özleme ket vurmaya yardımcı yeni hatıralar yaratır, bu mektuplar. duygular, hayaller, sabah ıslak bulunan yastığa bakarak alınan yeni radikal kararlar, onunla ve onun için yaşadığın her şey... her satır onun içindir ama o okuyamaz.
sonları aynen bildiğiniz yeşilçam filmi olan ama başları ve hikayesi fena olmayan bir türk filmi. kadir inanır-türkan şoray aşkı için izlenir yine de...kadro da fena değildir.
senin askın bende kangren oldu, sensiz gecen hergün biraz daha ölüyüm sanki her sabah aynada sana daha çok benziyorum, sen öldün.. senin öldüğün günden beri ben sen oldum, tutarsız, umursamaz,her sabah başka benle kalkıp her akşam başka benle yatan..
kangren olan yerimi kesip atma kendimi kurtarma çabasındayım acır mı diye değilde seni kesip atmaya hazır mıyım diye düşünüyorum?? belki de kangren olan yerle acı içinde ama senle mutlu yaşamayı öğrendim, sensiz ama sen olarak bir sürü hayat...birbirimize sarıldığımız o sıcak ağustos gecesi donmaya kesmiştik, bizim öleceğimiz varmış biz öldük..
Ben mi..?? senin vazgeçtiğin günden beri dizzlerimin üstünde bekliyorum neyi mi?? onuda bilmiyorum..
ne yazılır, nerden başlanır bilemiyorum aslında.. neden yazıyorum, bunu da bilmiyorum..
belki de içimdeki cerahatı döküyorum satırlara, bilemiyorum. ama ifade edemem kendimi bilirsin. söz konusu minicik bir karınca olsa dahi saatlerce anlatırım sana, utanmam, çekinmem, anlatır da anlatırım bilirsin.. mevzu bahis ben olunca, tek kelime edemezdim hiç.. savunamazdım.. susardım saatlerce, günlerce.. bilirsin..
ilk değildi belki yaşananlar.. hatta belki de son bile değil. yokluğunun ilk günleri çok koymuştu sadece. gözlerimi açamadım desem yeridir. evden bile çıkmadım hiç. hoş, ev bile yabancıydı sanki !
geceleri, işte o günlerde keşfettim. aslında ne kadar dost olduklarını filan. gece her şey bana ait gibiydi sanki. o bomboş sokaklar, ışığı yanmayan evler.. gittiğin halde, uyuduğun için sen bile benimdin sanki. bana hediyen geceler oldu senin. gecelerin hediyesi ise sen !
rahatsız oldum sokaklardan yokluğunda. şöyle adam akıllı bir gezemedim. yanımda olmayışını farketmiş, herkes bana bakıyor gibiydi sanki. çok büyük bir eksiklikti bu. yanımda olmalıydın, ama değildin ! yanında olmalıydım ama değildim ! kim vardı peki, şimdi sana dokunan eller kimindi? uyumalıydım. düşünmemek için uyumalıydım. nasılsa uyunmayacak geceler vardı beni bekleyen.. hem geceleri kimse olmazdı senin yanında. ve ben bu sayede, geceleri bunu düşünmek zorunda değildim. rahat olabilirdim.
delice geliyor değil mi? haklısın. zaten delice sevmiştim ki ben seni ! seninle gezdiğimiz sokaklara girmedim hiç. gittiğimiz yerlere gitmedim. evi de değiştirdim senden sonra.. gülümsediğim yerler, sessizce ağladığım yerler olmuştu. o şehirde bile değilim artık !
seni anımsatan her şeyden kurtulmak istedim aklımca, lâkin aklımı kaybedemedim. sevgi değildi bu, çözemediğim başka bir duyguydu sana olan.. neye baksam sen vardın ! neyi görsem sen !
arabeskle de tanışmam sayende işte o dönem oldu. çok dinledim orhan gencebay'dan ziyankârı, dil yarasını !
