yaprak dökümündeki ferhunde'den duymuştum sanırım bu sözü. çok hoşuma gitmişti. hiçbir şeye şaşırmamaya başlayınca insan, bu laf diline dolanıyor ister istemez. hayat işte!
biz buluyorduk ama hayat çok kıskançtı, çekip alıyordu elimizden uykumuzun arasındaki çocukluk sesimizi. hayat işte...
hayat işte..
okyanusun en dibinden çıkardığın bir inci tanesine,
şuursuzca bağlanıp kalmak.
çamurlu, dikenli, sapa bir yolda yürürken aldırmadan,
ansızın düşmek ölürcesine.
koyu gri bir yağmura katıp gözyaşlarını,
ağlamak sessizce.
leylim leylim.. hoşçakal.
mutluluk şimdi daha hızlı kaçmakta..
ellerimde henüz uçup gitmiş bir kuşun beyaz tüyleri,
lüzumundan fazla beyaz bir kar yağmakta,
en küçük izlerini örtmek istiyor sanki kış.
gökyüzünde arıyorum artık seni,
inme sakın dünya'ya hayat kirli!
meleklerin yeri gökyüzüdür, orada kal.. meleğim.
hayat işte.. bir boka yaramıyor. hep böyle bir adam olma çabaları , hep olmadığın biri gibi davranma çabaları. birini sevmek,sonra terk edilmek ya da terk etmek. sonra kendini başka birine ispat etmeye çalışmak. yok primim ödendi mi , yok yaşı mı beklerim sabaha mı bırakırım . yok şu yok bu .
hayattan yenilen türlü tokatlardan sonra, kişinin çaresizliğini betimlemek adına kullabileceği söz öbeği. kolaydır tabi, kendi beceriksizliğini hayata yüklemek... suçlu ya hayattır ya kader; kişi her daim hayatın sillesini yiyen masum konumundadır *.
böyle olduğunu sandığımız hayat bize dayatılandan başka bir şey değil, aslında dememiz gereken hayat işte bu değildir.
"yaşam denilen akan nehirde insanlar kendilerine küçük bir havuz kazıp orada kokuşuyor ve ölüyorlar. Umarım insanoğlu doğanın bir parçası olduğunu kavrayabilecek ve insanların üretitiği dinleri, ideolojileri, sistemleri yok edecekler... yaşamın anlamını keşfetmeye başlayacaklar."
hayat işte ne diyebilirsin ki,
bazen güldürür insanı, katıla katıla gülersin.
kader oyun oynar, bazen kötü bazen de iyi,
hayat işte ne diyebilirsin ki.