askerlik yapmıştım. anne, baba ve teyzem beni görmeye gelip yaklaşıp 15-16 gün mahsur kalmışlardı... şimdi gelişmeler oldu mu bilemiyorum ama o dönemde;
* altı neredeyse düz, aslında "kapalı göl veya iç deniz"de işlediği ifade edildiğini duyduğum arabalı vapurların işlediği; kışın doğa şartları nedeniyle işleyemediği, kış mevsiminde açık deniz fırtınası yüzünden bazen 10-15, bazen 20-25 gün, bazen daha da fazla o vapurların -doğal olarak ulaşamadığı-, anakara bağlantısının ulaşım/elektrikle kesildiği,
* ada halkının kışın çalışmayan vapur nedeniyle bırakın gazeteyi filan, adaya bazı haftalar "un" bile gelemediği/getirilemediği için ekmeksiz kaldığı; bu durumlarda askerin ekmek yapıp dağıttığı,
* türkiye'nin en büyük adası olduğu halde, hava şartlarına dair bilginin o dönemde sadece trt2'deki hava durumu'nda "arada sırada"(Salı-Perşembe-Pazar) takip edilebildiği,
* karşısındaki yunan adası'na (ki karaya uzaklığı gökçeada'nın yaklaşık 2-2,5 katı olarak aklımda kalmış, yanlışım yoksa) kışın en sert havada bile deniz otobüsüvari tekne ile -halkının susuz kalmaması için- su taşındığı söylenen, aralarındaki boşluğa mitolojide poseidon'un savaş arabalarına ait atları, savaş arabalarını park ettiği;
* "geçen kış vapur çalışmadı yine fırtınadan; asker olmasa aç kalırdık" diyen rum kökenli türk vatandaşları olan
bir adaydı...
şimdi de böyle midir, bilemiyorum, 2002-2003 yılları bu açıdan çok şaşırtıcı ve bir o kadar da hüzünlüdür benim için.
gökçeada'yı duydukça, doğudaki birçok yer gibi olanaksızlıklar ve yaşayanların sessiz hüznü ile üzüntü duyarım.
* dünyanın sayılı su kaynağına sahip,
* 3 bin civarında sivil, x sayıda askerin bulunduğu,
* otellerle canlandırılması halinde; şelalesi, doğal parkları, insanı, şarabı, denizinin enfes güzelliği, trolle dibine kibrit suyu dökülmemiş başta ahtapot, orfoz, levrek gibi lokumlar lokumu lezzette balıkları ile çok turist çekeceğini düşündüğüm,
* güleryüzlü, sakin ve biraz da buruk mizaçlı insanlar gözlemlediğim,
* en batısındaki büyük ve bakir kumsalı ile o koydaki denizin sörf için uygunluğuna diyecek söz bulamadığım,
* sakızlı muhallebisi, bağbozumu, meryem ana ile ilgili kutlamaları, türkiye'nin (eski)en büyük ve fakat terk edilmiş köyünün bulunduğu,
* yunanistan'a gitmiş olanların yazları gelip özenle mavi-beyaza (tekrar) boyadıkları söylenen eski köyevleri, efsaneleri, yaz mevsimindeki sessiz geceleri, kışın kulakları/kıkırdağı yakan, yara yapan soğuğu ve fıtınası ile gerçekten başkadır.
gidilesi, görülesi, 3 kuruşunuz varsa tatil için ayırdığınız, oradaki insanların da faydalanması için seyahat etmenin düşünülesi yerdir. bizimdir, birçoğumuz farketmese de varlığını, oradakiler biraz buruk görünse de, adamızdır; yanımızdır, batımızdır...
burasının ada olmadığını düşün.
yani etrafında deniz yok.
sadece kara parçası olduğunu düşün.
doğuda ne kadar berbat yerlerden bahsediliyorsa;
en berbat olma konusunda rakip tanımayan bir yer.
güzeldir, candır, gezilesi yerdir. ülkenin en güzel yerlerindendir, dindin bir ortamı ve rahat bir havası vardır. kültür seviyesi yüksektir, farklı insanlar bulunur.
türkiye'nin en batı noktası olan incirburnu'nun bulunduğu çanakkale ilçesi. hala bakir kalabilmiş bitki örtüsü ve doğası açısından ömrün geri kalanının yaşanabileceği ender yerlerden biridir. ayrıca ada'ya gelindiğinde nefise karatay'ın babası olan orhan karatay'ın ünlü sakızlı muhallebisini ve madam'ın evinde dibek kahvesi içmeden dönmeyin.
