içimde kalan o kadar şey var ki sana dair. Yapmadıklarımız. Yapamadıklarımız.
Mesela; sabaha kadar konuşmak. Ardımızda her şeyi unutarak o gece o gün için. Yemediğimiz bir yemeği tatmak. Gitmediğimiz bir şehre gitmek kaybolmak sokaklarında. Anlatmak saatlerce anlatmak geçen yılları, yılların yorgunluğunu. Senelerin alıp götürdüklerini. Kalanları ve gidenleri. Beni ben yapan şeyleri. Bu yaşıma kadar yaşadığım her anı sana anlatmak. Bütün üzüntülerimi sevinçlerimi anlatmak istiyorum. Aslında seninle yaşadığım her anı senin bedenine anlatmak.
Çok şey yazmak istiyorum sana çok şey.
12 seneden fazla olmuş seni tanıyalı. 12 sene ne demek düşünebiliyor musun? Geriye dönüp baktığımızda koskoca bir 12 sene ve hatta daha fazla. Hem de hayatımızın en değerli, en önemli kararlarının verildiği seneler. Okul bitti. Askere git. işe gir vs vs vs vs. O kısa zamanda, en deli çağımda tanıdığım kadın nasıl oldu da hayatımın pusulası olmuştu. Nasıl böyle vazgeçilmez ve halen daha varlığınla mutlu edebiliyorsun? Aslında hepsinin cevabını biliyorum. Konuştuğumuz kelimeler cümleler aslında söyleyebildiklerimiz sadece. Bir de hissedilenler var. içindekiler. içimizdekiler. VE yazmak isteyip de yazamadığım bir ton şey.
Yetersiz kalan her şeyin yetersiz kaldığı. Fonda yine aynı şarkılar.
Kocaman bir 8 sene. Koskocaman hem de. Şehrime geleli tam 8 sene olmuş. Hiç bir anıyı unutmadım. Unutmadım. Unutamam. Kamyonetimiz, iskelemiz, dolunay... her şey ama her şey aklımda mıh gibi.
Yıllar önce şöyle bir şey demişim. '' şarkılardaki gibi mi olacaz biz de. uzaktan seven ama kavuşamayan. başka bedenlerde birbirini arayan iki yabancı sevgili mi olcaz. aynı hislerle, farklı yollarda mı yaşlanıcaz. bilmeyiz tabi. kader. bize sadece elinden geleni yapıp yaşamak düşer.'' Geleceği mi görmüşüm ne? Neden uzak kaldık birbirmizden. inat mı sadece?
Neden böyle olduk kahraman. Neden uzak kaldık birbirimizden. Neden özledim ben seni bu kadar. Neden başka bedenlere gittik biz. Ahh bee kahraman ahh bee. Çok özlüyorum seni çook beeee.
Kahraman. Doğum günün kutlu olsun. Her ne kadar farklı hayatlar yaşasak da kalplerimiz bir atıyor. Ruhumu aynı. içimizdeki çocuk aynı. Ruh ikizinden de öte, yaşadığımız her şey aynı.
yine dayanamıyorum tutamıyorum kendimi yazmamak için.
bir şarkı, yürürken bir kaldırımda önümden geçen herhangi birinin burnuma burnuma gelen parfüm kokusu, sırf seni hatırlatıyor diye inadına geçtiğim o sokaklar, peki o gözlerimi kapattığımda aklıma gelen gülüşüne ne demeli. küçücük şeylerden mutlu olan kocaman kalplı kadın. kahraman konuşuyor...
kimileri kaybolur, unutulur hatta sesi bu şehirde.
bir gidenle, bir kalanın bilinir hikayesi.
kimileri hayattan mutlu sonlar çalar bu şehirde.
kiminin de bizim gibi yarım kalır hikayesi.
beni benden aldı o fotoğraf. paramparça etti içimi. bir anda film şeridi gibi geçti gözümün önünden bütün herşey. bir çoğu da senli anılar. yazacak o kadar çok şey var ki aslında. yazıp yazıp sildim hep. gönderemedim bir türlü.
doğum günün kutlu olsun kahraman... nice mutlu senelere sevdiklerinle birlikte.
