çıkarılıp yeniden kefenlenerek Bayrampaşa'da yaptırılan anıtkabire taşınmaları sırasında, sözgelimi. (Aslında "anıtkabir"le "anıtmezar" birbirinin tıpkısının aynısı ya, Atatürk'ün mezarını çağrıştırıp tepki uyandırmasın diye "kabir" yerine "mezar" kelimesini kullanmayı tercih ettiler, dikkat ettiler buna.) Alın işte size, parantez içinde bir hınzırlık mesela...

Da, asıl kafamı kurcalayan şu; 27 Mayıs ve sonrasında, Menderes'i taparcasına seven "kitleler" neden onu korumak için küçük parmaklarını bile kıpırdatmadılar?

Evet, "sopa" Milli Birlik Komitesi adı verilen cuntanın elindeydi ama, bir ayaklansaydı o "kitleler", alimallah tükürükle boğarlardı darbeci subayları ve onların emrindeki, alt tarafı Osman Köksal'ın Çankaya Köşkü Muhafız Alayı'yla birkaç zırhlı birliği.

ihtilal "beyaz" olmasaydı, kan dökülseydi, Muhsin Batur'un Eskişehir'den kalkacak uçaklarının bombardımanı bile engel olamazdı cuntanın zor duruma düşmesine. Hatta tutunamayıp, darbenin başarısız kalmasına!

Tısss... Hani, kitleler neredeydiler?

Londra'da geçirdiği o uçak kazasından sağ salim dönüşünde, biricik oğlunu Menderes'in ayakları dibine yatırıp kurban niyetine kesmeye bile kalkacak kadar gaddar budalaların içlerinde yer aldığı kitleler?

(Aynı sersemliği, izmir rıhtımına çıkan Fethi Bey'e karşı da göstermişlerdi 1930 yılında. Polisin ateş açıp vurduğu bir küçük çocuk, Serbest Fırka üyesi babası tarafından Fethi Okyar'ın ayakları dibine yatırılmıştı, "bu şehidimiz sana feda olsun, yeter ki bizi mutemetlerin elinden kurtar" gibilerden de bir şeyler söylemişti adam, yanılmıyorsam.)

Kaldı ki, ordu da bütünüyle Milli Birlik Komitesi'nin ne emrinde ve yanındaydı. Kuvvet komutanları, ordu, kolordu komutanları, yüksek rütbeliler nasıl oldu da kuzu kuzu birkaç albayın, yüzbaşının ve hatta teğmenin emri altına girebildiler?

Silahlı ya da silahsız en küçük bir direnme, cuntayı çok güç durumlara düşürebilirdi... Aklıma takılıyor, soruyorum öylesine işte. Hınzırlık bu ya!

Ohohoo, daha neler neler takılıyor aklıma... Maksat hınzırlık olsun! Demokrasi memokrasi ayağından attıkları zaman mangalda kül bırakmayan cici beyler, 12 Eylül sabahı neden kaçacak delik aradılar?

Daha 11 Eylül günü "bu sefer bu iş tamamdır abi, akşama sabaha devrim hazır, patladı patlayacak" diye şişinip gezinen arkadaşlarımız, neden çil yavrusu gibi dağıldılar sıkıyı görünce?

Dört yüz küsur kişi. Milletvekilleri.. Milletin vekilleri.. Ama şu partiden, ama bu partiden.. Ama sağcı, ama solcu.. Neden gidip meclisin kapısının önüne yatamadılar, Fransız devrimi'nin kıvılcımını çakan Mirabeau gibi, "biz buraya halkın adıyla geldik, ancak süngü zoruyla çıkarız" deyip direnemediler?

Evet.. Birkaçı orada ölebilirdi... Ama bir daha da kimse darbe marbe yapmaya kolay kolay cesaret edemezdi bu memlekette!

Hınzırlık bu ya... Aklıma geliyor işte bu tür sorular. Kendi kendime sorup duruyorum, size biraz ağır kaçabilir...

Daha neler neler... Merak ediyorum. Merak bu ya; Acaba içinizde kaçınız, 1919 yılında, ya da 1920'de istanbul'u, işini gücünü, karısını, çoluğunu çocuğunu, rahatını bırakıp izmit, ya da inebolu üzerinden Anadolu'ya kaçardı, Mustafa Kemal'in kuvvetlerine katılmaya?

Acaba kaçınız, diyelim Enver'le görüşecek rütbeniz ya da "içtimai mevkiiniz" var, yüzüne karşı küt diye savaşa girmenin yanlış olduğunu söylemeye cesaret ederdiniz?

(Yakup Cemil, Meserret Kıraathanesi'nde ileri geri konuştu diye kurşuna dizilmişti, biliyorsunuz.)

Acaba hanginiz, ismet Paşa'ya çıkıp da, aman paşam fırsat bu fırsat, gel etme eyleme, şu On iki Ada'yı kapalım zaman geçmeden, derdiniz?

Şimdi acaba, kim gece yatağına yatınca "Musul'u da Kerkük'ü de alsak hiç de fena olmaz hani" yada "afrin'i falan aldık zaten üstüne yatalım, orada Kıbrıs gibi otonom devletçik kuralım" diye düşünüp, akşam kahvehanede, "savaş kışkırtıcıları, serüvenci şerefsizler" diye saldırıyor sağa sola?

Hınzırlık değil mi?... Sorayım dedim.

ama tabi darbeci ve darbe severleri eleştirmek, onların karşısından durmak falan ağır konular, cesaret ister... konuşmak için de, karşılarında dikilmek için de!