" harcadım ömrümü hep senin için, sevilmek bir hayal sevmemek ziyan, ettiğim duadan ümide kadar, döktüğüm göz yaşım nefretim ziyan" diyordu orhan baba.. söyleyen sanki ben, dinleyen sanki sen !!
gün gelir de seni görürsem ne yaparım diye düşünüyorum kaç zamandır ? konuşamam yine biliyorum. öylece kala kalırım. susarım. o boncuk gözlerinin sevgi dolu bakışına alışık gözlerim, alışamaz o boş bakışlarına, biliyorum. en iyisi karşılaşmayalım hiç. alışmışken yokluğuna, meşgul etme beni bir dakikalık görüntünle, mahkum etme senelerce beynimde hüküm sürecek varlığına..
unuttum ben seni desem, sen de kimsin diyeceksin! çoktan unuttun ki sen beni, hatırlayan kim, nerden bileceksin ? ben kendime bile yalan söyleyemem, beni kendi yalanlarıma mahkum edeceksin !!
anlatamam ya kendimi, al işte yazdım.. bilmem kaç satır olmuş.. gerçi sen bu yazılanları nerden göreceksin ?
keşke, sadece seslerle, şarkılarla sınırlı kalsaydı tanışmamız. ben sana çalsaydım ve sen sadece dinleseydin.. arada bir arayıp, "ben burdayım" deseydin.. gelmeseydik yüzyüze ve çarpılmasaydık ya da çarpılmasaydım.. çok komikti değil mi? ne de olsa güldürüyordum o zamanlar. ve en güzel sen gülüyordun bana. duyduğum en güzel kahkahalar sana aitti. ta ki, gidişine kadar !
gülemedim hiç gidişinden sonra. şöyle içten bir kahkaha savuramadım.. gidişin beni de götürdü benden.. kalan ben değildim bana !
hor gör saçmaladıysam.. gidişine ver. yokluğunun acısına ver.. bana bu kadar yıl sonra bunları yazdıran hatıralara ver..
gülmeyi bilmeyen, komedyen de geç ! git sende gönlünü, zerre kadar sevmeyen itin birine ver... *
ölen birinin gönderemediği mektuplarıdır. Belki de postaya giderken öldü ve gönderilemedi, belki de şişeye koymuştu ve su kurudu, belki ise parası yoktu. neticede gönderemedi ve başkaları tarafından bulunup gönderilemediği saptandı bu mektupların.
edit: belki de iyi ki gönderilemedi; içinde ölüm haberi vardı bir sevgilinin, bir ebeveynin.
belki de elveda mektubuydu fakat her bitiş bir başlangıçtı.
belki de mutluluk haberiydi, ya da bunlarin hepsine bir cevaptı. **
gönderilirlerse muhatabını içinde öldürdüğün mektuplardır. inadına göndermeyeceksin. öldürmek isteyinceye kadar.
ama senin de katil olma vaktin gelmişse durma sakın.
2002 yapımı, -bir türlü gidemediğim yer olan amasra'da çekilmiş olduğundan mıdır bilinmez- yürek burkan, ukteli bir türkan şoray - kadir inanır aşk filmi.
Bilmiyorum ki sevgilim sanıl becerdin. Hem en sevdiğim şarkı, hem en derin yara olmayı kalbime... nasıl becerdin?
Sen hem beni en mutlu hemde en mutsuz eden insan olarak aldın şu yaşamımda ki yerini.
Ve ben ayrılığı daha yeni yeni öğreniyorum sayende.
Yeni öğreniyorum yüzüne gülerken sevdiceğinin sessiz sedasız çekip gidebileceğini… senden sonra sevdiceğim… senden sonra öğreniyorum.
"veda etmek" diye bir şey niye var?
Sesin soluğun çıkmadan, bir tek kelime etmeden gitme diye değil mi?
Git ama öldürme diye…
Ama ben ayrılığı yeni yeni öğreniyorum sevgilim. Sevmeyi, sevilmeyi öğrendiğim gibi, terkedilmeyi de senden öğreniyorum.