Ne kötüdür insanın aklıyla yüreği arasında çaresiz kalması. Ne kötüdür ona an kadar yakın, bir asır kadar uzak olması... demiş nazım hikmet. biliyorum biz o levelı çoktan geçtik. bizim için oyun çoktan bitti. çok uzun, bir o kadar da kısa bir oyundu. aaa belki de, belki de hala oyunun içindeyiz. bilemiyorum. prensesi kurtaramadım henüz. ne yaşadık, neler gördük birlikte. nelere güldük, nelere ağladık. kaç bin tane kelime yazdık birbirimize. hepsi de farklı bambaşka anlamları olan kelimeler. ilham perim benim.
bundan tam 7 sene önce girdik birbirimizin hayatına. küçük bir merhaba benim son 7 sene içinde aldığım tüm kararların sebebi oldu bir bakıma. hatırlar mısın? hiç okulu bitirmek gibi bi niyetim yoktu benim. her ne kadar 1 sene uzatsam da bitirdim okulu senin telkinlerinle... bitirir bitirmez de askere gittim. tam 4 sene önce bu gün askerlik için yoldaydım biliyor musun? o zamanlar hiç konuşmadık seninle... ve ben hep rüyalarımda seni görüyordum. zamanın bu kadar çabuk geçeceğini tahmin bile edemezdik. bu günlerimizi bu zamanlarımızı. bir sürü hayalimiz vardı seninle...
buraya geldiğinde kaldığın evi hatırlıyorsun değil mi? tam karşısında, önünde seni beklediğim bir ayakkabıcı vardı. o ayakkabıcı benim müşterim biliyor musun? bazen giderim yanına çayını içme bahanesiyle gözüm o apartmanın balkonlarında seni arar durur. bazen tek başıma dolaşırım bu şehirde yanımda sen varmışcasına... bu şehirde anıların, anılarımız çok seninle. hele o kamyonet...
bir insanı özlemekten bahsediyorum ama öyle üstün körü özlemek değil bu yani insanların " seni özledim" demesi gibi basit ve sıradan değil. sanki bir tek ben böyle özleyebilirim seni, bu o kadar farklı ve yoğun ki hangi kelimeleri kullanacağımı şaşırıyorum. bana bunca zaman sonra bile yeni yeni duyguları öğretiyorsun, özlemi daha önce hiç bu kadar derinden hissetmemiştim...
--spoiler--
arada bir aklıma sen gelince yine
arada bir gördükçe rüyamda ben seni
arada bir eskimiz gelince aklına)
(arada bir göz göze gelince eskimizle
arada bir gözlerin dolup dolup taşınca
arada bir buluşalım seninle biz yine
arada bir görüşelim seninle biz yine
arada bir sevişelim
arada bir görüşelim seninle biz yine
sokaklarda el ele dolaşalım gizlice
sinemalarda sarılalım birbirimize
kimseler görmesin senle beni birlikte
kimseler duymasın etrafta bizleri
arada bir buluşalım seninle biz yine
arada bir görüşelim seninle biz yine
arada bir sevişelim
arada bir görüşelim seninle biz yine
arada bir son defa
--spoiler--
sesini duymamak çok kötü biliyor musun? cümlelerini okuyorum. nasıl olduğunu biliyorum, tabi söylediğin kadarıyla, ama sesini duyamadan nasıl inanabilirim iyi olduğuna, nasıl anlayabilirim söyle bana... uzuun uzuuun yazıyorum. yazıyorum ama siliyorum hep. neleeer neleer anlatıyorum sana içimden bir bilsem. hep seninle konuşuyorum. hani insan kendi kendine konuşur yaa. işte ordaki kendine kısmı sensin. seni nasıl özledim, sesini özledim.
çizdiğimiz yollardan bahsetmek istemiyorum sana. hep güzel anılar kalsın istiyorum aklımızda. ama sen de hep mutlu ol istiyorum. ki mutlusun da biliyorum. şu an dinlediğim şarkı öylesine bizi anlatıyorki... Hangimiz bir parçasını bırakıp gidecek, diğeri uyurken? Peki ya, hangimizin son sözü olacak diğerinin adı yapayalnız ölürken?
bi yandan içim acıyor boğazım düğümleniyor. hani gözyaşı akmaz da insanın boğazı yanar yaa. onun gibi bir şey işte. keşkelerden konuşmak istemiyorum artık. hala hayatımda olduğun için o kadar mutluyumki...
tertemiz hayaller kuruyorum sana. daha önce hiç kimse için hayal edilmemiş. kimsenin kulağına fısıldanmamış. her köşesine adımlarımızı kazıdığımız bu şehri senin için seviyorum ben. yanyana, elele yürüdüğümüz bu caddelerde saçların gökyüzünde uçuşurken, gözlerindeki ışıltı güneşi kıskandırırken seviyorum. peki ya o gamzelere ne demeli. o burna ve gülüşe, her kıvrımına.. kaybettiğim çocukluğumun kırıntılarını buldum sende. çocuk oldum yanında... çocuk oldum da çıkamadım bir türlü kaplumbağa kabuğumdan. çıktığımda da her şeyin geç olduğunu anladım... umutsun sen, her daim içimde olacaksın. kaybetmeyeceğim seni. kaybolmayacaksın. ben kaybolsam bile.. var olacaksın..
