genetiği değiştirilmiş organizmalar

entry46 galeri1
    46.
  1. gdo karşıtlığının dayandığı hatalı temellerin neler olduğu irdelenmiş. güzel bir yazı.

    https://evrimagaci.org/ge...ellere-dayanmaktadir-4434
    0 ...
  2. 45.
  3. bir zamanların popüler konusu olan ancak şimdi unutlan organizmalar.
    2 ...
  4. 44.
  5. 4 sekansa bakilarak tespit edilebilen organizmalardir.(35S ve FMV promotör, NOS terminatör ve BAR)

    Agirlikli elisa calismasi yapilir.
    1 ...
  6. 43.
  7. Bugün kullandığımız bitkilerin ve evcilleştirdiğimiz hayvanların çoğudur.
    0 ...
  8. 42.
  9. -------------

    Geçenlerde bir dostum aradı. Eminönü’nden bahçesine ekmek için tohum satın alarak ektiğini ancak bu tohumların çıkmadığını, çıkanlardan da verim alamadığını söyledi. Tohum satıcısı, tohumlarının ‘geleneksel tohum’ olduğunu söylemiş…

    ‘Tohumlar paketli ve markalı mıydı’ dedim. ‘Paketli ve markalı’ dedi. ‘O halde hibrit tohum almışsınız’ dediğimde, ‘ne fark eder’ dedi. ‘Ne fark eder olur mu, atla katır aynı şey mi?’ dediğim de, ‘elbette değil’ dedi. Bende ‘işte geleneksel tohum at ise, hibrit tohum katırdır’ dedim. Çok şaşırdı…

    Aradaki farkı anlattığımda, bu kez öfkelendi, ‘bunları kimse bilmiyor’ dedi ve ekledi: “Şimdi bize hep yalan mı söylüyorlar?”

    O halde dostumu hiddetlendiren bilgileri sizlerle de paylaşalım…

    Hz Peygamber s.a.v. yaratılışı anlattığı bir Hadis-i Şeriflerinde tohumun, insanoğlundan ve hayvanlardan önce yaratıldığını bildiriyor. işte o gün bugündür fıtratı gereği tohum; bitkiyi ve ağacı, bitki ve ağaçta tohumu doğurarak 1920’lere kadar geldi.

    Rockefeller tarafından 1920’lerde Amerika’da başlatılan ‘Yeşil Devrim’ adlı vahşi serüvene kadar hiç kimse onu zimmetine geçirmeyi aklının ucundan geçirmemiş ve de üzerinde mülkiyet iddiasında bulunmamıştı.

    Artık dünyadaki bazı karanlık eller, tohuma yani yaşama sahip olmak istiyorlardı. Bunun içinde, iblîsi yöntemler geliştirmeye başladılar.

    Adı ister hibrit, ister de GDO olsun; süreç, canlıların patentlenmesi olmadan yürüyemezdi. Patentlemek; hiçbir dış müdahale olmaksızın kendini sonsuza kadar yeniden üretebilen fıtrî sistemin mülkiyetinin ele geçirilmesi, bir başka deyişle ‘yaşamın patent altına alınması’ demekti.

    Gücü elinde bulunduran egemen yapı, dayattığı yeni durumun; ahlâkî, felsefî, hukukî, dinî, siyasal ve ekonomik boyutlarıyla tartışılmasına fırsat vermeden, farklı araçlarla zihinlerde normalleştirdi. Şimdi de yapılan tartışmalardan oldukça rahatsız.

    Aslında yapılan en basit haliyle; tarımın, köylünün elinden alınarak, zenginler tarafından yapılan bir ‘endüstri’ haline dönüştürülmesiydi. Daha geniş anlamda ise bitki, hayvan ve insan yaşamının ‘patentleme’ yoluyla insanlığın elinden alınışıydı.

