söylerken masum, çalarken agresif bir teknik kullanan, türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük bağlama ustasından biri olacakken, sivas'ta madımak otelinde yobaz sürüsü tarafından yakılmış sanatçı. ege'nin 2 yakası adlı albümünde, teke zotlatması adlı parçadaki şelpe şovuyla bağlamayı deyim yerindeyse konuşturmuştur.
22 yıllık ömrüne bir saz üstadı sığdırmış halk ozanı.bir hiç uğruna ateşde semaha durarak meydan okudu cumhuriyet düşmanlarına.saz kırmakla çalmaktan;ozan öldürmekle söylemekten susturulamaz dedi.inançlı yüerkleriyle kavganın ateşinde yananlara selam yolladı.
rüzgarın kanatlarında...
gece ile gündüz arasında...
gün olaydı...
görüş günü...
güle yel değdi...
canım oğlum...
insanoğluyum...
bir insan ömrünü...
cirigam...
telli turna...
doğaçlamalar...
teke zortlatması...
1 mayıs 1971 Sivas imranlı Han köy doğumlu halk ozanı, müzisyen, bağlama virtüözü.2 temmuz 1993 yılında sivas madımak otelinde 37 aydın insanla beraber yakılarak katledilmiştir.
bağlama ailesinin bütün üyelerini ustaca icra eder.
(bkz: divan bağlama)
(bkz: kısa bağlama)
(bkz: cura)
(bkz: uzun sap bağlama)
en büyük özelliklerinden biri, tarzının ve yetiştirildiği geleneğin dışına çıkarak bütün türküleri ustaca seslendirirdi. deyişlerin yanında zeybekleri, denizli türkülerini harika icra ederdi. hele de enstrumantal olarak bir
(bkz: pancar pezik) icrası vardır yürekleri dağlayan, dinlenilesidir. şimdilerde göt atıyorlar o türküde belirtmek istedim.
ah hasretim, can hasretim. bir modern çağ yunus'uydu. sazı ve çantası sırtında dolaşan genç bir ozan. türkülerini her dinlediğimde hüzünlendiğim,bazen ağladığım ulan yobazlar kıyılır mı lan bu gencecik adama dediğim bağlama ustası. bağlamayı coşturur. ben türküm, hasret kürttür, adamdır,insandır. "çeke çeke" ve "derman sendedir" çok sevdiğim eserlerinden ikisidir. hele bir "dağlar atamadım sevdamı" vardır ki orda ahmet arif'in şiirinden bir bölümün hasretin sesinden dinlenmesi harikadır:
ve yine sevdam,
seni bağırabilsem seni,
dipsiz kuyulara, akan yıldıza
bir kibrit çöpüne varana,
okyanusun en ıssız dalgasına,
düşmüş bir kibrit çöpüne.
yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin
yitirmiş öpücükleri,
payı yok apansız inen akşamdan,
bir kadeh, bir cigara dalıp gidene,
seni anlatabilsem seni,
yokluğun cehennemin öbür adıdır,
üşüyorum, kapama gözlerini.
17 yıl önce bugün ateşlerde yanan bağlama üstadı. şimdi esen yumuşama rüzgarlarıyla "evet bu ülkede kürt ve alevilere haksızlık yapıldı" diyip de 10-15 sene öncesine kadar sesini çıkaramayan ortama göre tavır alanlardan çok daha cesurdu; çünkü ilk kürtçe kasedi çıkarmıştır türkiyede.( (bkz: newroz))
büyük bir sanatçı olmaya adayken yolun başında hayatını kaybetti. dünyasının anasını ağlatanların konuştuğu dile ağzının suyu akıp kendi coğrafyasındaki bir halkın diline bilip bilmeden tepki gösterenlerin dolu olduğu bir coğrafyada yaşama hakkı verilmeyecekti ona...
yanlış ülkede doğmuş, salak bir zihniyetin kurbanı olmuş, sanatçısını yakan insanların ve buna göz yuman bir siyasi odağın kurbanıdır...
hatırlayıp hüzünlenmemek elde midir! yapıp ettiği, çalışı, söyleyişi, besteleri, röportajlarında görülen bilgili, olgun, açık kafası... yirmili yaşlarda bir çocuk, o gün otelde ölümünü bağlamasını elinden bırakmadan, otelin en üst katında türkü söylerek karşılayan bir çocuk.
Güneşli bir temmuz günü ulaşmıştı haberleri. antalya'da dostlarla birlikte bir bahçede oturmuş çay içiyorduk. rengarenk yaz çiçekleri, televizyondan bahçeye düşen yangın görüntüleri ve " ölenlerden kimlikleri belirlenenler" le birden cehenneme dönüşmüştü. ölmenin onursuzluk, yaşamanın tonlarca ağırlıkta bir yük olduğu günlerden biriydi. hatırlıyorum; hasret'i son gördüğüm gün gelmişti aklıma önce. almanya'da köln şehrinde, tren istasyonundaydık arkadaşlarla. onu demiryolunun karşı tarafında gördük. el salladık karşılıklı, hal hatır sormaya başladık uzaktan. sonra tren geldi karşı tarafa, bir süre bekledi ve hareket etti. uğultusunu bırakarak uzaklaştığında, o yoktu. sonradan düşündüm de, almanya'da ulaşım araçlarının dakikliği, son görüşmemizi kısacık kılmıştı. ama bugün onu her düşündüğümde, o günkü gülüşü ve nadir siluetiyle geliveriyor karşıma. sonra bir ilkbahar sabahı, ankara'da, zafer çarşısı'nda çay içişimiz, eşine sevgiyle bakışı... telefonunun hep borcundan dolayı kapalı oluşu.. geride kalanların anlattıkları sonra. kaçış yolu ararken pencereden baktığında başına isabet eden parke taşı. geriye dönüp, yüzü kan içindeyken bir sigara yakıp, bir tane de arif sağ'a uzatırken; "yak hocam yak. bu son sigaramız" deyişi. olayı başından sonuna kaydettiği video kameranın filmiyle birlikte hala kayıp oluşu.. babasının tek oğlunun ardından sessizce ağlayışı..
gördüm anaların ağlamasını,
babaların ağlaması bir başka.
babaların ağlaması bir beter.
demiş hasan hüseyin. hasret'in babasının ağlayışı, ağustosta çam ormanı yangınıydı. ölümünden üç ay sonra doğan bir erkek çocuğunun babası; hasret gültekin...şelpe ustası ve türkü söylemenin...
için için süren yangının alevleriydi yükselen madımak'tan, "yaralarımızı saralım. oy beni, dertler ortağı toprak" diyen hasret toprakta şimdi. kiminle kardeşiz, görmediniz mi hala? yanan köylerin, gözaltında kaybolanların, faili meçhullerin ülkesinde kardeş bedenlerden yükselen dumanlar yakmadı mı genzinizi hala ?