Küçücük umuda da muhtacım; tutulmayacağı bariz sözlere de... Çocuklar gibi inanmalıyım. Gönüllü kandırılmak istiyorum. Tadılmamış lezzetlerin peşinde değilim. Ekmekten güzel katık, ab-ı hayattan ferah bezm-i muhabbet mi var? Su yangını söndürmez, vesiledir o. Bizi de söndürecek bi' sebep ver, ya çalap!
Kısık sesli bi' cumbaba... Gerçeği kabullenmeye başlayıp, ortalığın ateş attığını kabullenmiş. Bu da bir şeydir. Galiba gemilerden birini satacak yakın zamanda. Kim bilir...
Gülün yaprağını kopartsan; ne güzelliğini almış olursun, ne de elindeki parça çirkinleşir. Büyüklerden birinin dediği gibi, mum başka mumu ateşiyle tutuştursa; ışığından bir şey kaybetmez. Mevlana'nın sözü olsa ne, olsa ne başkasının, farketmez. Çirkin olanın gönül aynası kararmıştır; çıkıp gelse peygamber, hazzetmez. Deryanın suyunu versen "su" diye... Ey cehaletin timsali zahit adam! Ne çiçek canlanır, ne de Mecnun serinletmez. Haddini bilmeden böbürleneceksen "bilirim" diye, ettiğin kendinedir kimselere bir şey etmez.
Halimizi Kudret biliyor; O'nun önünde eğiliriz ancak. Keyfimize gelirse tabiki. Nefs... Sen öyle adi bir köpeksin ki çakallar sırtlanlar bile senin kadar leş yememiştir. itim kâfir!
Yalandan ateşmiş gibi kızıl bir bezi dalgalandıran aydınlatma şeysileri vardır ya hani. Hah! işte o zımbırtılar gibi biz de aydınlatıyoruz çevremizi. Tek fark: O ateş sahte, bizdeki... Bizdeki ise; kendine zar zor yeten bir ateş. Sahici bir gönül titreyişi ile ürperen, galiz bir ateş. içine imha edilsin diye çöpler atılan. Arınmak dilerken, kendisi kirleri arıtan.
...Çaresiz kimselerin azatlığıdır: Küçücük bir kafesten, ondan da küçük ürkek Can'ları art arda, koca gönül hüzünlü bakışla, uçsuz bucaksız maviliklere salıvermektir. Hayatın delikan kimselere, sevdikleri tarafından patlattığı tokadın yürek acısını; derneştireyim derken küçümsenmeyi göğüsleyebilmektir. Elinden hiçbir şey gelmeden, ardından bakılarak uğurlanan dilektir. Kararan perdede 'SON' yazmayan tek Yılmaz Güney filmidir. Azalan; ama hiç bitmeyendir, umut...
Düşen kalkar elbet. O değil de... Ya mesele kalkabilmek değilse? Öfkeyle ya da acıyla... Yıkıldığı yerde bıraktıklarıdır, insanı yiğitlikte coşturan, güzele ulaştıran. Yanına kalkarken tevazuyu almalısın. Azgın nefs'in isteği biter mi hiç, cancağızım? Kavi gönülle parlamalı, güneş gibi, adamlığın gönül dağında. Ve hiç şaşmadan yazmalısın öykünü; şirazesi kaymış ciltli yapraklarına hayatın ve de güzel sevdiceğin nurlu bağında.
Bazen insanlık mı yapıyorum enayilik mi diye kendi kendime çok düşünüyorum. Çünkü insanlar beni insanlıktan soğuttu. Hep diğerlerinin düştüğü seviyeden uzak olmak adına kendimi bozmamaya çalıştım. Onun gibi yaparsam bana da ona baktıkları gibi bakacaklar mantığı oluştu. insanların nasıl baktığı neden bu kadar önemli di mi.. Ama ben kendime bakarken onlar gibi görünmek istemiyordum. Küçüklüğümden beri kendime yapmadığım fedakarlığı bir başkasına yaparken buluyorum kendimi hep. Ben bir şey aldıysam yanımdakilere daha büyük bir pay verir, bazen kendime hiç almazdım bile. Biraz büyüdük, zar zor para kazanıyordum ve kendime doğru düzgün bişi almadan kenara koydum paramı. Bir arkadasım çok zorda olduğunu söylediğinde hiç düşünmeden hepsini ona verdim. Ben de zordaydım ama onu kurtarabilmek istedim. Biraz zaman sonra bi baktım tatilden kareler atıyor Facebook'a. Ben de param olmadığı için evde oturuyorum öyle.
işe başladık, kim ne istiyosa kırmadım. Sabahın köründe otobüse binmesin, akşam yorulmuştur vs diyerek kapılarının önünden alıp bırakıyordum. Karşılık ya da minnet beklemiyordum benim vicdanım böyle istiyordu. Ama Benim işim düştüğünde herkes arazi. insanlığımdan tiksiniyodum ya, aptal yerine koyulmak canımı sıkıyordu ve zamanı geldiğinde asıl aptalı onlara göstermek istiyordum. Ama bünyem kin tutmadığından 2 gün sonra siktir et ya deyip kendi benliğime dönüyordum. iyi niyetim diğerlerine olan sevgimden değil lan kendime olan saygımdandı. Bir kişi bile anlayamadı beni. Neden sömürgeye dönüşüyor bu? Neden iyiyi örnek alıp böyle olmalıyım denmiyor da faydalanma isteği oluşuyor. Bu çiğlik neden var?
