*en başta hafif burnunuz akar, aksırıp hapşırırsınız pek önemsemezsiniz.
*sonra en olmadık yerlerde bi öksürük krizi tutar -ki otobüste ve sınıfta olduğunda rezalet bi durumdur.
*önemsemediğiniz bu değişiklikler, bi zaman sonra sizi yataklara düşürür ve bu en can sıkıcı aşamadır.
*nefes alıp verirken ağzından burnundan ateş çıkıyo gibi hissedersin, gözlerin yaşarır, kulakların çınlar, bişeyler yedikçe kulaklarında da bu çiğneme işlemi gerçekleşiyor gibi hissedersin.
*ailevi yöntemlerden gına gelir (acı çorba içirmek, kolonya veya sirkeyle vücuttaki eklem yerlerini ovmak, bitki çayı içirmeye çalışılmak ve sınırsız tylolhot+portakal). o portakalı zamanında yeseydin bu duruma düşmezdin o ayrı.
*sonunda doktora gitmek zorunda kalırsınız ve neyseki türk doktorlarının reçetenize yazdığı antibiyotik ve ağrı kesicilerle kısa sürede kendinize gelip o anları hiç yaşamamış gibi hissedersiniz. boyle hissettiğiniz ve kendinize dikkat etmediğiniz için bu döngüyü her hava değişiminde yaşarsınız.
sevgilinizden uzaksanız daha bir hassas olmanıza sebep olan hadise. erkekler için bir nevi regl dönemi. normalden daha fazla ilgi ve sevgi görmek istediğiniz durumlar bütünü.
bazen ilgi görmek, şefkat görmek için insanın kendini zorladığı durum. etrafınızda böyle bir anda şefkat gösterecek kimse yoksa insanı normal bir zamandakinden 1000 kat daha derin bir depresyona itekleyebiliyor.
hasta olduğunu herkese duyurmadıkça iyileşemeyeceğini düşündürtür insanlara.
bir de bende düşünceyi netleştiriyor hasta olmak. o yüzden hasta olduğum zamanları severim aslında. tabi yorgan döşek yatıracak kadar hasta olmayı değil, böyle ayakta atlatılan ama geçene kadar hafif bir kafa güzelliği veren soğuk algınları iyidir mesela. kafamda çok fazla şey olmaz.
ama yataklara düşürecek bir hastalık, ki allahıma şükür bir yahut iki defa olmuştur, olursa hiç acımam ne kadar insan varsa hepsi hasta olduğumu duyana kadar sızlanırım. şöyle ya da böyle şikayetlerimden sızlanmalarımdan nasibini alıp gidecekler ondan sonra ben yataktan kalkacam. öyle aksi nalet bir adamım..
final haftası hasta olmaktan daha kötü olmayan bir durumdur. ancak hastalıkta çekilen sıkıntılar günahların dökülmesine vesile olduğu için başım gözüm üstüne denir ve hatta hastalığa şükür bile edilir.
edit: pollyannacılık değil arkadaşlar, işin gerçeği bu.
hayattan soğuduğun anlar.. hele de uzun zaman boyunca hasta olmamışsan ve şiddetli bir hastalık geçiriyosan koca dünyada kendini yapayalnız hissettiğin, yaşama sebebinden, hedeflerinden ideallerinden bütün her şeyden vazgeçtiğin anlardan birisi hasta olarak geçirdiğin saatler. ölmek istiyorum lan
her sabah boğaz ağrısıyla uyanmak , gün içinde bir umut şifa niyetine zencefilli garip bir çay içmek.bahar geldi günlük güneşlik ama lanet olsun griplisin ayrıca ses kısılmasıda cabası!
insanı hayattan soğutan şeylerin başında gelir. hergün bin türlü bela okursunuz. bir de bunun yanında sürüyle boş işleriniz vardır ve onlarla uğraşmak zorundasınız. bazen hayatımın geri kalanını arabadan inerken kapıyı kapattığım o umursuz tavır gibi yaşamak istiyorum. bazen yap anasını satayım git istediğin yerde ol diğerleri arkanda kalsın diyorum. ama benim boğazım kötü. bazen kalk sende bizimle dans et diyorlar, ama benim boğazım kötü. boğazın kötü ama köpek gibi sevmeyi biliyorsun, sen ne ayaksın demiri düşük kaybedenler kulübü elemanı diye sormazlar mı bana? sorarlar. ama benim boğazım kötü.
eklem arınız size hiç bir şey yaptırmıyorsa bir ağlamanız eksik olur. burun akıntısı,mide bulantısı, ateş, boğaz ağrısını saymıyorum bile. dişleriniz,parmaklarınız dahi arıyorsa ve yatıp uyuyamayacak kadar işiniz varsa çok daha kötüdür. söylenmeler olsun, huysuzlanmalar... parmaklar ağrıdığı için entry bile bitiremessiniz. düşünün artık.
bir anatominin acı hikayesi ile karşı karşıya kalmaktır.
baş ağrısı migren, boğaz yanması tahriş ve kızarıklık. sesin genizden gelmesi iki kere tekrarlamak karşıdaki anlamıyor diye. eklemler, diş eti ağrısı. diş eti ağrısı nedir ya? grip olunca diş eti neden ağrır, çene? bazı saçmalıklar oluşuyor hasta olunca. ayaktasın yürüyorsun fakat ağrıyorsun, ağrımak ! çoğu zaman ne dediğini de bilmiyorsun mesela ne yazıyorum ben burada, konsantrasyon çökmesi. ve dışarıdan gayet iyi göründüğün için -neyin var senin beğh gibi saçma sapan dış tahriklere maruz kalmak ! şort giyip şu sonbaharda askılıyla dolaşmak basan terleme nöbetleri yüzünden, bir sesin yükselmesi bir köşeden -yeah al sana hastalık bacaklara bak ! nefret gelmesi. nane limonu sigarayla içip klozete kusmak. taylot denen zımbırtıyı sigarasız içememek, acayip güzel bir tadı var ekşimsi, sigarayla da iyi gidiyo. ateşler içinde yanıp pencereyi açıp yetmedi duşa dalmak ılık suda iyice hastalanmak, öksürükle karışık isyanlar eşliğinde salonun ortasında -ölüyoruğm diye kendini atmak. hastalığın verdiği tüm hassaslığın içinde eski sevgiliyle gidilen mekana gidip -bir kere ya bir kere sarılsam, falan arabeskin dibine vurmak. anatomik çöküşte ruhsal devinimlere sıçramak. öh özet olarak zordur her hapşırıkta ölmek!
çalışıyorsanız eğer insana günü zehir eder. hastayım evet, ateşim var ama işler yoğun gidemiyorum. ama hastalığa boyun eğdim mi? elbette hayır! entry de giriyorum başlık da açıyorum yazarlara mesaj da atıyorum hatta espri bile yapıyorum. yeneceğim bu amansız gribi!
Her vize ve final döneminde yaşadığım durum. Ders çalışmak istersiniz yataktan kalkabilecek haliniz olmaz, yatakta çalışsanız da uyuyakalırsınız. Çok zor durum. Biri üstüme toprak atsın.