şairimiz yazarımız bir vakitler iltifat ve keramet için öğle rakıları icat etmişler. istanbula geldiğim ilk yıllardı, bir gün yallah dediler edebiyatçılar birliği lokaline gittik. beyoğlundaydı galiba. öğle vaktinin iltifatında bir hoş olmuş edibi üdeba gecenin ilerleyen saatlerinde nahoş olmuştu. o zaman dedim oğlum arif, edebiyat seni bozar. o gün bu gün firar ettim mısralardan, mısralardan nesrin çıkarma hoşluğundan. yine bir gece sultanahmette, sefer tası gibi evin üçüncü katında uykuya dalmışken, yan odadan sesler, ama ne sesler. şiir, şair; edebiyat siyaset derken odamın kapı penceresi şangır şungur. bir heykelcik yatağımın baş ucunda. kıyamet sehere kadar sürdü, geçmiş zaman hatırlaması zor. velhasılı bizde mey sofrası edepten uzak. hele açık saçık büfe daha bir şahane. nedense bir toplantı mı olacak, alafranga adetler sükun eder. kurulur sofralar, kokteyller. yine bir gün sultanahmet civarında yazarlar birliği lokali. bir açıklamamı desem, anmamı; ne önemi var ki. beyaz örtülü masalar, cicili bicili tabaklar piyatalar; enva-i çeşit sıcak soğuk mezeler; ahali meşgul. bardaklarda mey, gözler mayhoş. bir an bir adama takıldı gözüm, insan hakları üzerine bu mecliste bir adam. hatırladım, spor spikeri, gazetelerin arka sayfasında yazı da döktürüyordur belki. siyasette ve haklar koşusunda pek değil hiç rastlamamışım, ama bu mecliste adam sofrada, meylere gark olmuş. garip gelmişti. yine şimdi bir adam, açık büfede aklı uçmuş, kadın falan dinlemeden sataşkan. zaman geçer ama usul baki demek dedim.
sabah sabah bunları yazarken bir resepsiyon daha geldi aklıma. otuz ağustos, bir tarihte garnizon-gazino arası bir mekan. kalabalık, or tüm kor kaynıyor ortalık. hatırlayın o vakitleri, refikanız örtülü ise yandınız. onu kapıda vestiyere bırakıp girebilirdiniz ancak. evet efendim, açık havada dans pistine nazır platformda iki garip adam, garip dememe bakmayın biri başbakan, diğeri müstakbel reisicumhur. eşlerinden mahrum ve mahcup. resepsiyonun kralı, genel kurmay başkanı bir elinde kadeh; diğerinde kuru çerez. mütebessim tek tek atıyor leblebi fıstıkları; emir erine bakıyor, bir tek daha ver, sorma gelen kim bu gece. sonra efendim eşiyle pistte dans mesaisinde. velhasılı mey edebiyatta sanatta ve siyasette bir başka oluyor azizim. hatta mey siyasette silah bile oldu. yine bir gün bilmem nerede, bir rakı bardağı, üstünde kemalin fotoğrafı. pes demiştim o zaman. biz adam olmayız. ilahi.
anılardır bir insanın prangası. sürüklersin, sürüklersin.. ta ki seni kendisinin olduğu yere hapsedene kadar. bu yolculuğun sonunda ya ondan kurtulmalısındır ya da onu her koşulda taşıyabilmek adına yaşamından vazgeçmelisindir...
geçmiş güzel günlere flash back yaparken arka fona en güzel yakışan parçadır.
adı üstünede hatıralar ve geride kalanlar üstüne atılan kaçamak bir bakışın şarkısıdır.
sözü-müziği orhan gencebaya ait, 80 li yılların hitlerinden, günümüz de ise hayranları tarafından bilinen, baştan sona gencebay müziği diyebileceğimiz bir eser. meyan kısımlarında alttan alttan elektronun tellerine nasıl dokunduruyor baba.*
bazen içi acıtır. geçmişe dönüktür. özlediğiniz her kimse onu tekrardan canlandırır. ölüm ise sizi ayıran saklayın o hatıraları. fakat bir terkedişse atın gitsin.
