herhangi bir mezarlığın önünden geçerken bu hisse kapılır insanoğlu.kısa süreliğine de olsa ne hayat kaygısı,ne dünyevi hırs ve istekler düşünülür.hepsi unutulur bir süre için.hayatın ne kadar boş olduğunu idrak eder bünye.ama mezarlığı biraz geçip,insan kendine gelince kullandığı arabanın gazına abanır ve "mnskym gene işe geç kaldım,müdür derimi yüzecek" diye düşünerek hayatına ve hırslarına kaldığı yerden devam eder.
nerde dedelerimiz, ninelerimiz. hiç kimse bu dünyada kalıcı değildir. az da yaşansa çok da yaşansa her kesin gideceği yer kara topraktır. günü, vadesi dolan ayrılır gider...
çoğu zor zamanın hemen ardından yaşanan, hayatın bir paradoks olduğunun farkına varıldığı anlardır. ne tuhaftır ki gerçekten andır bu zamanlar; bu anlar dışında hiç bir zaman hayatın boş olduğuna inanılmaz.
yapacak hiçbir şeyin olmadığı anlardır ve aslında dünyanın ne kadar gereksiz olduğu anlaşılır elimde olsa ne gelirdim ne yaşardım ne de ölürdüm denir...
gözlerindeki ışığın bittiğini atık seni sevmediğini senin olmadığını sölyediği senin ise arkasından bakakalırken ruh halin .... bana öyle olmuştu ve en iyi böyle tarif ettim nacizane
ormanda sırtınızı dayadığınız agaçtan elinize bir karıncayı alıp işaret parmağınıza kadar sürükledikten sonra onunla yüzyüze gelmek. siz sorarsınız o cevaplar...
en sevdiğiniz insanlardan biri, bir adım ötenizdeyken ona dokunamadığınız, sevdiğinizin sizin sesinizi, ta en içinizden "beni sensiz bırakıp gitme" haykırışlarınızı duymadığı an. hepimiz için eninde sonunda gelecek an. yeşil bir örtüye sarılmış tabut ve çaresiz insancıklar kalabalığı. işte tek gerçek o an.