    Türkiye’de 2006 yılında çıkarılan 5553 Sayılı Tohumculuk Kanunu’nun 7’inci maddesindeki “Yurt içinde sadece kayıt altına alınmış çeşitlere ait tohumlukların ticaretine izin verilir” hüküm gereği, -altını kalınca çizmeliyiz ki- on binlerce yıldır kullanılagelen geleneksel yani tabiî tohum ticareti yasaktır ve suçtur.

    Binâenaleyh, nesepsiz tohumlarla yapılan tarıma destek veren Türkiye, diğer taraftan da fıtrî tohumlarla yapılan tarımsal faaliyete destek vermez.

    Geçenlerde bir televizyon kanalında Tohumcular Birliği Başkanı bu ifadeye itiraz etti ve: “Elinde geleneksel tohumu olanlar tescil sürecini takip ederek, tohumlarını tescil ettirip satabilirler” dedi.

    Ne kadar tuhaf değil mi? Aslında değil! Onlar bu işin ticaretini yapıyor. Yaptıkları işin devamı için, en basit anlamda kendilerini bu durumu savunmaya mecbur hissediyorlar. Çünkü hem kanunun çıkması için mücadele etmişler, hem de bu sektöre yatırım yapmışlar.
    * * *

    Mesela elinizde bir ton geleneksel buğdayınız var. Buğdayınızı tohum amacıyla satmak istediğiniz de, devlet denilen el gelip müdahale ediyor: ‘Bunu satamazsın?’
    ‘Neden?’
    ‘Çünkü gelip bana ‘tescil’ ettirmedin…’
    Tescil ettirmek için ne yapmalı?
    ‘Tohumun size ait olduğunu ispat etmelisin, sonra analizler, evraklar, bürolar, paralar, gelgitler…’
    ‘Bir ton buğday kaç lira eder?’
    ‘Bin lira kadar!’
    ‘Farz edelim, tescil ettirmeyi başardım, kaç lira harcamam lazım?’
    ‘Bir kasa dolusu…’
    ‘iyi ama eskiden böyle değildi?’
    ‘Bey amca, anlaşılan sen eski kafalı bir adamsın. Köprünün altından çok sular, TBMM’den yasalar geçti, sense hâlâ pullukta saptasın…’
    ‘Korkarım, sen hâlâ 50 yıl önce diktiğin, 10 yıl sonra meyve vermeye başlayan o canım elma ağaçlarını kesip, tescilli bodurlarla değiştirmemişsindir de…’
    ‘He evlat, biz hâlâ dedemin diktiği ağaçlardan besleniyoruz, sizin gibi petrol ve zehir yemiyoruz ki…’
    ‘Çok geri kalmışsın amca çok…’
    ‘Evlat bizimkisi medeniyet, sizinki ise kompleks, taklitçilik, tamahkârlık, yaratılışı beğenmeme, tabiat düşmanlığı. Var git yoluna… Ahir ömrümde beni günaha sokma…’
    Tescil mescil kalsın, en iyisi ben buğdayımı un yapıp yerim…’

    * * *

    Dostum hâlâ; ‘Niye yahu, baştakiler bizden değil mi? Bunları görmüyorlar mı?’ dedi.

    Dostuma dedim ki: Çünkü derin görünmez el böyle istiyor. Bu nedenle, size geleneksel tohum diye satılan tohumların geleneksel olmadığını bilmek gerek. Biri aksini iddia ediyorsa, bunu ispata mecburdur.

    Tohum denilince genellikle bitki tohumu akla geliyor. Peki, tohum diyince gerçekte ne anlamalı? Öyleyse hayvan ve insan spermleri de tohum mudur? Hiç kuşku yok ki, sperm ve yumurta da tohumdur.