sana yazacağım çok şey var. sana göndereceğim onlarca şarkı. ben her gün konuşuyorum seninle sen duymasanda... kahraman...
peki ya tam göndere basarken o şarkının çıkması da mı tesadüf? hiç bir şey tesadüf değil...
hani klavyede v ile b harfi yanyana yaa. eveet yazarken bazen ebet yazıyorsun yaa. ben herseferinde duzeltiyorum o 'ebet'i. Çünkü seni hatırlatıyor o 'ebet' herseferinde. sadece sana özgü olsun istedim...
seni seçtiğim için
pişman değilim sana aşkım dediğim için
seni sevdiğim için
kızgın değil kalbim,
iyi ki seni sevmişim
biz kopamayız.
ayrılamayız seninle derdik
bir elmanın iki yarısıydık
şimdi mahcubuz birbirimize
seni o son gördüğüm günden beri üşüyorum. hani o otobüs durağından ayrıldığımız günden beri.
öylesine öpüşmüştük sadece. biraz gözyaşı, biraz sarılma. peki ya öncesi. biz bu kadar mı basit sevdik birbirimizi.
nerden bilebilirdim, ışığı güneşi kıskandıran o bir çift gözle bu günün gecesinde tanışacağımı. hayatımın bambaşka bir yola gireceğini, yıllardır ertelediğim bi çok şeyi bu zamandan sonra yapacağımı ve bilmeden biraz kabuğuma çekileceğimi... ve o küçücük kabuğa seni sığdırmak için uğraştığımı aslında, nasıl bilebilirdim. nasıl anlayamadım ben o küçücük kaplumbağa evine iki kişinin sığamayacağını.
böyle daha mı az hasar görecektik. sadece biz ikimiz mi yaşayacaktık bunu. bizden başka kimse bilemiyecek miydi neler olduğunu. her şeyden bizi koruyan o o tek kişilik ev mi olacaktı.
aylardır oraya sığdırmaya çalıştım seni ama olmadı olmadı olmadı olmadı. o küçük eve ben zor sığarken... sadece içimdeki o küçük çocuk içinmiş orası. ve onun yuvasıymış sadece. benim girmem bile aptallıkmış oraya.
dışarıya çıkarak, gökyüzünü görerek, yenileceğini bilsen bile, çığlığını atarak bağırmak gerekiyormuş aslında hayata. önce seni, sonra kendimi korumak gerekiyomuş. en büyük bencillik kabuğa çekilip, ne olacaksa olsun demekmiş aslında.
her zaman, karşı durmakmış, savaşmakmış, kararlı olmakmış, değeceğini bildiğin insan için canını tereddüt etmeden verebilmekmiş aşk. işte bu kadar basitmiş aslında.
her geçen gün daha da büyüdüm, olgunlaştım seninle. dönüp arkama baktığımda seninle dolu dolu yaşanan binlerce anı geliyor aklıma. hem en mutlu olduğum, hem de en dibe battığım, gözyaşlarımı içime akıttığım günde de sen vardın hayatımda. işte bu iki zıtlığı bile seninle yaşayabildik.
anlatılacak, yazılacak sayfalarca yazı var aslında. hepsi an ve an aklımda. gözlerimi kapatıp seni düşündüğüm her an yavaş yavaş bir film gibi oynuyor gözlerimin önünde. her ayrıntısına kadar. her günü diğerinden daha güzel 365 gün. ve hepsinin başrol oyuncususun.
arkama bakıyorum, dolu dolu geçen bir sene ve sadece sen. üzüntülerin yanında sevinçler, kahkahaların yanında gözyaşları. hepsi birbirine karışmış dolu dolu geçen bi bir sene.
iyi ki varsın. iyi ki yanımdasın. iyi ki yanımda olduğunu biliyorum. ve o güneşi kıskandıran bir çift gözün hep aynı ışıltıyla bakacağını biliyorum... ve o muhteşem gülüşün ulaşabileceği en son levele kadar ulaşıp içimi sımsıcak yapacağını biliyorum.
bu sene her şey daha iyi ve daha güzel olur umarım hem senin hem benim hem de ikimiz için...
yepisyeni hayatında, verdiğin tüm kararlarda, attığın bütün adımlarda, söylediğin tüm sözlerde, yaptığın bütün her şeyde arkandayım. cephede, masada, futbol sahasında her türlü çarpışmaya hazırım. ve her türlü desteği vermek için yanındayım...
