ücra bir semtte, alelade bir bankanın mahalli şubesinde görevini icra eden veznedar da olsanız, doktor, mühendis, kasiyer, garson da olsanız her gün karşılaşacağınız insan sayısı bini geçmediği gibi, hep aynı simalar karşınıza çıkacaktır.
pazarladığınız hizmete muhtaç olup ihtiyaç duyanlar!
ömrünüz evde, iş yerinde veyahut markette beş on metrelik bir alanda hareket ederken yitip gidecek.
bunun çok küçük bir bölümünde elli, atmış, yüz, bilemediniz iki yüz kilo metre çapındaki alanda hareket ediyor olacaksınız.
beş on metrelik iş yeri,
birkaç metrekarelik oda,
bir iki simadan ibaret hayat.
ömür, bu uğurda heba edilmeye değer mi?
hele ki, vaktin çoğu istemsizce, niyet dışı biçimde, nefes alırken, gözleri açıp kaparken, uyurken, kendinizi bir masanın baş ucunda yemek yiyip su içerken bulduğunuz sırada, milli ve dini bayramlarda, ibadet ederken, taklide dayalı monoton ve rutin amellerle tükeniyorsa.
işaret parmağınızı yaşadığınız yerin üzerine koyun, diğer işaret parmağınızı da ev dışında en çok bulunduğunuz yerin. her gün, her hafta, her yıl geçtiğiniz yolları kalemle çizin. kabataslak olsun.
tahmin edin bakalım. hayatınız nerede, ne şekilde, nasıl tükeniyor?
evet, iş yeri ve ev arasında mekik dokurken.
hayatınız, birkaç kilometrelik çapta hareket halinde olmaktan ve durmaktan ibaret.
eylemsizliği ve hareketliliği icra ederken entropiye yenik düşüp dağılan küçücük siyah bir noktacık gibiyiz aslında.
her sabah altıda uyanıyor, dişlerinizi fırçalıyor (yapıyorsanız eğer ), saçlarınızı tarıyor, yüzünüzü yıkıyor, makyajınızı yapıyor, varsa taharet ihtiyacınızı gideriyor ve giyinip yola koyuluyorsunuz. iş ve ev arasında geçirdiğiniz vakit, oldukça durağan. hiç kımıldamadan otomobil ve otobüs içinde bekliyorsunuz, yolcu ya da şoför koltuğunda.
iş yerinde size tahsis edilen küçücük bir oda, sınıf, koridor oluyor hep. tıpkı akşamleyin uyuklarken yahut yatarken bakakaldığınız dört duvar gibi. ve evet, yeterince şanslıysanız bu döngü bir süre sizi oyalayacak. bu oyalanmada renkli birkaç bezle saracaksınız kendinizi, bu bezde ulviyet, özgürlük arayacak denli ahmaklaşacaksınız. beyhude ayrımcılığınız ve gafilliğiniz ölene dek sürecek, yediklerinizde, içtiklerinizde ve haricinde. yirmi altı, bilemediniz yirmi beş bin günün sonunda kalbiniz aniden duracak.
zamanınız yirmi beş yirmi altı bin gün boyunca evde ve işte oyalanırken tükenecek, kalbiniz bir noktada duracak, beyni besleyen kan akışı kesilecek, vücudunuz ödemle şişecek, halihazırda bedeninizde bulunan trilyonlarca bakteri sizi içten içe tüketecek, etinizle beslenecekler.
yirmi beş yirmi altı bin gün, birkaç parça bez giyinecek, birkaç parça, ağaçtan imal edilme çamurumsu sayfaya göz atma fırsatı bulacak, bir okuldan mezun olup bir alan üzerine lisans alacak, bir alanda uzmanlaşacak, bir ya da birkaç dilde konuşma fırsatını yakalayacak, bir alanda gel git yaparken yitip kaybolacak.
yaptığınız iş, emek sömürüsünün, yağma ve talanın, dinci ırkçı gericiliğin, cehaletin, akıl düşmanlığının sona ermesini sağlamıyor, emekçi toplumun muzdarip olduğu eşitsizlikleri gidermiyor, bilakis daha da tırmanışa geçmesini tetikliyorsa ne diye yaşayıp, ve ne diye binlerce gün aynı şeyi yapasınız?
her gün aynı rengin,
aynı bezin,
aynı tadın birkaç farklı tonuyla karşılaşmak pahasına heba edilebilir mi hayat?
bunca anlamlı toplumsal meseleyi çözüme kavuşturmaksızın?
çoğu insanın hayallerinden ve hedeflerinden uzak kaldığı anlamsızlık ve saçmalık dolu bir sürüklenme süreci. tadı tuzu falan da yok. sadece söylendiriyor.
Aşk ve seksin adaletsizliğinin bile bezdirdiği süreç.
Mesela herhangi biriyle sırf yalnız kalmamak ve sevişmek için çıkmak istemiyorsun. Yaşayacağını yaşamış, ilişkiden sıkılmış kadınlar sana hiçbir şey ifade etmiyor. Flört ve seks için kafanda “ işte bu “ sözünü uyandıranın da yanından sevgili ve arkadaş eksik olmuyor. Hep belli tiplerin aşık olup seks yapmasını izleyip duyuyorsun ve insanlar, kadınlar başta olmak üzere sana ufak bir şans bile vermiyor. Bunun üstüne bildik tavsiyelerle kafan sikiliyor. Yani eline bir şey geçmiyor.
Hayalindeki kadınla çıkıp yatmadığın ve sinir olduğun tiplerin pembiş aşklar, tutkulu seksler yaşadığına şahit olman bile hayatın canını sıkmasına yetiyor.
Psikiyatr, terapist desen dünya para olmuş ki daha ilaçları saymadım. Karnını doyurmak problem bütün öğünlerde, ekonomi dahil bütün ülke tuhaf bir süreç yaşıyor ve yetmezmiş gibi her şeyin yolunda olduğunu iddia eden insanlar var. Şaka gibi !
Kızın biri “ new york’ a gittiğimde en sevdiğim yer “ diye foto paylaşıyor, sen daha günübirlik istanbul’ a gitsen ayı tamamlayıp tamamlamayacağını düşünüyorsun. Tatil desen hayalde kalmış.
Umut var ama sadece sahte ve kısa enerji veriyor. Allah’a dua ediyorsun bir ışık için, o ışık gelmiyor. Senin elinde olmayan şeylerden ötürü kötü hissediyorsun millet anlayamıyor.
intihar da yok, hayattan tat almak da yok, ne anladık bu işten ? Neden öylece savrulup durmak zorundayız ki ?
Her insanın hayalindeki kişinin kalbinde ve yatağında olmaması bile hayattan nefret etmek için sebeptir. Müzisyen kardeşim de bir senede dört tane manken gibi kızla dolaşsın. Çok hassastır, hislidir. Bizim hissimiz yok mu ?!?
Not: şu sözlükteki hatalara el atılmaması bile beni ayrı çıldırtıyor. Dayanamıyorum artık hiçbir şeye.
hem sonlandıramadığımız hem de keyif alamadığımız gibi başkalarının keyif aldığını izlediğimiz anlamsız ve sıkıcı süreç.
şahsen uyumanın en keyif aldığım aktivite olduğu bu hayattan nefret ediyorum. arada kalmışlık daha da canımı sıkıyor.