(alıntı)
Yıl 1925. Profesör Eizaburo her sabah Tokyo
Üniversitesine gitmek için evinden çıkar ve
Shibuya istasyonuna kadar köpeği Hachiko ile
birlikte yürür. Profesör üniversiteye gider,
Hachiko da mahallede dolaşır. Her gün saat üçte
Hachiko tekrar istasyonun önüne gelerek
sahibini karşılar. Ancak bir gün profesör,
üniversitede iken kalp krizi sonucu hayatını
kaybeder. Hachiko, o gün de saat üçte istasyona
gelmiş, sahibini uzun süre beklemiş ve sonra
uzaklaşmıştır. Hachiko, ertesi gün de saat üçte
istasyona gelip sahibini bekler. Ertesi, daha
ertesi günler de...
Durum, Hachiko ile zaten göz aşinalığı olan
istasyon müdürü ve mahalle esnafının dikkatini
çeker. Köpeğe bakıp beslemeye devam ederler,
o da her gün saat üçte sahibinin yolunu
beklemeye... Sevimli köpeğin sadakati zaman
içinde tüm Japonya’da duyulur; insanlar
Hachiko’yu görmek, sevmek, yiyecek vermek
için Shibuya’ya akın ederler. Yaklaşık on yıllık
bir bekleyişten sonra, 1934 yılında, Hachiko
istasyonun önünde, sahibini beklediği noktada
vefat eder. Ölümü Japonya’da gazete
manşetlerine çıkar, ülkede bir günlük yas ilan
edilir, halkın bağışları sonucu toplanan parayla
bronzdan bir Hachiko heykeli yaptırılarak
Shibuya istasyonunun önüne dikilir.
Heykel yine hayranları tarafından ziyaret
edilmektedir... Ta ki ikinci Dünya Savaşına
kadar. Savaşın kızıştığı günlerde Japon
ordusunun eriterek cephane üretmek için en
küçük metal zerreciklerine bile ihtiyacı vardır.
Piyasadan çatal kaşıklar bile toplatılıp eritilirken
Hachiko’nun heykelinin gözden kaçması
imkânsızdır. Sonunda Hachiko vatani görevini
yerine getirmek üzere inzibat tarafından
götürülür.
Acaba Hachiko’dan elde edilen kurşunlar kime
sıkılmıştır? Hiç can almış mıdır? Savaştan sonra,
1948 yılında, Hachiko heykeli yeniden yapılarak
istasyonun önüne dikilir. O günden beri,
Hachiko, Tokyo’nun (belki de dünyanın) en
yoğun buluşma noktası olma özelliğini
korumuştur. Hachiko gibi sadık, dakik Japonlar
heykelin önünde buluşmaya devam eder,
kurdukları beraberlikler de Hachiko’nunki gibi
ömür boyu olur
ilk kez dün gece izlediğim film.
çok ağladım gerçekten. bayağı ağladım yani. hiçbir filme bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum.
gerçek hikayeden alınmış olması da etkiliyor.
sinema tarihinin en özel filmlerinden.yaşanmış hikaye olması bambaşka bir duygu katıyor filme. köpek cidden başka bir bağlılık ve sanırım bende bağımlıyım.
Köpek deyip geçilmemesi gereken ve hayvan-insan arasındaki ilişkinin en derin manada ekranlara yansıtılmasına etki eden ve yürekleri burkan bir hikayedir.
(bkz: durduk yere adamın amına koyan filmler)
Bok var gibi gözlerimi dolduran filmdir.
Bir hayvandan insanlık öğrenmek gibi bir şey aslında.
edit. yanlış bkz vermişim.
gerçek hikayeden sinemaya uyarlanmış bir köpek ile insanın arasında sopa atıp getirtmekten daha yakın ilişkiler kurulabileceğini gösteren gerçek hikayeden alıntı film.
insanlar da olması gereken fakat yozlaşmış olan duyguları bir köpeğin yaşatması ile göz yaşlarınızın yuvasından aşağı doğru süzülmesine neden olan baş yapıtlardandır.
güzel hikaye, iyi oyuncular*, süper tatlı bir köpek... sonuç berbat bir filmdir. düşük bütçeli, tv için yapılmış dram filmleriyle yarışır. bırakın biri size filmin konusunu anlatsın. zaten fazlası yok.
hayatımda bu beni bu derece ağlatan tek film diyebilirim. bütün spoilerları bir kenara atın. filmin sonunu başını kıçını bilseniz duysanız dahi izleyin bu filmi. filmin sonunu bilerek izlemeniz insanı dahada üzüyor filmi izlerken.