--spoiler--
seninle tanıştıktan tam 1 sene sonra sana bunları yazmışım.
ve şu an tam 5.5 sene olmuş seninle tanışalı.
peki biz ne yaptık bu kadar, bunca sene.
karşıma alıp saatlerce konuşamadım seninle. sabahlara kadar gözlerinin içine bakarak gülemedim.
gecenin 3ünde bile ağız kaslarımız bu kadar gerilmişken gülmekten, gözlerinin içinde kaybolamadım.
sarılamadım sana doya doya. kokunu çekemedim bile içime. ama senin her ayrıntını biliyorum ben küçük kız.
her santımetren aklımda ucumda. gözlerinin ne denli güldüğünü, iç ısıttığından, gamzelerinin benim mezarım olacağımdan haberdardım. çok yol yürüdük seninle. biz bu hayatın hileleriyiz seninle.
tıpkı oyunda bölüm geçmek için yapılan hileler gibi.
biz o 2 seneye önceki 25 senemizi ve sonraki sonsuzluğumuzu sığdırdık küçük bir merhabayla.
sen şehrime geldin. her yerde senden bir parça bıraktın.
o seni öptüğüm iskele yıkıldı mesela. ama yerine yenisini yaptılar.
birlikte çay içtiğimiz pastanenin üst katını da yıktılar. ama şimdi tekrardan açmışlar.
beraber kahvaltı yaptığımız o bina var ya. orası da burger king oldu.
onun dışında her şey aynı. sahildeki kumlar, kaldırımdaki taşlar. pikap bile hala orda duruyor.
bazen geçiyorum ordan yanyan.
özellikle pazartesi günleri geçiyorum ki bütün sendromum gitsin yüzüme bi gülümseme gelsin diye.
hani sana öve öve bitiremediğim dönerci vardı ya. oranın döneri de artık eskisi gibi güzel değil.
şimdi daha güzel bi yer var. denesen bayılırsın sen de.
çok fazla yağlı değil. bir tabak dolusu peçete harcamak zorunda değilim.
seni gördüğüm köşede bi cafe vardı ya hani. orası da kapandı.
artık başka bi yere takılıyorum ben de.
bu şehrin her yeri senin anılarınla dolu. kaçamıyorum hiç bi yere. dolanup duruyorum her seferinde en başa doğru. aslında kaçmak da istemiyorum bi yandan. belki diyorum hep karşıdan gelir gülümser bana. anılarımızın şehri böyle.
peki ya ben.
ben nasıldım bu kadar sene. nefes alıp vermekten muaf geçen günler.
sessizliklere ve dahi sensizliklere gömülü geceler. ve çaresiz kalmanın verdiği hissizlikle yaşıyorum.
öylece dururken ben, bir başıma, hani sen de öylece çıkmıştın karşıma, aylardan aralıktı.
tek hatırladığım, benim üstümde kahverengi bir ceket, senin yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.
ve karanfiller açtı, ışık vurdu karanlığa. inadına kaçardım ben her şeyden, uzatmaya korkardım ellerimi hep, sen geldin.
ve kayboldum boşlukta. ama hiç korkmayarak, öyle aptal cesareti avuçlarımda.
şimdi düşünüyorum da güleceğim tutuyor. insan aslında hep imkansızı ister evet ama, senle yürümek bulutlarda.
hayali bile güzel geliyor işte. olmayanı oldurmak bana mı düştü? bana mı düştü geceyi gündüze kavuşturmak?
düpedüz ahmaklık bu işte. senli hayal kurmak, rüyalara kavuşmak senli. ahmaklık hepsi.