    Bugün Amerika’da birçok hayvan sperminin yanı sıra insan spermi de, şirketlerce tescil edilmiş durumda. Bu vahşi sürece karşı gösterilen tepki, dünyadan yeterince karşılık bulmuyor. Özetle; beslenmesi için gereken tohum ve hayvana sahip çıkamayan, öte yandan kendi geleceği için gereken spermin mülkiyetinin tesciline bile razı bir insan tipolojisiyle karşı karşıyayız. Ezcümle, kendi neslinin devamını bile korumaktan aciz bir insanlık, emanete duyarsız Müslümanlar!

    Tohumlar, Allah’ın kullarına birer emaneti... Geçmiş nesillerden sapa sağlam aldığımız emaneti, acaba gelecek nesillere sapa sağlam devredebilecek miyiz? Bu soruya ‘evet’ diyebilecek bir babayiğit var mı?

    Norveç buzullarının altındaki, Ankara ve izmir’deki tohum bankaları, ‘evet’ demeye yeter mi? Hayır, hayır! Onlar olsa olsa tohum hapishanesi olabilirler. Tohumun yeri tohum hapishanesi değil, topraktır. Aksi, sadece toplumların gözlerini boyamaya matuf masallar…

    Yakın zamanda yok olmak üzere olan insan spermlerinin yerine -şu an özellikle sığırlarda olduğu üzere- bankalarda saklanan nesepsiz spermleri mi alacağız?

    Dindar ve ahlakî sorumluluğu olan çevreler bu konuyu ne zaman dert edinecekler?

    Derin yapılar ve mafyaları hallettik diyelim, bu sürede bitmek üzere olan sperm ve yumurtanın yanı sıra, tümüyle mülkiyetini devrettiğiniz ağaç ve bitki tohumlarını nasıl geri alacaksınız?

    Hz Peygamber s.a.v.’e, bir ‘katır’ hediye edilir. Hz Ali, Efendimize; “Eşekleri atlara aşırsak da, katırlar elde etsek” dediğinde, Hz Peygamber s.a.v.; “Bunu şeriatın hükmünü bilmeyenler yapar!” buyurur (Ebu Davud, Cihad 59, 2565 – Nesâî Hayl 10, 224)

    Atlar; hızlı koşan, güçlü, eti yenen ve üreyebilen bir binittir. Katırlar ise yük taşıyan, eti haram olan, cinselliği olmayan dolayısıyla üreyemeyen sun’i türdür.

    Âlimler bu durumu; ‘hayırlı olanı hayırsızla, iyiyi kötüyle değiştirmek, evlâ ve hikmete uygun olanı bilmemek’ olarak tevil ediyorlar.

    Hem devletin, hem de birçok aklı sâninin meşrulaştırmaya çalıştığı ebter, katır -yani yeniden üreme genleri yok edilmiş veya zayıflatılmış -hibrit- tohumlar, -hibrit- bodur ağaçlar ve -hibrit- hayvanlar;

    1) Tabiatta Sünnetullah gereği meydana gelen etkileşime benzemezler,
    2) Tescil gerektirirler,
    3) Ticari bir metadırlar,
    4) Kısırdırlar -her yıl yeniden satın alınması gerekir-,
    5) ilaç koliktirler -tarım kimyasalları olmadan verim vermezler-,
    6) Besin değerleri düşüktür,
    7) Fiziki açlığı giderip, biyolojik açlığı yeterince gideremedikleri, pestisit ve antibiyotik içerdiklerinden sağlıksızdırlar!

    Bu yasa çıktığında iktidar/muktedir tartışmaları vardı ama artık yok. Muktedir olamadıkları gün yapamadılar diyelim. Peki, muktedir olunca hata hâlâ devam ediyorsa…

    ---------
    0 ...
  10. 41.
  11. israil öncülüğünde batı nın dünyaya saldığı bir zehir. insan kimyasını bozan ve değişik hastalıklar türeten rezillik.

    -----------

    Fıtrat, bir şeyi Allah-ü Teâlâ’nın murat ettiği şekil ve nitelikte yaratmasıdır. Yüce Yaratıcı, neyi, ne şekilde yaratmayı murat etmiş ve yaratmış ise o, varlığın olabileceği en güzel şekil, nitelik ve öze sahiptir.

