erdal öz'ün ankara mamak askeri cezaevinde karşılaştığı deniz gezmiş, yusuf aslan ve hüseyin inan'ın
romanlarını yazmak üzere başladığı **
ancak aniden cezaevinden salınmasıyla
bir roman oluşturmak için yetersiz kalan notları,
bu üç pırlantanın vahşice katledilmesinden sonra
kendine saklayamayarak *yazdığı anı kitabı..
''...aşk olsun sana çocuk demiş şair...öyle buruk bir tat ki ağızda bıraktığınız, ölümünüz, hayattan hunharca çekip alınışınız..öyle yutkunması zor, öyle yutulması. oradan bakıp bakıp iç çekiyor musunuz şimdi, ''ölüm amacımız, size yaşama sevinci kazandırmaktı'' diyor musunuz, hani acıyor musunuz bize, bir hiç oluşumuza...tek derdimizin daha çok para, daha çok seks, daha iyi bir araba oluşuna...acıyın bize, acıyın...acınmaya ihtiyacımız var çünkü.
hani, kendi tabureni bile kendin çekecek kadar gururluydun, sen... deniz... ya biz? yeşil parkan vardı hani, şimdi bizim de levislerimiz var, postalın vardı, bizim de pumalarımız, adidaslarımız var, ha birde amerika bayraklı bokserlarımız var...söylesene çocuk acıyor musun bize...söylesene kim ölü şimdi, siz mi biz mi?''
nerden nereye diyebilmemiz için ufak bir başlangıç olan kitap, okumamak suçtur, günahtır, ayıptır...
içinde deniz gezmiş'e ait su sözün geçtiği kitap:
"Burada ölen yalnızca benim bedenimdir, ki zaten ölümlüydü, ölecekti. Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz, ölmeyecek, yaşayacak."
özellikle son kısımlarında fazlaca hüzünlendiren kitap. zaten erdal öz de bu kitabı roman gibi de okuyabilirsiniz ama sizde bırakacağı hüzün kalıcı olsun gibi bir şey diyordu. dağda vurulan yoldaşlarının cesetlerini teşhis eden, ayaklarının altı dirsekleri eriyen, kemikleri derisinden görünen, elektrikle işkence yapılan ve asılan çocuklara ağıt gibi...
kitapta, deniz gezmiş'in son sözlerinden ''yaşasın türk ve kürt halklarının kardeşliği'' cümlesi vardı. bir kitabın, bu cümleyi taşıdığından ötürü toplatıldığını duymuştum. ben de o bölüme gelince ''yaşasın'' dedim ve beş nokta koydum, bir de dipnot düştüm ''buradan beş sözcük çıkarılmıştır'' diye. kitabın ikinci basımında bu cümleyi şöyle değiştirdim ''yaşasın türk....'' üçüncü basımında ''yaşasın türk ve kürt...'', dördüncü basımda ''yaşasın türk ve kürt halklarının'', beşinci basımda ''yaşasın türk ve kürt halklarının kardeşliği'' diye cümleyi tamamladım ve kimse anlamadı. hatta bunun üzerine nâzım'ın o ünlü dizelerini okumuştum: ''ben bir ceviz ağacıyım/ gülhane parkında / ne sen bunun farkındasın / ne de polis farkında.''
üç onurlu insanın, sayfalar dolusu gönlünüze akmasıdır bu kitap. boğazınız düğümlenir her sayfada. ellerinizin içinde yok olmaktadır güzel bakışlı insanlar ve buna engel olamayacak kadar acizdir yürek.
sonra karşıyaka mezarlığına bakıp pencereden, '' bu koskoca devrimciler, bu toprağın altında olamazlar '' dersiniz. inanmazsınız, inanmak istemezsiniz. '' yazık olmuş '' diyemezsiniz, çünkü her devrimci, '' yazık '' olmayacak kadar onurludur, bilirsiniz.
henüz ondört yaşlarındaydık solan güllerimizi tanıdığımızda. deniz yürümeye başlamıştı içimizde yaylana yaylana...kimin gözünde farkettilerse deniz'in tebessümünü, disiplin kurullarına sevkettiler, '' çocuğunuza birkaç soru soracağız diye evinden aldılar, karakollarda sorguladılar. sonra hukuki süreçlere devrettiler inancımızı. elimizde onurumuzdan başka birşey bırakmayıp, saldılar bizleri karartılmış geleceğimize. oysa bizler sevgilimize bu kitabı hediye etmekteydik yine de, '' onları sevmeyen bizi sevemez '' diye...
üç fidan yirmidört yaşlarındaydılar, çok oldu yirmidördümüzü geçeli ama onlar hep abimiz kaldılar. ne kadar acı kaldıysa da içimizde, bize o hüzünlü tebessümü bıraktılar...
'' karşıyakanın üç gülü
yürek dalıma gömülü
karşıyakanın üç gülü
tüm kançiçekleriyle
gözpınarıma gömülü.
denizgül, yusufgül, hüseyingül... ''