şimdi bana ait olmaman düşüncesinin ağırlığı beynimde ve yağmurlar hep gözlerime gözlerime yağıyor.
bir ıslık dudağımda, ellerim buza kesmiş, yürüyorum..
yürüyorum bir başıma ve yürüdükçe yağmura karışıyorum.
kızamıyorum hiç kimselere. ne sana ne de herhangi üçüncü şahıslara.
oynalınan oyunda figuran olmak ağırıma gidiyor, basıp tekmeyi hayallerime, kendime küfretmeye başlıyorum.
kış mevsiminde karanfiller açmaz hiç.
bahar kokmaz ortalık, her taraf kar altında.
ahmaklığım geliyor aklıma. ve kendimden başka hiç kimseye kızamıyorum.
bilinmezlik her tarafta, tamamlanmamış hiçbir şey, eksik hep ne varsa.
böyle melankolinin koyusunda olmak hiç hoşuma gitmiyor. doğrulup dizlerimin üzerinde ayağa kalkmak için delice çabalıyorum.
ama birden bir şarkı isleniyor aklıma, "dışarda yağmur yağıyor, gitme vakti benim için, biraz yürüsem altında, belki yıkanır içim?." öylece kalıyorum, kalkamıyorum.. ve lanetler yağdırıyorum herkese, her şeye.
bir sana kızamıyorum ama.
ağır bir kabülleniş sarıyor bedenimi, gerçekler acı hep, ürperiyorum.
bir parça umut kalmıştı ellerimde, usulca bırakıyorum yere.
ve basıp üzerine yürüyorum sessizce, ayaklarım yağmura karışıyor öylece.
yüzlercesi binlercesi geçiyor üzerimden teker teker. her dokunuş sen geliyor bana.
sana yazılacak anlatılacak konuşulacak binlerce milyonlarca kelimem var içimde. ve hepsi de hazırolda seni bekliyor dilimin ucunda.
belki bu gün ya da yarın o kelimeler dökülmeli dilimden.
sen benim çıkış noktamdın. belki varışınca görüşürüz.
simyacı
"- peki dünyanın en büyük yalanı ne? diye sordu delikanlı, şaşkınlık içinde.
- ne mi? hayatımızın belli bir anında, yaşamımızın denetimini elimizden kaçırırız ve bunun sonucu olarak hayatımızın denetimi yazgının eline geçer. dünyanın en büyük yalanı budur." simyacı
--spoiler--
uzakta çok uzakta güneyde
yazları sıcacık ve aşık
kışları soğuk ve sensiz
bir şehir ve ben üşüyoruz
bir uğrasan diyoruz
iklimini getirsen
bereketini bolluğunu
örtsen üzerimize
havalansa yine zil çalan eteklerin gelip otursa gözlerime gözbebeklerin öperken içsem ağzının çiçek balını günahını boynuma seni koynuma alsam hem zehrim hem şehrim limon çiçeklerim olsan
ben görmedim böyle alımı çalımı
yarabbi duy duyur sesimi
anlamıyor kimsesizliğimi
yarabbi yetiş yarabbi
yarabbi duy duyur sesimi
anlamıyor çaresizliğimi
yarabbi el ver yarabbi
tenhada, kuytuda, ücrada
tekinsiz bir mecrada
dua etsem seni dileyen
börtüm böceğim bitki örtüm
olacak duam olsan amin desem hamdetsem
toprağına kök salsam
senle nihayet bulsa ömrüm
--spoiler--
- Sevgilerin üstünden baharlar ve kışlar geçenlere!-
Hatırlayanlarınız var mı, sevgi neydi? ilk sevgi sözcüğünü, ilk kıpırdanışını yüreğinin hatırlayanlarınız var mı? ilk hüznümüzün adını sevgi koyabiliyor muyuz şimdi geriye dönüp baktığımızda? Derûni coğrafyamızı kaplayan zifiri bulutların ve üzerimize örtülen maddeci felsefenin ağırlığına ne zaman başkaldırmıştı sevgilerimiz, hatırlayanınız var mı? Ne zaman sevgilerimiz paralarımızdan önce tartılırdı; ya ne zaman pazar eyledik sevgilerimizi, biliyor musunuz? En son ne zaman bir sevgiyi söyleşmiştik bir sevgiliyle?!...
Her gün bir parçamızı daha tüketen teknoloji çağında sevgiye en son ne zaman merhaba demiştik, hatırlayanınız var mı? Hatırlıyor musunuz, sevgi neydi? Üzüm henüz yaratılmamışken insanları sarhoş eden o muydu acep? O muydu canından ve cihandan geçiren sahip kıranları? Bin yıllar ve binlerce yıllar boyunca pervaneyi ateşe düşüren, bülbülü şeydalandıran o muydu? Neydi sevgi?!..
Hatırlayan var mı, sevgi neydi? Leylaların, Şirinlerin, Aslıların nazı mıydı o; yoksa Mecnunların, Ferhatların, Keremlerin niyazı mı? Hangisinde belirmişti ilk kıvılcımı sevginin? Neydi sevgi?!..
