kafanızı yastığa koyarsınız. içinizde sebebini bilmediğiniz bir sızı. gözyaşlarınızla boğuşursunuz.
her şeye rağmen mutsuz olduğunuzu anladığınız o an, hayatın, etrafınızdaki tüm insanların ve sahip olduklarınızın boş olduğunu anlarsınız. paylaşamadığınız o iç yakan duygu kendinden başka her şeyi anlamsız kılar...
gayet sağlıklı, enerjisi yerinde ve hayata bağlı görünen bir insana, bir yakınınıza bir hafta içinde ölümcül ve yakalandıktan sonraki ortalama yaşam süresi kısa bir hastalığın teşhisinin konulduğunu öğrendiğiniz an.
hayatta hiçbir şeyin garantisinin olmadığını anladığınız andır aynı zamanda.
(bizzat yaşadım da biliyorum.)
yaşadığımız anlarda mücadele ederken böylesi bi his herzaman hissedilmez. herşey herzaman demek olsaydı herzaman da herşeyde olurdu. ama herşey uzakken herzaman denilmesi mümkün değildir.
cebinden çıkan eşyaları ilgili yerlere teslim etmek için toplarken, tek camı çatlamış bir gözlük, eprimiş bir cüzdan içinden fırlayan, üzerinde telefon numaralarının yazılı olduğu bir kaç küçük kağıt parçası gibi..nasıl olup da tuvalette ölecek kadar yalnız kaldığına şaşırdığınız yaşlı adamın ölüsüne herkesten uzun bakışınızın sebebi boşluğunu kavradığınız anlardandır.
andır gelir geçer,
gündeliğin sıradanlığına karışır herşey..