Çanakkale'nin bir ilçesi ve Türkiye'nin en büyük adasıdır. Ege Denizi'nin kuzeyinde, Saros Körfezi girişinde yer almaktadır. 91 km. kıyı şeridine sahiptir. Yıllık yağış miktarı metrekareye 950 - 1050 mm arasında değişmektedir. Adanın batısında yer alan incirburnu Türkiye'nin de en batı noktasını oluşturmaktadır.
türkiye'nin en buyuk adasıdır. buna karşın uzaklarda denizin ortasında unutulmuş gibidir. oysa rüzgar sörfü için alaçatıdan bile daha uygundur burası. türkiye'nin en temiz denizi buradadır, serindir ama temizdir. oltayı attığın anda balık vurur mu arkadaş? burda vuruyor. ama diyorum ya cennetten bir parça olan gökçeada gereken ilgiyi görmüyor ve hak ettiği yerden uzakta ege denizinin hırçın sularında tüm gizemini koruyor.
aydıncık sahili muhteşemdir. sapsarı kumları ve tertemiz deniziyle çok güzeldir. yaşadığımız kötü trafik kazasına rağmen adanın güzelliğine diyecek laf yoktur. her adım başı olan hayratlarından da suç içmek büyük bir keyiftir!
türkiye'de güneşin en son battığı yerdir. bu mükemmel adada beşiktaşlı hristo'dan bir kahve içmeden, bir sakızlı muhallebi yemeden dönmeyiniz ey sözlük ahalisi.
(bkz: kime sorsan gösterir)
mutlaka gidilip görülmesi gereken cennetten bozma kocaman bir ada.. zeyinliköy'e 5km yürüyüp madam'ın dibek kahvesi içme hevesiyle gözümüzün döndüğü fekat hatunun öldüğünü ailesinin yunan yakasına geçtiğini duymamızla hayatımızın şokunu yaşatan alay komutanı eşliğinde koyunlarla kuzularla karşılıklı mee'leşerek götün götün geri döndüğümüz leb i derya..
belki sevilenin iç yakanın orada nefes alması sebebiyle güzel gelen ama hayatımın en güzel 4 gününü yaşamama sebep olan tarih kokan kilise ve cami'nin yan yana göğe yükseldiği, çan ve ezan seslerinin aynı anda yankılandığı yer..
çakır abimizin yerine değinmeden gezi yazısı da sonlanmaz efendim.. rum sandığımız gecenin bir yarısı dükkanı açtırdığımız, yunan müzikleri eşliğinde derya kuzusu levrekleri, el yapımı zeytin yağları ve insanın içinin gittiği yıllanmış şaraplarıyla bizi mest eden ambiansa sahip balıkçı; aşkımızı pekiştirdiğimiz göz yaşlarına boğulduğumuz bizden koca bir parçayı orda bırakıp ziyaretçi defterine adımızı aşkla yazdığımız.. allah iyiliğini versin her yere gözlerinin resmini koymuşsun narsist adam kolonyalı mendilinde bile çakır gözlerin; gül gül öldürdün lan..
memleketim... o kadar temiz ve el değmemiş güzellikte denizi ve doğası olan köşeleri vardır ki o bangır bangır reklamı yapılan ve dünyanın parasına malolan tatil beldeleri sönük kalır. ben 7 yaşımdan itibaren yaklaşık 10 sene her yaz ordaydım. çocukluğum ve ilk gençliğin en güzel yazları burada geçmiştir. klasik rutinimiz gündüz kuzulimanında denize gitmek akşam ise tatilci arkadaşlarla muhabbet ya da kaleköyde turlamaktı. zeytinliköyü ve kefalozu ayrı güzel olup lazkoyu ise el değmemiş doğası ile biraz uzak olsa da kesinlikle görülmeye değer. benim söyleyebileceklerim anlatmakla bitmese de kısaca mutlaka 1 ayınızı ayırın ve görün derim. gerçekten bir bilenle yada turla giderek görülmesi gereken yerleri es geçmeden bulunmanızı tavsiye ederim.
Gökçeada, Marmara Bölgesi'nde Çanakkale' ye bağlı bir ilçedir. Gökçeada'ya iki yoldan ulaşabilirsiniz; Çanakkale Limanı'ndan yada Gelibolu Yarımadası'nda bulunan Kabatepe Limanı'ndan.
Gökçeada; Kuzulimanı'ndan Çanakkale'ye 32 mil, Gelibolu Yarımadası'ndaki Kabatepe Limanı'na ise 14 mil uzaklıktadır. Gökçeada'dan, çevresinde bulunan adalar Semadirek, Limni ve Bozcaada'ya şimdilik ulaşım yoktur.
Gökçeada'dan Kabatepe Limanı'na ulaşım Şehir Hatlarına bağlı arabalı vapur seferleriyle yapılmakta ve 1 saat 45 dakika sürmektedir. Çanakkale'ye ise Deniz Yolları'na bağlı Tekirdağ Feribotu ile yapılmakta ve 2 saat 30 dakika sürmektedir.
istanbul'dan gelenler için Kabatepe Limanı, Anadolu'dan gelenler için Çanakkale Limanı daha uygundur. istanbul'dan Kabatepe yaklaşık 350 Km., (TEM oto yolundan Kınalı Tekirdağ çıkışından Tekirdağ, Keşan, Gelibolu, Eceabat üzerinden Kabatepe) Ankara'dan Çanakkale 650 Km., izmir'den Çanakkale 330 Km., Bursa'dan Çanakkale 280 Km. uzaklıktadır. Özel araçlarıyla gelmek isteyenler, karayolları haritalarından faydalanabilirler. Ama şunu unutmasınlar ki ulaşım sadece gemi seferleri ile olduğundan gemi kalkmadan en geç bir saat önce ilgili limanlarda hazır bulunmalıdırlar.