Açıkken gözbebeğimize yerleşen de, göz yumduğumuzda gönlümüze sızan da sevgi değil miydi bir vakitler? Bir dudağın kıpırdanışından yanağımıza akseden pembelikler, utanmalar, sevgi değil miydi yoksa? En son ne zaman kızarmıştı yanağınız, hatırlayanınız var mı? Uykumuzu en son ne zaman terk etmiştik sevgiyi düşünmek adına? En son sevgi şiirini hangi gecede okumuştuk? Sahi neydi sevgi? Bir çuhayı ipek görebilmek miydi; toprağı amber niyetine koklamak mı? Sûreti sîrete, arazı cevhere, bedeni ruha köle eylemek miydi sevgi? Sevgi bir iyilik miydi, şefkatli bir cümlecik mi? Neydi sevgi, dış mıydı, yoksa iç mi; zahir miydi, yahut bâtın mı; kalıp mıydı, ya ki can mı? Var olmak mı, varlıktan geçmek mi? Dünyaya gülmeye mi gelmiştik; ağlamaya mı; ölüyor muyuz, yoksa doğuyor mu? Sevgi neydi?!..
Unuttuk, acep neydi sevgi? Bir yetimin başını okşarken dimağımıza yerleşen tat mıydı o? Bir bebeğin süt kokulu tenindeki su çiçeği miydi? Sabah evden çıkarken özlemeye başladığımız bir ses miydi? Hatırlayanınız var mı, sevgi neydi? Sevgi bir sigara dumanında, bir tren düdüğünde, bir dalganın en son hışırtısında ve bir turnanın kanadında mı kalmıştı? Sevgi Medine"de, Semerkand"da, sevgi Bağdat"ta, Endülüs"te, ta caddelerde, sokaklarda, evlerde, kapıların tokmaklarında çınlar durur muydu eskiden? Ya neden şimdi Ayasofya"da pitoresk, Divanyolu"nda kaldırım taşı, Ankara"da ittifak, Yeşil Kubbe"de Mevlanâ, Erciyes"te kar, Fırat"ta bir içim su olup girmiyor dünyamıza?!
Neden nefesimiz daralıyor hummalı inatlarımız, kallavi benliklerimiz yüzünden? Neden gönül yuvalarımıza kuzgunlar pikeleniyor da nesillerimiz sersefil ve derbeder?!..
Sevginin koynunda büyüttüğümüz nazeninlere nazı enîn ile mi unutturdular, semenderlerimiz ateşe niçin yanmaktalar? Soralım ta içimize; neydi sevgi? Sevgi neydi sahi?
Bir mektubun ilk satırı mıydı; bir telefondaki ilk ses mi? insanı mutlu eden o ilk satır mıydı defalarca okunan; yoksa ilk satur arayışları mı tekrar be tekrarlanan? Telefondaki bir ses insanın bir ömrünü doldursa mı sevgiydi gerçekten; yoksa yeni sesler duymaya hiç yetmeyecek ömürlerin arayışları mı? Sevgi bir acıydı herhalde, bir kederdi; kâh hüzünle, kâh mutlulukla hatırlanan. Belki de sabırdı sevgi, affetmekti, gelecek günler adına. Sevgi sınanmaktı adl-i ilahi"de ve sınavı geçmekti . ercesine. Sevgi bir tevbeydi, nasûh kisvesinde; bir dirilişti nefsi öldürerek. Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda. Ömür geçer de ad kalır...
Sevgi: iki hece.
Sevgi, sevmek kelimesinden türetilen bütün öteki kelimelerin en güzeli.
Derin uykulara dalmadan önce ilk soru: Sevgilerinizi en son ne zaman hatırlamıştınız ve sevgiyi hak edenleri en son ne zaman?!..
Bir soru daha: Sevgileriniz yalan mıydı yoksa?
Ve son soru: Çorak vadilere yönelmişse sevgilerimiz, çevremizi kandırmıyorsa sulara, içimizde akan Nil olsa ne?!..
sahi ya. sevgi neydi? nasıl bir şeydi?
o iki hecenin içini seninle doldurduğumu tekrar anladığım bu günlerde neden bu soruyu sana sorarım?
içi boş yaşanmışlıkların karmaşasından kurtulup, senin kucağına düştüğümde neden bu iki hece bi anda anlam bulmuştu seninle? ruh ikizimiydik? birbirimizi çok mu iyi anlıyorduk? peki neden her seferinde bu kadar da olmaz diyoduk? bunlar mucize miydi? yoksa birer tesadüf mü?