    Allah (c.c.), Kur’an-ı Kerim’de bize şeytanın “Kullarına Allah’ın yarattığı şekli değiştirmelerini emredeceğim ve onlar da bunu yapacaklar”[1] vadinde bulunduğunu beyan ediyor. Yine başka bir Ayet-i Kerime’de ise insanın yetki ve imkânları ele geçirdiğinde, “ekini ve nesli mahvetmeye çalıştığını”[2] beyan ettikten sonra, devamla bu hâli “bozgunculuk” olarak tanımlıyor.

    Günümüzde insanoğlu kâinattaki hemen her şeyin yapısını, yaratılışını yani fıtratını değiştirmekle meşgul. Son yıllarda yoğun olarak tartışılan GDO ve hibrit meselesi özetle bundan ibaret. Aslında GDO sorunuyla en çok ilgilenmesi ve tepki göstermesi gereken toplumun Müslümanlar olması gerektiği halde, ne yazık ki bu tahrip ve savaşa yönelik en duyarsız kitlenin dindarlar olduğunu söylemek haksızlık olmasa gerek.

    Türkiye’de kısaca ‘GDO’ olarak tanımlanan mesele, genel olarak sadece bazı sebze ve meyvenin yapısının değiştirilerek daha verimli hâle getirildiği gibi anlaşılmakta. Ayrıca bunun artan nüfusu doyurmanın çaresi gibi de pazarlandığından aramızdaki birçok saf, Allah’ın vadiden habersiz bir şekilde bu küresel yalana inandığı da görülür. Oysa bu yaratılışı değiştirme eylemi, ifade edildiği gibi basit bir elem değil. Yapılan işlemde açık veya gizliden Allah (c.c.)’ye karşı bir meydan okuma içerir. Çünkü bu işin failleri, yaptıkları iblisi eylemi, “Tanrı’nınkinden daha iyisi” şeklinde tanımlayarak maskelerini kendileri yırtıyorlar.

    Sığ ve sınırlı aklıyla Yüce Yaratı’nın yarattığı bir canlının yapısını değiştirerek, yeni bir şeymiş gibi sunup, üstelik bunun aslından daha “iyi” olduğunu iddia etmesi, kabulü imkânsız hadsizlik ve küstahlıktır. Üstelik bu, Rezzak olan Allah’ın “Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın”[3] vadine karşı, artan dünya nüfusunun insanları besleyemeyeceği iddiasıyla yapılmakta. En kahredici olanı ise, vahiyle çelişen bu tezin bazı Müslümanlarca da ileri sürülmesi veya kabul edilmesi.

    Havada, karada ve denizlerde kaç çeşit canlı olduğunu ve bunların miktarını tam olarak bilmemiz imkânsız. Lakin bunların çeşit ve miktara açısından insana oranla milyarlarca kat fazla olduğunu hepimiz biliriz. Peki, bütün bu canlıların rızkını insanlar ya da bu tezlerin sahipleri mi veriyor? Hayır! Bilakis insan, hem diğer canlıların rızkını gasp ediyor, hem de onları tüketerek hayatta kalıyor. Demek ki dünyanın 7 veya daha fazla insanı besleyememesi sadece şeytanî bir iddiadan ibaret. Buna inanmakta saflıktan başka bir şey değil.