Öyle içimdesin ki. Yanağımda dolaşan rüzgardan daha gerçek dokunuşların. Küçük, ürkek, kesik dokunuşlarınla, belki de her zamankinden daha yanımdasın. Yani öylesine, o kadar bensin ki. Ah nasıl anlatsam. Boşuna bu çabalarım, doğru kelimeleri aramalarım. Ne kitaplar yazıyor, ne de sözlüklerde karşılığı var. Yalnızca hissediyor insan, yaşıyor. Kelimeler eksik, kelimeler yaralı. Kelimeler cılız.
Taşımıyor, anlatmıyor, tanımlamıyor bu duyguyu. Ben de. Çok başka bir şey. Sevginin ortasında, derin acılar hisseder mi insan? Aydınlık gülümsemelerin içine, hüznü yerleştirir mi durup dururken? Gözlerine buğu,diline sitem, yüreğine burukluk, çöreklenir kalır mı asırlarca?
Gelmeyeceğini bildiği mektup için, posta kutusunu hep aynı heyecanla açar mı? Dedim ya, başka bir şey bu. Ne kadar yalnızsam, o kadar seninleyim şu günlerde. Belki de en başta, tutup seni en derinlere koydum diye oldu bunlar. Kimseler ulaşmasın diye, kimselerin bilmediği, bulamayacağı yollara götürdüm seni. En derinlerde tuttum. Bana sakladım. Derine, hep daha derine.
Seni yapayalnız, bir tek bana bıraktım. Paylaşamadım yanlış yaptım. Sana ulaşan yolları kaybettim diye bütün bu şaşkınlıklar. Kendimi oradan oraya vurmam. Sağımda, solumda, ne zaman dikildiğini bilmediğim duvarlara çarpmam, hiç görmediğim çukurlarla boğuşmam. Denizlerin, gürültüyle gelip vurduğu dehlizlerin, acılı duvarları gibiyim.
Duvarlarım yosunlu, duvarlarım kaygan, duvarlarımdan hiç tükenmeyen sular sızıyor. Tutunamıyorum. Renklerim, gün içinde değişiyor. Soluyorum, soğuyorum. Güneş ulaşmıyor içerilerime. Küfleniyorum, yaşlanıyorum. Yalnızlıklar peşimde. Dokunduğum her ıslak duvardan, pis kokulu bir yalnızlık bulaşıyor üstüme. Yapış yapış, vıcık vıcık bir yalnızlık bu. Biliyorum, bütün bunlar, hep benim suçum.
Seni sakladığım yere ulaşamaz oldum. Yollar, gitgide uzadı ve karıştı. Ümidimi ısıtacak, parlatacak, kımıldatacak bir şeylere ihtiyacım var. Ah onun ne olduğunu biliyorum. Sonu sana geliyor her cümlenin. Her şeyin başı içinde ve sonundasın. Bu değişmiyor. Öyle içimdesin ki. Birden aklıma geldi, tuttum sana bir mektup yazdım dün.
Çok mutluydum. Gün içinde neler yaptığımı, nelere kızıp, nelerle mutlu olduğumu, tek tek anlattım. Mevsimlerin ve insanların nasıl karışık ve beklenmedik olduklarını yazdım.
"Yine zamansız yağmurlar" dedim, "Daha önce, hiç bu kadar zayıf değildi güneş ışınları" dedim, "Gerçekten buradaki şarkıları hiç öğrenmeyecek, bilmeyecek, söylemeyecek misin?" dedim. Çok uzun bir mektup oldu. Başından sonuna kadar okudum da.
Neler yazmışım diye merakımdan.