en bilinen şey, neden bi anda en bilinmeze doğru giderki? aylardır çözmeye çalıştığım, çözmek için uğraştığım bu denklem neden bir türlü sonuca varmıyor? ya sıfır çıkacak ya da bir. cevap bu. ama bulamıyorum bi türlü?
kızgınsın kırgınsın biliyorum. büyük kararlar verdin. belki daha büyüklerini vericeksin.
bilmiyorum korkuyorum. tepkisizliğin, çözülememezliğin, uzaklaşman beni korkutuyor.
elimden geleni yapıyorum ama ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum. nasıl yaklaşmam gerek, ne yapmam gerek. korkuyorum sadece. umuttan başka bir şey veremiyorum şu anda.
farkındayım sen de korkuyosun fazlasıyla. belki benden daha fazla. ne yapsam, ne desem inandıramam belki seni. sadece yaşayıp görmek gerekicek belki de. belki uzaktan, belki yanıbaşımda. ama elbet anlayacaksın. erken ya da geç.
değişiyorum, büyüyorum, öğreniyorum, yeniyorum, görüyorum, anlıyorum ve sorumluluk alabiliyorum. o kadar boşvermiş olamıyorum artık nedense hayata karşı. önemsediğim şeyler ve hedefler var artık. önümdeki karanlığı aşıyorum ve ilerdeki aydınlığı görebiliyorum yavaştan. ama yalnız, ama seninle.
ilerdeki dünyada ne var, ne olacak hiç bilmiyorum. belki istemiyor o dünya beni. belki eski umutsuzluklarımla geri dönücem geldiğim karanlık kuyuya. belki de yepyeni bi hayat olacak benim için. hayal ettiğim(iz) gibi. az kaldı, çok az kaldı. ama tek başımayım bu karanlıkta.
içindeki o küçük kızı göremiyorum. o kızı görüp de seni ikna edemiyorum hiç bir şeye. yalnız başıma yürüyorum sadece. ve geliyorum sonunu bilmediğim bir yola. biliyorum, biliyorum ama kestiremiyorum.
nerden bilebilirdim, ışığı güneşi kıskandıran o bir çift gözle bu günün gecesinde tanışacağımı. hayatımın bambaşka bir yola gireceğini, yıllardır ertelediğim bi çok şeyi bu zamandan sonra yapacağımı ve bilmeden biraz kabuğuma çekileceğimi... ve o küçücük kabuğa seni sığdırmak için uğraştığımı aslında, nasıl bilebilirdim. nasıl anlayamadım ben o küçücük kaplumbağa evine iki kişinin sığamayacağını.
böyle daha mı az hasar görecektik. sadece biz ikimiz mi yaşayacaktık bunu. bizden başka kimse bilemiyecek miydi neler olduğunu. her şeyden bizi koruyan o o tek kişilik ev mi olacaktı.
aylardır oraya sığdırmaya çalıştım seni ama olmadı olmadı olmadı olmadı. o küçük eve ben zor sığarken... sadece içimdeki o küçük çocuk içinmiş orası. ve onun yuvasıymış sadece. benim girmem bile aptallıkmış oraya.
dışarıya çıkarak, gökyüzünü görerek, yenileceğini bilsen bile, çığlığını atarak bağırmak gerekiyormuş aslında hayata. önce seni, sonra kendimi korumak gerekiyomuş. en büyük bencillik kabuğa çekilip, ne olacaksa olsun demekmiş aslında.
her zaman, karşı durmakmış, savaşmakmış, kararlı olmakmış, değeceğini bildiğin insan için canını tereddüt etmeden verebilmekmiş aşk. işte bu kadar basitmiş aslında.
her geçen gün daha da büyüdüm, olgunlaştım seninle. dönüp arkama baktığımda seninle dolu dolu yaşanan binlerce anı geliyor aklıma. hem en mutlu olduğum, hem de en dibe battığım, gözyaşlarımı içime akıttığım günde de sen vardın hayatımda. işte bu iki zıtlığı bile seninle yaşayabildik.
anlatılacak, yazılacak sayfalarca yazı var aslında. hepsi an ve an aklımda. gözlerimi kapatıp seni düşündüğüm her an yavaş yavaş bir film gibi oynuyor gözlerimin önünde. her ayrıntısına kadar. her günü diğerinden daha güzel 365 gün. ve hepsinin başrol oyuncususun.
arkama bakıyorum, dolu dolu geçen bir sene ve sadece sen. üzüntülerin yanında sevinçler, kahkahaların yanında gözyaşları. hepsi birbirine karışmış dolu dolu geçen bi bir sene.
