"başarmak" büyük terbiyesizliktir.
bu sebeple insan pazarlarında ve işe görüşmelerinin yapıldığı ayıp yerlerde sık sık duyulur.
"bana en büyük başarını anlat!" derler.
sende birilerinin hayatına yaptıklarını onlar hakkında hiç konuşmadan anlatırsın.
boş ver bu saçmalıkları da sana başarmakla ilgili gerçek ve çok kısa bir hikaye anlatayım.
üzerinden biraz zaman geçti; çok net hatırlamasam da bir kasım ayı olduğunu, yağmur yağdığını ve gece olduğunu biliyorum.
ilk nefesimi aldığım gündü. doğduğum gün.
ve ilk başarımı tattığım gün, belki de ikinci. söylediğim gibi çok net hatırlamıyorum.
o gün anladım ki en pis şeylere alışmaya başarmak denir. sonra yıllar yıllar geçti. geri dönüp bakınca en kısa zaman dilimi yıl gibi görünüyor. hatta bir kaç yıl. aslında geri dönüp bakınca pek fazla şey hatırlamıyorum.
zaman geçerken geriye dönüşün imkansızlığını kavradığım noktalar oldu.
dönemeçler, köşe taşları.
bunlara başarılarım dersem bazı insanlar bunlara bayılıyordu.
pek adetim değildi ama sonra fark ettim ki bi kaç kişinin hayatını kararttığım, devleti zarara uğrattığım ve yakalanmadığım gerekçesiyle aldığım plaketleri, ödülleri müstakbel iş verenime gösteriyordum ve hemen geçmişimle ilgili detaylar faslı kapanıyor, özlük hakları faslı açılıyordu.
ilk-orta okul yıllarında parmağımı hiç indirmiyordum. o kadar çok parmak kaldırıyordum ki öğretmen artık bana hiç söz hakkı vermiyordu. bilmesem bile parmağım havadaydı sürekli, bütün derslerim 5 pekiyi yada tam puan oluyordu. öğretmenim beni diğerlerine örnek gösteriyordu. ailem başarımla gurur duyuyor akrabalara hava atıyordu.
uzun etmeyeceğim. şimdi geri dönüp bakınca kaybettiğim bir şeyleri hissediyorum. bu hissi tanıyalı çok zaman olmadı. otuzuma girmemiştim sanırım. belki de girmiştim. baştada söylediğim gibi çok net hatırlamıyorum.
geri dönüp bakıyorum ve dönüşü imkansız kılan o kadar çok "başarım" var ki. yani alıştığım o kadar çok pislik biriktirmişim ki arkamda geriye dönmek imkansız.
şu sıralar geçmişe bakınca orada bir tek ışık görüyorum. bir fener gibi. belki o bana yol gösterebilir diye bir umudum var. o fener çocukluk zevkleridir. burnunu annene bastırdığında aldığın koku; her şeyin çok güzel olduğunu ve hep çok güzel olacağını söyleyen koku, içini kaplayan sonsuzluk ve huzur hissi.
dünya...
her yeni dönem veya sistem kendi emir ve dayatmasını bir iki kelimelik bir mesajla insanlara iletir.
antik yunan erdemi dayatırdı.
bir yüzyıl önce "ödev ve sorumluluklar"
daha önceleri ahlak ve iyi kulluk
şimdi ise "başarı" bize dayatılmaktadır. mutlu olmak için başarılı olmalısın. ve evet mutlu olmak da zorundasın.
ahh yüce allahım mutlu olmak zorunda olmasak ne kadar mutlu olurduk kim bilir.
kimseyi hayatta başarılı olmak istiyorlar diye ayıpladığım falan yok.
dergilerin kapağına çook para kazanmayı başarmış insanların resimleri basıldığı sürece kimseyi de ayıplamayacağım. neticede hepimiz ne olmamız isteniyorsa o olmak için çalışıyoruz. olmamızı istedikleri şey olursak başardık demektir.
ama bunca sene yaşadığımdan anladığım bir şey var.
hayatta başarılı olunmaz.
ya hayatta olunur, ya başarılı.
Başarısızlığın nasıl bir şey olduğunu bilmediği için, elde ettiği başarılardan zevk alamaz. Başarısızlıklarından ders almadığı için de olgunlaşamaz. Ne de olsa insanı büyüten şey acı tecrübelerdir aslında.
tecrübesiz ve hayatı toz pembe sanan insandır. ukalalığı, hayatı ve insanları tanımamasından gelir. ona için başarı başkalarının başarısızlığı demektir.
hayatında hiç risk almamış insandır büyük olasılıkla. hayata karışmak, hatta bazen karşı durmak yerine, uzaktan seyretmeyi tercih etmiş insandır. aslında hiç yaşamamış sayabilir kendini.