Sonra çekmecemden bir zarf çıkarıp, adını yazdım. Büyük harflerle, yalnızca adını. Adresini bilsem gönderir miydim, bilmiyorum. Mektup cebimde. Cebim yüreğime yakın. Yüreğim sende. Sen yüreğime yakın. Öyleyse mektup sende.
gecenin bir vakti dalmışım öyle. kendime geldiğimde gözlerim nemliydi. pencereden soğuk bir rüzgar esiyordu. odanın kapısı açık kalmış, içeri buz kesmişti. ayağa kalkıp geceyi seyrederken ne gördüm rüyamda diye düşündüm. yine aynı rüya mı? yine aynı kabus mu? hatırlayamadım..
artık ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. bir insan daha ne kadar kendini avutabilir ki? acı eşiği nedir bir insanın? ne kadar daha üzüleceğimi hesaplamaya çalıştım bile. yok, sonu yok bunun. seninle olduğum her an, benim olduğunu düşündüğüm her an bana çok fazla ızdırap verecek ve ben bunun sonunu getiremeyeceğim.
bazı sözlere öyle incinir ki insan, sen de bilirsin belki. öyle kederlenir ki bir kelimeye. bir harfe öyle ağlar ki insan. sen bilir misin bir gece sabaha kadar fotoğraflarına baktığımı? yazıp yazıp sildiğim her cümlenin öznesi sendin, bilir misin? bir gece vakti 3 saat boyunca sokaklarda dolaştığımı bilir misin? rüyalarımda seni göreceğim için hevesle uyumaya çalıştığımı, uyuyamayınca da kalkıp sana şiirler yazmaya çalıştığımı bilir misin? kaldırımda yürürken ellerini her yanda aradığımı bilir misin? zaman akarken saniyelere çakılı kalmayı bilir misin? sensizliği iliklerime kadar hissedip de sabahları zor ettiğimi bilir misin? bir çift gördüğümde nasıl titrediğimi? beni en çok mutlu edecek olan sendin, en çok üzecek olan da; sen ikincisini seçtin..
gideceksen hayallerimi de al. heveslerimi de al. kokunu da al üstümden. sen yokken gizlice elimi öptüğüm anları da al, belki elimden eline ulaşırım diye. al beni, bende bir şey bırakma. üstüme yık en kalın en ağır duvarları, tuğlaları. kalkamayacak kadar üstüme yık ne varsa. kır dök ne varsa.
yağmurlu bir günde bırak beni,
ağladığım belli olmasın yeter ki.
fısıltılar çığlıklara dönüşmeden
ayrılıklar hezeyan olup parçalamadan bedenimi
evin tam bu köşesine
göm beni.
hani şuursuz muhalifler vardır ya. öyleyim sanki senin karşındayken.
vara yoğa muhalefet etmiş olmak için muhalefet eden tiplerden oluyorum sözlerine bakarken ve gözlerini dinlerken.
muhalifliğim kendi bünyeme bir bakıma. bu cüretime.
seninle her konuşmam aslında geçmişe yaptığım bir veda. kirli, güvencesiz ve bir o kadar da yapmacıklık kokan geçmişime.
sanki uyuyan güzel bendim cam fanusta, sen de geldin, gözlerinle öperek uyandırdın beni yeni hayata.
yavaşca dolaşırken senin satır aralarında, kendime kurduğum paragraflar karşılıyordu beni. ben sende kendimi buldum biraz da. bu cinnet hali bu yüzden belki de.
şimdilerde bıraktım ama zamanı sorgulamayı.
anılarımı anmayı, geçmişte demlenen, şimdilerde ise saksı diplerine boca edilen makul anlarımı.
susuyorum bu ara sana.
senden bana kalanlar çoğalsın diye.
hiç geçmeyecek sandığım sızılarım daha da diplere çöksün diye belki de.
bu yürüyüşte burnum kanamadan ulaşmak istiyorum sana.
çok kafa kırmışlığım vardır birine ulaşmak isterken.
ve o ulaşılmazlar yormuştur beni daha çok.
fakat sen kaybolmayacaksın bu sefer.
işaretledim seni korkularımla.
yüzleşeceğim zaman seni bulacağım ve gözlerine bakarak atlatacağım onları.
acı çektikçe ve acı çekmek istedikçe seni düşüneceğim hep. mutlu olmak yordu çünkü. umutsuzluk ekeceğim artık yollarıma.