Sırf kendimi onların sınıfına koymamak için dengim olmayanların götünü kaldırdığımı farkettim. iyi niyetimden de insanlıktan da tiksinir hale geldim. Hepinizin tek tek çıkarcılığınızı sikeyim ben. 3 kuruşluk zeka ile uyanık olduğunu zannetmek de böylelerine yakışır zaten.
Ya ben bu dünyanın ta amına koyayım. Benim için değerli olanın peşinde koştum. Küstü, barışmaya çabaladım. Sorun oldu sorunu çözmeye uğraştım. Her şeyden korumak istedim. O üzülmesin, acılarını keşke üstüme alabilsem de o gülse ben ağlasam istedim. Yalan değil bin bela beni bulsun ki istedim ulan. Dara düştüğünde yanında olayım, üzüntüsünü paylaşayım, azcık yüzü gülecekse ne istiyosa onu yapayım dedim. Onu üzecek tek söz gelmesin diye ne gerekiyorsa yapmaya çalıştım. Kırdı dağıttı, tek güzel sözüne affetim. Beni siktir etti eğdim başımı gittim. Bana kendimi fazlalık gibi, olmasam daha iyi olur gibi, zarar veriyordum gibi hissettirdi. ona iyi olacak düşüncesi ile ben kendimden bile korumak için siktirip gitmeyi tercih ettim. Sahte oldu adım. Benim yanlış düşünmeye hakkım yoktu. Herkes yanlış düşünebilir ama ben düşünemem. Öyle bi hakkım yok ben kimim ki. Hep dürüst oldum ama yalancılıkla suçlandım. Kendimden önce onu düşünmeye çalıştım bencil oldum.. Ne şerefim kaldı ne kişiliğim. Bu nasıl vicdan arkadaş.. Bu neyin nefreti ne yaptım da hak ettim dostum. Neden bu dünya kötü niye bu kadar pamuk ipliğine bağlı her şey. Niye hatır yok. Niye bir insanı yıkmak bu kadar basit. Bu mu reva olan.. Haklılığı sikeyim, haklı olsam da özür diledim yeter ki canı sıkılıp üzülmesin dedim.
Haklı olmak şu siktiğimin dünyasında her şey gibi. 1 kere geldiğimiz şu dünyada sevdiklerimden ayrı kalmamak için hep adım attım. Utandım sıkıldım ama yine yaptım yine yaptım. "Rahatsız eden" oldum.
Benim hissettiklerimin bi önemi yoktu ki. Bu kadar çok incitip, inciten benmişim gibi davranılması vicdansızlık.
Amına koyduğumun hayatı bu muydu benim hak ettiğim.. Nasıl kalkiyim altından..
Bir sigara yakıcam, yine sadece benim için değerli olan aptal çakmağı yanımdan yine ayıramicam. Ben unutulup gidicem, bunca şeye rağmen hep seven ben olucam.
Sefiller Romanı'ndaki baş kahraman Jean Valjean gibi Kozet'e sahip çıkamam ya da Marius'u kurtaramam belki; ama hayat bana Müfettiş Javert olmam gerektiğini söylüyor. Takıntılı ve ezik psikolojisiyle, gereksiz bir şekilde bütün ömrünü bir şeyi ispat etmeye çalışıp, sonra da borçlu kalmamak adına canına kıymak... Kurgu bile olsa en üzüldüğüm adamdı. Hatta Jean Valjean'dan daha çok üzülmüştüm ben ona. Acaba aynı şeyi şimdi ben de mi yaşamalıyım? Borçlu kalacağım bir Jean Valjean bulursam eğer Javert'in yaptığının aynını yaparım, hiç düşünmem bile; ama nerde bizde o talih?
Hayattan değil ama bugünden aklıma kazınan, belki de hepimizin hayatında büyük izler taşıyan bir cümle; ‘Hayatın getirdiği ve yüzleşemediğimiz kaygıları çocuklara yüklemeyelim. ‘
Başarısızlık, güvensizlik, sevilmeme…
Düşündüm de ebeveynlerimiz bizlere kim bilir kendi kaygılarından neler aktardılar? Tümünün Farkına varıp çocuklarımıza aktarmamak ümidiyle paylaşmış olayım.
en kötüsü de zihninin yorgun ama bedeninin dinç olması. daha fazla düşünmemek için uyumak istiyorum. vücudumun geri kalanı uykuyu reddediyor. sonuç olarak uykusuz geçecek bir gece ve ardından yorgun geçirilecek bir gün. en azından yarın biraz daha rahat uyurum.
Çay içmek için yarin dizinin dibinde ve çocuklar eşliğinde oturduğun balkonda, demlenenin sen olduğunun farkına varmaktır. içkisiz de sarhoş olursun. Mutlu, huzurlu; ama parasız ve yarınsız...
Genç yaşların geçmiş insanları olmak için yaşıyoruz.
Sağlığımız yerinde.
Umutlar saklı en derinde.
Biz saklambaç sanıyorduk.
Oysa; çelik çomakmış.
Gözümüzü koruyorduk.
Meğer o en sona saklanmış.
Çekilen acıları eksiksiz görmek için.
Her yerimiz yara bere...