bugün

akmayan film. gerek nuri bilge ceylan, gerekse zeki demirkubuz filmlerini çok severim. kader en favori türk filmimdir hatta. yumurta, sonbahar gibi yine sanatsal ağırlıklı filmleri de çok sevdim ama o filmler hayatın iç burkan detaylarını dingin bir şekilde aktarırlarken kendilerini izletiyorlardı. hayat var da hayat yok maalesef. akmıyor film bir türlü. gereksiz uzun oluşu muhtemelen bunun en büyük sebebi. ha kötü film mi? kesinlikle değil, başarabilirseniz mutlaka izlenmeli. ben dura kalka 3 günde bitirdim nihayet. öncelikle görüntü yönetmeni çok iyi iş çıkarmış, atmosfer çok başarılı, hayat'ı oynayan elit ıscan'ın nefes kesen duru bir güzelliği var. oyunculuğu gayet başarılı. yönetmenin beş vakit filminde de oynamıştı. yakın zamanda ise küçük kadınlar dizisinde oynuyordu. hala devam ediyor mu o dizi bilmiyorum. bu filmde hayat yok ama elit var. 3-5 sene sonra beyaz perdenin önemli yüzlerinden biri olacağı daha şimdiden belli.
yönetmeni reha erdem olan türk filmi.
filmdeki görüntüler ve dikkat çekmek istediği nokta güzel, ancak sinemanın bir bütün olduğu göz önüne alındığında bir şeyler eksik kalıyor. sadece görüntünün ya da sadece konunun iyi olması yeterli değil çünkü. hatta bahsettiğimiz bu iki unsur çok iyi olsa bile bir şeylerin eksik kalabileceğine işaret eder hayat var. hayat'ın psikolojisini yansıtmak ve izleyiciye aktarmak uğruna filmin akışı çok ağır. üstelik işe yarasa, mazur görülebilecek bu taktik, izleyiciye o ruh halini aktarmakta yetersiz kalıyor.
öte yandan, yine de türk sineması adına birkaç kelam edebilmek için izlenmesi gerekir.
geç de olsa izleyebildiğim ve izlerken çok tuhaf hislere bulandığım film.

