henry david thoreau’nun ruhsal hakikat ve özgüven arayışı onu, medenî hayattan kaçmaya yöneltmiştir ve walden’da açıkladığı gibi birkaç yıl doğa ile iç içe gerçek bir inziva hayatı yaşamıştır. henry david thoreau, thomas jefferson’un “en iyi yönetim en az yönetendir” sloganını desteklemiş ve en önemli siyasî çalışması civil disobedience'de (sivil itaatsizlik) bu sloganı kendi anarşist düşüncesine uyarlamıştır: “en iyi yönetim, hiç yönetmeyendir.” henry david thoreau’ya göre bireycilik, sivil itaatsizliğin kılavuzluğunda ilerler: birey kendi vicdanına bağlı olmalı ve hükümetin kanunlarına, toplumun isteklerine kayıtsız kalarak sadece doğru bildiği şeyleri yapmalıdır. henry david thoreau’nun anarşizmi bireysel vicdanı, politik sorumluluğun üzerinde tutar. henry david thoreau’nun bu anlayışı köleliği yaygınlaştırdığı ve diğer ülkelere karşı savaşmayı sürdürdüğüne inandığı amerikan hükümetine itaat etmemesine sebep oldu.
Şehirleşme ve kalabalık karşıtı bir düşünür. “ kalabalığın içinde, kadife bir yastığın üstünde oturmaktansa tek başıma bir bal kabağı üstünde oturmayı tercih ederim “ demiştir. Nihilizmi andıran çok sakin bir hayat sürmüştür.
Üst insan olduğunu düşündüğüm, fikirleri, yaşayışı, çiçekli bahçeleri değil bataklıkları sevişi, özgürlük anlayışı, zekası ve sayamayacağım mükemmel özellikleri olan insan üstü varlık.
yakından takip ettiğim bir sözlük yazarı dostum sayesinde tanıma şerefine nail olduğum yazar, internet üzerindeki içerik yetmeyince waldenı okumak istedim ama önce ideolajisini daha iyi öğrenmem gerektiğini düşündüm ve görseldeki eserle giriş yapmaya karar verdim.
1850'den sonra yazdığı yazdığı tabiat, insan hakları, ve devlet konularındaki fikirleri , gandi başta olmak üzere çok kişinin dünya düzenine getirdiği eleştirilere öncülük etmiş.
"Milletler bıraktıkları işlenmiş taş miktarıyla hatıralarını sürdürme hırsına tutulmuşlar. Davranışlarını düzeltmek ve inceltmek için benzer zahmete katlansalardı ne olurdu? Bir parçacık sağduyu aya yükselen bir abideden daha anlamlı olurdu."
ormanda yaşam adlı kitabında sadece toplum ve hükümeti eleştirmez; gazete okumanın abartılan bir iş olmasından, üniversitede alınan eğitimin fonksiyonel olmadığından, kıyafet- giyim takıntısından tutun da vejetarjenliğe hatta veganlığa övgü denilecek noktaya kadar birçok şey üzerine kafa yormuştur.
ciddi bir medeniyet eleştirisi getirmiştir. bu bakımdan thoreau, belki rousseau'dan sonra bir ilk... yaşamaya çalıştığı hayatla da medenî değerlere sırt çevirmeyi bilmiş bir insan...
görüşlerine katılmasanız bile, okunmaya değer birisidir thoreau!
son olarak şu sözü hep nazarımdadır ismini duyduğumda; "yeni kıyafetler gerektiren tüm işlerden kaçının."
Oysa çoğunluğun egemen olduğu bir yönetim hiçbir durumda doğruluk üstüne kurulamaz, insanların adaleti kavrayıp kaçınılmaz bulduğu durumda bile iyi ile kötünün ne olduğuna çoğunluğun değil de vicdanın karar verdiği bir yönetim olamaz mı?
Çoğunlukların yalnızca kestirmecilik kuralının uygulanabilir olduğu sorunlar konusunda karara vardıkları bir yönetim olamaz mı ?
Bir yurttaş vicdanını bir an olsun ya da bir parçacık bile olsun yasa koyucunun ellerine bırakmalı mıdır??
Doğruysa bu, her insanın bir vicdanı olmasına ne gerek var???
Bana kalırsa , önce insan olmalıyız ; kul olmak ,uyruk olmak sonra gelir.
"Yalnızlık, kişi ile arkadaşlarının arasına giren millerle ölçülmez. Cambridge üniversitesinin kalabalık anfilerinden birinde çalışmakta olan gayretkeş bir öğrenci çöldeki bir derviş kadar yalnızdır. Çiftçi tüm gün tarlada ya da ormanda çalışabilir, çapa yapabilir veya odun kesebilir, fakat yalnız hissetmez çünkü meşguldür; fakat gece eve döndüğünde odada yalnız başına, düşüncelerinin insafına kalmış bir şekilde oturamaz."
"Bir yurttaş, vicdanını bir an için ya da bir nebzecik olsun yasacının eline bırakmalı mıdır? Bırakmalıysa, neden bir vicdanı var öyleyse? Bana kalırsa, önce insan olmalıyız, sonra da uyruk. Doğruya olan saygımız ölçüsünde yasaya saygı beslemeye özenmemeliyiz. Boynumun borcu saydığım tek şey, doğru bildiğim şeyi her istediğim zaman yapmaktır. Yeterince, hem de haklı olarak söyleyip durmuşlardır şunu: bir topluluğun vicdanı yoktur; vicdanlı insanlar topluluğu vicdanlı bir topluluktur. Yasa, insanı azıcık olsun doğru yapmaz hiçbir zaman. En iyi niyetliler bile, yasaya olan saygıları yüzünden, Tanrının günü haksızlıklara araç olmaktalar. Yasaya karşı beslenen yersiz saygının bir sonucu olarak, bakıyorsunuz, tabur tabur asker, albay, yüzbaşı, onbaşı, er, topçu yamağı sürü sepet, eşsiz bir düzen içinde dere tepe demeyip savaşa koşuyorlar, hem de istekleri dışında, sağduyu ve vicdanlarına karşın. Allahın belası bir işe sürüklendiklerinden hiç kuşkuları yoktur. Hepsi de barıştan yanadır çünkü. Peki öyleyse, sorarım size, nedir bu adamlar şimdi? insan mıdırlar, yoksa, baştaki bir avuç vicdansızın buyruğu altında ayaklı birer kale, birer cephanelik midirler? Deniz kuvvetleri tersanesine hele bir gidin de, bir deniz erine şöyle bir bakın: Amerikan hükümetinin yapabileceği ya da cadı kazanında pişirip kotarabileceği türden bir insan görürsünüz. insan değil de, düpedüz bir insan taslağı, diri diri tabuta konmuş, adeta cenaze töreniyle silah altına gömülmüş. "
Ama bak!
insan kendi araçları için bir araç haline geldi.
Acıktığında bağımsız bir şekilde meyve koparan insan çiftçi ve bir ağacın altında barınmaya çalışan insansa kapıcı oldu.
Şimdi sadece geceleri kamp kuruyoruz, dünyaya yerleştik ve cenneti unuttuk.
"Her türlü oy verme işi,dama ya da tavla gibi doğru ve yanlışla ilgili bir tür kumardır;kişinin ahlakı hiçbir zaman çıkarın önüne geçmez.Doğruya oy vermek bile doğru uğrunda bir şey yapmak değildir.Akıllı bir insan doğruyu ne şansın merhametine bırakır, ne de çoğunluğun gücüyle üstün gelmesini ister."