çok az bilinen bir orhan gencebay parçası. tepeden tırnağa sanat müziği formunda ve rast makamındadır. inceden bir hüzün taşıyan oldukça keyifli bir parçadır.
seni çalıp gitti benden o yıllar
adım adım peşimde hatıralar
kadeh kadeh andım aşkın izlerini
sarhoş etti beni hatıralar
ne senden bir haber ne benden hayır var
öldürse yine gel bizi ızdıraplar
ne sen mutlu oldun ne de ben bu aşkta
içimde bir ses diyor yarınlar bir başka
silelim maziyi yeniden doğalım
hayat girdabında gel aşkı bulalım
hani o ilk bakış ilk heyecan var ya
işte öyle yeniden aşık olalım
yazık kıymetini şimdi anlıyorum
geçen her gün bir kayıp yanıyorum
unutmak isterken şimdi arıyorum
sanki bu ömrü senle yaşıyor.
insanlar hayatlarını tek başına yaşayamazlar. Bu durum tamamiyle yapayalnız olan kişiler içinde geçerlidir. Her ne kadar yalnız olunsada illa ki biriyle yada birileriyle küçücükte olsa bir paylaşım muhakkaktır. Her paylaşım bir anı oluşturur aslında. insanlar sadece yaşanmışlıklarıyla vardır. Önemli veya önemsiz, bilinçaltı yaşanan her olayı kayıt cihazı gibi kaydetme özelliğine sahiptir ve geçmişte yaşanılan her şey bizim hatıralarımızı oluşturur. Bu yüzden hatıralar yok olursa ruhta yok olur. Yani yaşanmışlık eşittir hatıralar diyebiliriz. Hatıralar ikiye ayrılır; iyi ve kötü hatıralar. Hatırlanmak istenen ve hatırlanmak istenmeyen... iyi veya kötü bütün hatıralarımızla yaşabiliyorsak aslında çok şanslıyız, hafızamızı kaybedip bütün anılarımızın tamamen silindiğini düşünürsek ki bu kim olduğumuzu unutmamıza sebep olur. Yani insanlar hatıralarıyla vardır. Silüetler unutulur gider, bir tek hatıralar unutulmaz, bir zamanlar bizi belki mutluluktan öldüren anları şuan hatırlamak acıların en büyüğü de olabilir ama insan hatıralarıyla yaşar.
Boyuna geçip giden ömürde, hatıraları anmak, yaşamayı uzatmak mıdır, kısaltmak mı? Ruşen Eşref Günaydın
Ve Mirkelam'ın hatıralar üzerine harika şarkısı;
(bkz:
Artık bunları toptan silecek bir şey icat edilmeli bence, zira iyi olanlar çok nadiren hatırlanırken sizi acıtanlar her yerden fırlar karşınıza. Boşa dememişler "dil dişin ağrıyan yerine değer" diye.
akıldan çıkmaz gerçekliklerdir. kimi zaman acıtırlar içinizi, kimi zaman yüzünüze konan gülücüğün kaynağı olurlar. hatıralar olmasa yaşamanın ne anlamı olurdu ki zaten onca güzelliği?
Çok üzüntülü, çok gergin ya da çok ümitsiz anlarda bile iki gözünüzün arasında bir projeksiyon görüntüsü gibi zihin penceresinde zamanı geri akıtıp kalbimize birkaç yudumluk tebessüm bağışlayan çıkarsız ve sıcak anlardır. Hatıralar olmasa büyük savaşlar kazanılamazdı, büyük icatlar yapılamazdı ve büyük insanlar yeteri kadar büyük olamazdı. Çünkü kanserleşmiş düşman savunmasını bir misket oyunu hamlesi rahatlığıyla aşabilmek, dokuz bin küsür deneye rağmen ampülden vazgeçmemek ve dünya üstüne gelirken tek başına meydan okuyabilmek için insanların en azından birkaç hatıraya ihtiyacı vardır. Ta ki içlerindeki ümit ağacını hatıralarlarla yeşertip zafer çiçeklerini yollarına dökebilsin. Hatırlayın nasılda üç yaşındayken babanızı bilek güreşinde mahvetmiştiniz, nasıl annenizin rujuyla ondan daha güzel olmuştunuz ve nasıl onbeş günlük köpeğinize cesurca kafa tutmuştunuz. unuttunuz mu?
insanı alıp eskilere götüren bir şarkıdır. anıları akla getirir. tebessümle biraz hüzün bırakır ve biter. mirkelamın o yalın sesine çok yakışan bir parçadır.