    Kaldı ki insan sömürme konusunda pek mahir olan batılının, insanların açlığını dert ediniyor olabileceğini düşünmek de neyin nesi? insanlığın iyiliği için kıllarını bile kıpırdatmayan bu türlerin, bütün dünyanın dahası gelecek nesillerin açlığını dert edinmesi nasıl mümkün olabilir? Elbette dertleri bu olamaz, değil de zaten. Asıl amaç, hocaları iblisin mücadelesine destek olmak, yani yaratılışı değiştirerek ekini ve nesil özelinde her şeyi mahvetmek. Bu sayede kan, gözyaşı ve sömürü üzerine kurulu düzenin devamı için kendilerince riskli gördükleri insanları yok etmek istiyorlar. Bunu başara bilmenin yolunun öncelikle insanlığın ortak mülkü olan tohum yapısını değiştirip, mülkiyetlerine geçirmek. Genetik bilimi veya biyoteknoloji sayesinde tohuma ekledikleri veya azalttıkları yeni özellikler sayesinde diğer tohumları da değiştirerek, tüm insanlığı kendilerine bağımlı kılmak. Bugüne kadar denedikleri hiçbir metot bekledikleri kesin neticeyi vermedi. Aksi durum Allah (c.c.)’ün vadine aykırı olur ki, Allah buna müsaade etmezdi, etmedi de. Ancak bu onların başarısız oldukları anlamına gelmiyor.

    Allah (c.c.) bu dünyada kim gayret ve eden mücadele ederse, bu cehdinin karşılığını vereceğini vaat eder. iblis, Allah’a bir vaatte bulundu ve onu gerçekleştirmek için durmaksızın gayret ediyor. Biz insanlarda bir söz verdik ama çoğunlukla bizler sözümüzde durmuyoruz. Onlar çalışıyor ve neticesini bir şekilde elde ediyorlar. Tıpkı tohumları kısırlaştırdığı gibi yaratılışı değiştirip, bizleri kısırlaştırıyor. Bugün ülkemizde yeni evli her üç ciften biri kısır ne yazık ki! Her köşe başında tüp bebek merkezleri kurulmuş durumda. Yakın gelecekte (ki bu çok değil 25-30 yıl) her üç kişiden ikisi kısır olacak. AB verilerine göre yarım asır içinde her yüz kişiden sadece beşi normal yollarla çocuk sahibi olabilecek.

    Allah-ü Teâlâ bizden sadece “helâl” olanları değil, helallerin içindeki ”tayyib” olanları tüketmemizi emreder. Başka bir ifadeyle helâlliğin diğer bir koşulu da tayyib[4] olmasıdır. Oysa bizler, çağdaşımız batılı toplumlar gibi yaşamaya başladığımızdan bu yana, onlar gibi yiyip içiyor, onlar gibi hastalanıyor ve onlar gibi ölüyoruz. Hz peygamber (s.a.v.) ve Ashab-ı Kiramın örnekliği sadece sözlerimizi süsleyen dilek ve temenniden ibaret. Bizi batılılardan ayıran çok şey kalmamış gibi gözüküyor. Maazallah aramızdaki fark hızla kapanıyor.

    Onlar yatılışı değiştiriyor, biz ya sessiz kalarak ya da onları tüketerek destek oluyoruz. Onlar hibrit ve GDO gibi adlarla tohumumuzun yapısını değiştirip mülkiyetlerine geçiriyor, biz bunları tüketerek kısırlaşmaya razı oluyoruz. Onlar yapıyor, biz seyrediyoruz. Hatta onar emrediyor biz hipnoz olmuş kimseler gibi emirlerini yerine getiriyoruz. Bu sayede hikmetten ve gerçekten hızla uzaklaştık ne yazık ki! GDO’yu’da hibriti de bize dokunmayan yılan misali kabulleniyoruz. Dahası hibrit yapmak mahir şeymiş gibi topluma yasalarla dayatıyoruz.