Bir yerden ayrılacağım diye hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Memleket halen mahalle baskısı meselesiyle uğraşırken (daha ne kadar devam edecek bu mevzuu?) Gökçeada kaç kişinin umurunda olur bilemiyorum ama iki laf etmeden edemeyeceğim.
Memlekette çok saçma yer gördüm ama bu kadar bilerek ve isteyerek berbat edilmiş bir yer daha görmedim.
Katiyen bir daha gitmek istemem, kimseye de önermem.
Mikro bir Türkiye de denilebilir. Her şey var!
Harap olmuş bir tarih, yerinden edilmiş Rum, Türk, Kürt binlerce insan, terk edilmiş çok güzel köyler, feci bir ırkçılık, katledilmiş bir doğa, inşaat mafyası, diz boyu yolsuzluk, sırf birileri para kazansın diye yapılmış saçma sapan ihaleler, mimari katliam, Kürt-Karadenizli savaşları, keçi terörü, kuşların göç yolları üzerine kurulmuş kaçak oteller ve insanı çileden çıkaracak kadar bol miktarda dedikodu, dedikodu, dedikodu...
Bunların hepsi ana karada da var evet ama arada şöyle bir fark var:
Burası hap kadar ve yukarıda saydığım kötülüklerin, rezilliklerin hepsini aynı anda, aynı noktada görebilmen, hissedebilmen ve kahrolman mümkün. Kaçacak yer yok.
Kaleköy'deki Yakamoz restorandan bir güneş batımı izlemek mesela yeterli. Sırasıyla: Güneş, hemen altında ne işe yaradığı belli olmayan ama birilerini mutlaka çok zengin etmiş bir mendirek, onun solunda Belediyenin yaptırıp sonra özelleştirdiği ve bugüne kadar gördüğüm en çirkin otel olan Gökçeada Resort, ikisinin arasında mendirek yüzünden devridaimi kaybolmuş ve sığlaşmış ve doğal dokusunu kaybolmuş bir koy, hemen biraz daha solda binası ve KULESi olmayan dolayısıyla ne için yapıldığı yine tartışmalara açık dev bir havaalanı, birbirinden çirkin ve dökülmekte olan okul binaları, başını biraz döndürünce arka tepede terkedilmiş bir Rum köyü, aklında burada doğum yok, ölüm var sadece diyen kadın ve..
Devam edemeyeceğim..
Parmağını uzatıp orası nedir? demenle beraber en az iki sayfalık bir bilgi akışı başlıyor. Kime sorsan başka bir şey söylüyor.
Hayatımda hiç bu kadar bilgi kirlenmesine uğradığımı hatırlamıyorum.
Karadenizlisi ayrı konuşuyor, Kürdü ayrı konuşuyor, istanbullusu ayrı konuşuyor, askeri komple ayrı konuşuyor..
Ada tümüyle faşizme ve keçiye teslim olmuş durumda. Herkes herkesten ölesiye nefret ediyor. Rumlar temizlendi şimdi sıra birbirlerinde.. Bu arada malı götüren götürüyor. Serbest dolaşan ve ancak kesilecekleri zaman aranılıp bulunan keçiler ise diken hariç adadaki bütün bitkileri yemiş yutmuş durumda. Ne güzel değil mi! Etrafını dikenli telli duvarlarla çevirmezsen tek bir ot yetiştiremiyorsun ama zaten kimin umurunda otmuş, ağaçmış, dünyanın en sulak ikinci adasıymış, bir zamanlar her taraf meyve bahçesiymiş, sonradan gelenler yakacak odun diye meyve ağaçlarını kesmişmiş...
Hele Şirin Köy gibi kendisinin tam tersi isimler takılmış radyasyon köyleri var ki olamaz dehşette.. Sovyetler Birliği zamanında nükleer denemeler yapılırken inşa edilmiş sonra terk edilmiş böyle hayalet şehirler vardır. Semipalatinsk gibi.. Onların küçüğü sanki bunlar. Bulgaristan'dan kaçan Türkler yerleştirilmiş zamanında. Kaçtıklarına pişman mıdırlar acaba?
Özetle ada manen ve maddeten çipçirkin bir yer olsun diye 85 yıldır elbirliğiyle uğraşılmış, uğraşılmaya devam ediliyor ve anladığım kadarıyla da özel bir çaba ve emirle de bu katliama devam edilecek. Belediyesi ayrı, özel teşebbüsü ayrı, askeri ayrı.. (Askerin diktiği yirmi otuz dönümlük çam ormanını tenzih ederim ama şehir içinde diktikleri binalar dünya çirkinlik rekoruna doğru hızla gitmekte)
***
Türkiye'yi hap; olmuş karşıma çıkmış gibi hissettim. Derin bir yeis ve dehşetle, tüylerim diken diken adadan ayrıldım. insanlar da Türkiye'den böyle mi ayrılıyor acaba? Ağır bir laf olacak ama dünya için esas tehlike Türkiyeleşmek. Malezyalaşmadan önce bunu düşünmek lazım..