iyi ki varsın. iyi ki yanımdasın. iyi ki yanımda olduğunu biliyorum. ve o güneşi kıskandıran bir çift gözün hep aynı ışıltıyla bakacağını biliyorum... ve o muhteşem gülüşün ulaşabileceği en son levele kadar ulaşıp içimi sımsıcak yapacağını biliyorum.
bu sene her şey daha iyi ve daha güzel olur umarım hem senin hem benim hem de ikimiz için...
yepisyeni hayatında, verdiğin tüm kararlarda, attığın bütün adımlarda, söylediğin tüm sözlerde, yaptığın bütün her şeyde arkandayım. cephede, masada, futbol sahasında her türlü çarpışmaya hazırım. ve her türlü desteği vermek için yanındayım...
hayat dediğimiz şey nelerin birikimi acaba. acı, sevinç? ya da bambaşka şeyler mi? geçen 1 sene acaba hangisi daha ağır bastı. acılarımız mı, sevinçlerimiz mi? yoksa umutlarımız hayallerimiz mi? neden böyle oldu, olduk.
ne de hızlı geçmiş günler. dönüp arkama baktığımda, kendi hayatımla ve seninle ilgili o kadar güzel şeyler gelioki aklıma. evet sadece güzel şeyler. üzüntüler, kederler, gerçekleşmeyen hayaller değil. sadece güzel günler, güzel anlar. neden böyle oldu, neden böyle olduk.
seni ilk gördüğüm günki gibi misin hala. gözlerindeki ışıltı hala öyle mi? ya da yine sıcak mı gülüşün? resmine baktığımda bile içimi eriten o gülüşün, karşımdayken beni sana bi kez daha hayran bırakacak, bi kez daha aşık edecek kadar içten mi?
neden güçsüzsün bu kadar. artık neden dayanamıyosun. neden pes ediyosun. sen ki o kadar acı gördün. yirmi yaşında birinin altından kalkamayacağı yükler bindi sırtına. yine de pes etmedin. gözlerindeki o ışık. gülüşündeki o insanın içini eriten sıcaklık yine de kaybolmadı. neden şimdi. benim güçsüzlüğüme mi özendin? peki ben napıcam? sen pes ettiysen, ben nası devam edicem. o gücü nerde bulucam? neden şimdi?
kimin eseri bu. neyin günahı acaba? kime acı çektirdik. kimi mutsuz ettik. umursamadığımız insanlar mı oldu bitişimiz? bizi dibe batıran neydi? neden böyle oldu, olduk?
şarkılardaki gibi mi olacaz biz de. uzaktan seven ama kavuşamayan. başka bedenlerde birbirini arayan iki yabancı sevgili mi olcaz. aynı hislerle, farklı yollarda mı yaşlanıcaz. bilmeyiz tabi. kader. bize sadece elinden geleni yapıp yaşamak düşer.
yanımda olsan mükemmel olacak imkansızımsın. biliyorum. kimse sevilmiycek böylesine. böylesine bakılmıycak gözlere. ve böylesine umursuz olamıycak hiç bi yerde. ve böylesine uyuşmayacak kalp ve beyin. herşeyi biliyorum biliyorum biliyorum ama olmuyo.
özlediğim çok şey var. ama en çok o günler. hani sabahlara kadar konuştuğumuz, güneşi beraber gördüğümüz o günler. en saf, en temiz zamanlarımızdı o zaman biliyo musun? geçti ve geri gelmiycek. sadece hatırlayıp vay be diyeceğimiz günler. bak şimdi hatırladım yine. ''hadi çayı demleme vaktin geldi artık''
tüm güzel anılarımın altında bi şekilde sen varsın. hayatında unutamadığım ve en mutlu olduğun bi anını anlat deseler, hep senli hikayeler dökülecek ağzımdan. ve o kamyonetin arkasından geçtiğimiz gün.
kaybetmekten korktuğumsun. benimle olma. bu fazla koymaz ama hep yanımda ol. ve ben nefes aldığım sürece sen de yaşamak için savaş. daha iyisini yapmak için savaş. ve ben de gücümü senden alayım.
ben seninle büyüdüm, seninle olgunlaştım. seninle öğrendim. ve daha bir ömürlük yolum var bu dünyada. bu süre zarfında yanındayım...
keşke şu an yanında olabilsem insanı. ona dokunmaya, gözlerine bakmaya, sarılmaya o kadar ihtiyacım varki. bi anlık değil bi ömürlük olsun istiyorum ama. imkansız gibi.