    Hibrit, hangi teknikle yapılırsa yapılsın tabiattaki halinden çok farklı olarak canlıların geninin azaltılması işlemidir. Verimlilik masalıyla bir yandan mülkiyet hırsızlığı, diğer yandan da besin hırsızlığı yapılıyor. Genel bir yanlış kanaat ise, genetik yapısı yani fıtratı değiştirilenlerin sadece tohumlar zannedilmesidir. Oysa bu teknikler hem bitkiler, hem hayvanlar hem bakteriler, hem virüsler hem de insanlar için uygulanmakta. Bu sadece iblisi eylemin sahiplerinin “Tanrıdan önce kıyamet” ifadelerinde olduğu gibi, insanın kendi kıyametini hazırlaması! Bu kıyamete, şeytanî eylemlerin arka planını bilmeden ulu orta fetva verenler ile sesiz kalan bizler de suç ortakları olarak haşr edilebiliriz. Tevbe ve önlem almazsak gidişatımız bundan beri değil.

    Allah (c.c.) -hâşâ- hiçbir canlıya zulmetmediğine göre, içine düştüğümüz acıklı girdap ve “başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir.”[5] Kimse kendinden başkasını suçlamaya kalmasın!

    --------
    0 ...
  12. 40.
  13. 39.
  14. Ofkeli kocaların eşlerine kocakarı ilacı önerilirmiş, kocalarının yemeğine dilimlenmiş eşek dili karıştırılırsa, eşek dilini yiyen koca eşek gibi uysal olacağına inanılırmış mesela * Denenmiş midir, ya da nasıl bir sonuca ulaşılmıştır biz bilemeyiz tabii... ancak ortada olup bitene bakınca insanlara karışık moleküllü besinler yedirildiğinden şüphemiz yok tabii ki... mesela Koyun beyni molekülleri katılmış yiyecekler... Yiyenlere koyunların uysallığını vermeyi amaçlamış; ya da Kuş beyni özellikleri katılmış yiyecekler. şöyle Kolayca yemlenen, önüne geleni gagalayan insanlar yaratmak adına, Bukalemun pigmenti katılmış içecekler ya da... bu Rengarenk içecekleri içerken değişip duran insanlar olabilir örneğin... Genetiği Değistirilmiş Organizmalar Sadece domatesler; mısır şekeri değildir efendim, Sadece yediklerimiz içtiklerimiz de değil...
    Biz koyun beynini yalayıp yutmuşuz.
    Kuzukulağı (kuzu kuzu oturuyoruz işte, Sarısabır otu (çok sabırlıyız mesela)
    Genetiği Bozulmus Yaşam bize mükemmel bir şekilde sunuluyor.
    0 ...
  15. 38.
  16. 37.
  17. bazen sözlükte de görülebilen türlerdir.

    (bkz: mutant)
    0 ...
  18. 36.
  19. açlık kıtlık ve salgın hastalıktan ölümlerin en düşük olduğu doğrudur belki çünki artık insanlar kanserden ölüyor. duyduğum ölümlerden %90'ı kanserden. fareler üstünde yapılan deneylerde, bu gdolu gıda ile beslene farelerde düşük doğum kilosu, doğum anomalileri ve 3. kuşaktan itibarende kısırlık görülmüş. insanlar üstünde ne gibi etkileri olacak bekleyip göreceğiz.
    0 ...
  20. 35.
  21. güvenle tükettiğim gıda maddelerindeki ürünlerdir. şu an açlık, kıtlık ve salgın hastalıklardan ölümler tarihin en düşük; ortalama insanın beklenen yaşam süresi ve hayat standardı dünyanın hemen hemen her yerinde tarihin en yüksek seviyelerinde. açlıktan, vebadan, gripten, türlü dertten milyonlarca insanın patır patır ölebildiği, yaşam beklentisinin kirk sene bile olmadığı zamanlar topu topu birkaç nesilden daha geride değil. insanlık nereden nereye geldi? nasıl geldi? bizi bugünlere getiren bilimsel gelişmeler bugünkünden farklı bir şekilde mi ortaya çıktı? bugün nedir bu güvensizlik? nedir bu paranoya? anlamak mümkün değil. insanların kafaya takacak ciddi sorunları azaldıkça, yok gdo, yok domuz gribi aşısı, yok bilmemne, incir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri büyütmeye başlıyorlar herhalde. artık şımarıklık mı diyeyim, kollektif bir ruhsal rahatsızlık mı diyeyim, ne diyeyim bilemedim buna.
    0 ...
  22. 34.
  23. ebru şallı..kendisini görmüstüm calıstıgım yerde de.sanki bilim adamları onla oynadı..o nasıl bi tip arkadas.
    3 ...
  24. 33.
  25. yılmaz özdilin yazısında belirttiği ve türk halkının bilinçlenmesi için yazdığı güzel bir yazı içinde öğrendiğim, çeşitli yiyeceklerin genetiği ile oynayarak yeni ürünler ortaya çıkarmakla ilgili olan ve insanın sinir sistemi başta olmak üzere bir çok sisteme zarar veren organizmaladır.