devamında çok açık bir şekilde filmin konusu anlatılıyor. izlemediyseniz okumayın.
--filmin konusu--
film 14 yaşındaki hayat'ın etrafında dönüyor. hayattan fazla bir şey beklemeyen ve hayata fazla bir katkısı da olmayan bir kız hayat. kaçakçı babası ve küfürbaz, alkolik ve düzenbaz ama iyi niyetli dedesiyle yaşıyor. babası gemilere kadın ve uyuşturucu götüren kayığıyla hayatı da okula götürüp getiriyor. okulda iletişimsiz bir çocuk olduğu ve kötü koktuğu için arkadaşları tarafından sevilmiyor hayat. o da bunu kendisine zaafı olan bakkala istediklerini vererek sahip olduğu çikolataları onlarla paylaşarak kırmaya çalışıyor. öğretmeni ve okul müdürü ise onu 'sorunlu tip' olduğu için dışlıyorlar. annesi babasını askerdeyken terk etmiş, bir polisle evlenmiş ve ondan bir oğlu olmuş. hayat bu oğlanı delicesine kıskanıyor, onu öldürmeyi bile hayal ediyor. onların bebekle ilgilenirken onu görmezden gelmeleri, hayat'ı kendini gösterme yolları bulmaya itiyor. babası galiba eşcinsel ve önceden sevgilisi olan adam durmadan eve gelip babasını soruyor. hayat bu adama karşı iyi hisler besliyor ve yanında olmasını istiyor, hatta ona evlenme bile teklif ediyor ama kaçıp kaçıp ona gitmeleri sonuçsuz kalıyor. eninde sonunda kendini evde buluyor. bütün bu hengame içinde onunla ilgilenen üç kişiden biri komşuları olan kadın ki hayat onun ilgisinin üzerinde olmasından hiç hoşlanmıyor, ondan kaçıyor. karşılıklı oturup bir şeyler paylaştığı tek kişi babasının gemilere taşıdığı hayat kadınlarından biri. o da ona kırmızı bir ruj hediye ediyor ve çok güzel olduğunu, yakında onların işleri ellerinden alacağını söyleyerek iltifat ediyor.
onunla ilgilenen bir diğer kişi ise yaşıtı olan işçi bir genç. filmin sonuna kadar hayat'a olan ilgisine hiçbir karşılık alamıyor. sadece filmin bir yerinde hayat dedesinden çaldığı paraları bu gence veriyor ama onda bile onunla konuşmadan çekip gidiyor. filmin sonunda tecavüze uğramış, babası hapse girmiş ve dedesi ölmek üzereyken omzundaki bütün yükleri sıyırıp çocuk olmaya karar veriyor hayat ve bunu kendi yaşıtıyla, yaşına uyan çılgınlıklar yaparak gerçekleştiriyor. orospudan aldığı kırmızı ruju dudağına sürmekten vazgeçip tüm yüzüne sürerek ve yaşıtı olan bir çocukla -artık sandala değil- deniz motoruna binip, itişip kakışarak...
film durgun bir film, diyaloglar çok az. pek çok şey üstü kapalı anlatılmış. mesela babasının eşcinsel olabileceğine dair hiçbir şey açıkca verilmemiş ancak beyaz gömlekli arkadaşıyla yan yana dururken bebekten gelen 'i love you' lu müzikte ikisinin birbirine bakışları, ilerleyen sahnelerde sandalı takip eden hayatın ormanda bir şey görüp geri kaçması (daha önce de ormanda bir kadınla erkeğin birlikteliğini dikizlemişti), gördüklerinin sonrasında psikolojisinin bozulup yatağında yatıp kalması ve babasının hemen ardından yanına gelip oturması... babanın eşcinsel olduğu izlenimini oluşturuyor. aynı şekilde kızın bakkalda bir kere tacize uğradığını görüyoruz, daha sonrasında kızın elinde poşet dolusu kola, çikolata vb. gezmesinden olayın birkaç defa tekrarlandığını anlıyoruz.
hayat -belki de bir depresyon belirtisi olarak- hiç yıkanmıyor. annesini kendisine yaptıklarına rağmen koruyor. dedesine kendisi de çaresiz kalana kadar bakıyor. pek fazla konuşmuyor. vaktinin bir kısmını televizyonla geçiriyor, taa ki dedesi televizyonu satana kadar. kendi kendine şarkılar mırıldanıyor, kimi zaman da kendini rahatlatmak için kendi kendine vapur düdüğü sesi yapıyor. öfkesini gösterdiği tek canlı bahçede sık sık peşine takılan hindi, onu tekmelemeden duramıyor.
dediğim gibi filmde diyaloglar az ancak ses efektleri yoğun olarak kullanılmış. öyle ki hayat'ın bütün iç dünyasını bu efektler sayesinde takip edebiliyoruz. kedi köpek sesleri, uçak, polis sireni, vapur düdüğü, cam kırığı, çığlık üst üste gelip bize onun o an hissettiklerini anlatıyor. bazı sahnelerde öyle sıklıkla kullanılmışlar ki bir rahatsızlık duygusu da oluşturuyor. mesela hayat'ın halı yıkarken annesinin yanına gittiği sahnede, annesinin onunla ilgilenmeyip oğlunu alıp içeri gitmesiyle üst üste duyulan cam kırığı sesleriyle hayat'ın içinin paramparça olduğunu anlayabiliyoruz. aynı şekilde hayat bakkala giderken duyulan kedi köpek sesleri, uçak sesi ve polis sireni bize her şeyi anlatıyor.
filmin bir ilginç yanı da sadece arabesk müziğin kullanılması. müzikleri hareketli ancak sözleri acıklı olan arabesk şarkılar... film de böyle aslında, son derece acıklı bir hikaye anlatıyor ama ağlak değil asla. hatta tam tersine buz gibi bir film. ve bence ne olursa olsun mutlu bir sonla bitiyor çünkü sonunda hayat iki arada bir derede kalmaktan sıyrılıp kendini buluyor. en azından neyi istemediğini anlıyor. hayatın gerçeklerine boyun eğmiyor. ayrıca filmin başında ve sonunda karşımıza çıkan istanbulluluk kavramıyla da sanırım gerçek istanbulluların şehir hayatının dışına itilişi anlatılıyor. etrafındaki istanbullular hep ona bir yararı olmayan, aykırı tipler. oysa hayat şehrin içindeki herhangi biri gibi olmak istiyor. o nedenle çocuğun istanbullu olmaması onu etkiliyor, çocuğun zengin olabilme olasılığını düşündüğünü zannetmiyorum.
filmin yönetmeni ve görüntü yönetmenine ise kısaca elleri öpülesi insanlar diyebiliriz.
--filmin konusu--
lafın özü filmde ille de aksiyon aramayanların izlemekten keyif alacağı bir film yapmış reha erdem. filmi hiçbir beklenti içine girmeden izlerseniz vardığı yeri seveceksiniz.
izledikten sonra bünyede depresif ruh hali yaratan,yurdum manzaralarını görüntü mükemmeliğiyle bize sunan reha erdem mucizesi. insan çakılıyor resmen o gözlere, sürekli gözlerimin ucuna gelen damlaları bakkal amcanın tecavüzüne kadar zor tuttup, koyverdim bi anda. o kadar gerçekçiydi ki film hayat'ın elinden tutup evime götüresim geldi,sevgi yumağı yapıp, sarmalayasım geldi. sevgiye aç o kadar fazla hayat var ki; film yüzüne soğuk suyu çarpıyor; al sana hayat işte; sen sıcacık evinde uyurken, ne hayatlar var dünyada gözünü aç da gör! zorluklar,fakirlik,sevgisizlik,umutsuzluk,çaresizlik bir sürü duyguyu yaşatıyor film. özellikle müzikleriyle orhan baba getir şu rakıyı hayata içiyorum dedirtti adeta.
reha erdemin müthiş manzaralar yakaldığı güzel bir filmi. bir arabesk müzik bu kadar mı bir filme yakışır ayrıca da .
izleyince zeki demirkubuz un "kader" filmini özlediğimi farkettiğim film. sanki sıralama şöyle olmalı "hayat var-kader-masumiyet"... gerçekten süper çok gerçekçi duygular yaşattı çoğu filmde uğraşıp yansıtılamayan yaşamışlıkları bu film çok kısa ve derin yansıtmış.
not: "kosmos" tan daha çok anlamlı denilebilir.
itiraf etmeliyim ki gereğinden uzun çekilmiş bir film. ayrıca baştan da söyleyeyim bi' kader değil, olamaz.

konu olarak etrafımızda karşılaşabileceğimiz bir mevzuyu seçmiş reha erdem. hatta bundan beteri de vardır illaki. fakat işleyişi güzel olmakla beraber harbiden sıkıcı. yani bir korkuyorum anne, bir kaç para kaç akan filmlerdi, sıkılıp kaç dakika geçti diye bakmıyorduk filme, ama bunda öyle olmadı, 110 dakika değil sanki 3 saat sürdü. dün gece de goodfellas'ı izlemiştim şerefsizim daha kısaydı lan. neyse bununla birlikte ses ve görüntü güzeldi ama görüntü aman aman muhteşem değildi. yani bi' organize işlerdeki istanbul kadar güzel bi' tabutta rövaşata gibi mahsun değildi istanbul. orhan gencebay müzikleri üstlenmiş iyi de yapmış orhan baba.

neyse işte bende malesef derin izler bırakamayan film oldu, kült olamadı. bir olumlu yönü daha bir üstteki entryde de mevzu bahsi geçen kader filmidir. evet abi canım kaderçekti.
şu an fox tv'de yayınlanan film. açıkçası çok sıkıcı, izleyiciyi bunaltıyor. hava da sıcak hiç çekilecek gibi değil..
zor bir film.

gerçektende iyi anlatım, iyi kurgu ve en önemlisi de iyi oyunculuk var.tüm oyuncular hakkıını vermiş.anlatılmaz, ne kadar iyi cümle kursakta inanıyorum ki insan bu filmi izlemeden, hayatın gözünden hayata bakmazsa insan anlayamaz.

ancak şu var, hani gerçekler olur ya; rahatsız edici, sert, zor falan filan ama bunu çoğu filmde insana anlatamaz, aktaramazlar.bu film istisnadır sayın okur, insana o denli iyi aktarmışlar ki, o kadar boğuluyor ki gerçeklerle seyirci birçok kez balkona cama koşuyor, mekan değiştiriyorsunuz.
orhan gencebay şarkılarıyla beni benden alan film.
insanı triplere sokan, izledikten sonra dakikalarca havaya boşboş bakmasını sağlayan garip bir film. sanki filmin içinde yaşıyorsunuz izlerken.
Bakkallara küfür ettiren,eski nostaljik arabesk şarkılar içeren, insanı rahatsız eden mükemmel bir reha erdem filmi.
Hayat var, var mı gerçekten?

Hayat'ın var olma çabasını izliyoruz filmde. Annesi, babası, dedesi, üvey babası bakkal. Çevresindeki herkes onu daha da derine çekiyor. Hayat kendi olmaya çalıştıkça kendinden uzaklaşıyor. sesler arasında kayboluyor. Kadınlığını keşfettikten sonra onu kullanmaya başlıyor. Kendini arama ve sonunda bulma hikayesi.

Filmde kullanılan sesler, şarkılar o kadar güzel yakalıyor ki sizi. Reha Erdem'e hayran kalmamak elde değil. Hayat var belki Reha Erdem'in en iyi filmi olmayabilir ama benim için en özel filmi. Vücuduma kazıtacak kadar inandığım, benimsediğim bir film.

Ayrıca

(bkz: You are my Sunshine)
arabesk yaşayan bir şey. en canlı kültür belki de.

filmde sadece "hayat" var. başka hiçbir karakterin ismi yok, neredeyse.

kayıkta çekilen ters ışıklı sahneler enfesti. bazen bazı karelerde tuvale çizmelik resimler gördüm.

ve dahi levend yılmaz'ın oyunculuğu takdire şayandır.
film boyunca çevre sesleri; gevşeme, rahatlama, hayatın hikayesine kulak ver ve onu anlamaya çalış diyor adeta.

küçük bir kız çocuğunun güçlü duruşu karşısında; zayıf ve iradesiz bir babanın ezikliği de göze çarpıyor filmde.
nitekim tüm gelgitlere rağmen ayakta kalmayı başarıyor hayat.

tüm kasvetli havaya rağmen, levent yılmaz da gülümsetmeyi unutmuyor seyirciyi...
Kuşlar uçuyor...

Böyle değildi sanırım pardon.
Ses efektlerinin dışında (aşırıya kaçılmış) film oldukça başarılı görüntü yönetmenini özel tebrik etmek gerekir.
Soundtracklerinin arabesk şarkılar olması filme apayrı bir kimlik katmış.
Oyuncaktan çıkan ses ve kızın babaanneler gibi ııh ıh sesler çıkarması sebebiyle izlerken sinir stres sahibi olduğum film.
"Yetişkin bir insan ölü bir çocuk değil,yaşamayı başarmış bir çocuktur." Le guin
Bu filme dram demek uygun olmaz. Film baştan aşağı psikolojik gerilim. bunu ise seslerle başarmışlardı, alelade dış seslerle de değil. Martı ve dalga sesleri bile rahatsız edici boyuttaydı. kızın sürekli inlemeleri, oyuncağın tekrarladığı şarkı, dedenin hırıltıları...

Dedesi ve babasının başlarının dizinde olduğu sahnede benim bile nefesim kesildi, astım spreyimi arar oldum. *
Gerim gerim gerdi reha erdem.
reha erdem'in sanat filmi çekmeye öykünmüş; ama bunu pek becerememiş hissi veren filmi. hayat adlı kızın hayatta kalma güdüsü dahi yok. okula gitmeye devam etmek istiyor; ama okulla ilgili bir çabası yok. taciz ediliyor, taciz edildiğini biliyor, farkında; ama aynı yere gitmekten ve bu konuda bir şey yapmamaktan vazgeçmiyor. anne geliyor en son, kızı götüreceğim diye; saklanıyor. yani ne istiyorsun kızım sen hayırdır demekten kendimi alamadım. bizim de babamız ilgisizdi? anamız tokat attı, yeri geldi ikisi de dövdü. evden okula okuldan eve ot gibi gittik geldik, gittik geldik. eve geldik temizlik yaptık, yemek yaptık. kardeşimize baktık ne bileyim 14 yaşında kafa nelere nelere basar. ölüm döşeğindeki adamın üstüne kapıyı kilitleyip kaçmak nedir? kardeşini öldürmeyi istemek nedir? negatifi, yanlışı kendi kendine ne güzel öğreniyor da aklı iyiye doğruya mı ermiyor bir tek? maalesef listemde izlenecek o kadar ilgi çekici film varken tuttum bunu izledim. geçen iki saatime mi yanayım, övgüleri okuyup okuyup beklentiyi yüksek tuttuğuma mı, bu kadar kötü bir filmin bu kadar övülmüş olmasına mı bilemedim. dün prestij gibi bir filmi izlemiş olup bugün buna maruz kalmak gerçekten coğrafya kaderdir dedirtiyor insana...