    türk halkının zihnini, türban, ergenokon, pkk, demokratik açılım ile bozamayacaklarını anlayan kişiciklerin, yeni ürettiği, hiç gereği olmayan bir yasa ile türkiyemize girecek olan bu yeni organizmaları, yılmaz özdil üstad da olmasa haberimizin olmayacaktı herhalde, kimbilir bu türlü ne kadar yasa çıkıyor da haberimiz yok düşüncesine kapıldığım olay.

    savunma ve silah sanayi, doğal gaz, petrol gibi şeylerde dışa bağımlı olduğumuz yetmiyormuş gibi, bu yeni organizmalar da bizi dışa bağımlı yapacak, hadi hayırlısı.

    sayın akpli millet vekilleri ve sayın, yüce, padişah başbakanımızın,
    durmak yok ülkeyi satmaya, bozmaya, bu ülke insanının zihinini bulandırmaya devam politakasının işleri.

    ama manifestoya devam!

    (bkz: akp hükümeti devrildiğinde kızılayda bira zirvesi)

    durmak yok, katılıma devam!
    2 ...
  26. 32.
  27. doğasına müdahale edilmiş organizmalardır. intikamları, zamana yayılsa da acı olacaktır.
    2 ...
  28. 31.
  29. 30.
  30. 29.
  31. abd' deki Bu şirketlerde dünyanın en cin uzmanları çalıştığı ve Bu uzmanların "cinliği" canlının hücre yapısıyla oynayarak "pireyi deve yapmak." mesela tavuk yumurtadan çıkar. inek doğum yaparak ürer. Onlar farelerin hücre yapısıyla oynuyor, fareden tavuk yapıyor. Kargaların hücre yapısıyla oynuyor, kargalar inek oluyor. insanlar tavuk yerine fare, inek eti yerine karga eti yiyor. bunları yapan şirketlere de yararı da sadece Para... Çünkü insanlar buna alışırsa, bundan sonra tavuk yumurtadan çıkmıyor. inekler doğum yapmıyor. Tabiatın doğal üretim sistemi çöküyor. Tavuk yetiştirecekler her seferinde o şirketin fareden üretilmiş civcivini, inek yetiştirecekler kargadan üretilmiş buzağıyı satın almak zorunda oluyor. Canlıların hücre yapısıyla oynanması ve doğal yapının değiştirilmesi sonunda elde edilen ürünlere genetiği değiştirilmiş organizmalar kısaca gdo deniliyor.
    3 ...
  32. 28.
  33. markete girilir ve alınmak istenilen ürünün reyonuna yönelinir. bir kutu konserve sardalya alınacaktır. son kullanma tarihi 30 yıl sonrayı göstermektedir.
    "obarey" "torunlarıma bırakırım ben bunu"
    ürün geliştirme çalışmalarının tek yönlü gelişimidir. gıdalardaki raf ömrünü arttırmaya çalışırken, birgün bir bakarsınız ki o gıdaları alacak insan kalmamış.
    tek yönlü gelişim dedik değil mi.
    çoğu hastalıkta antibiyotikler tedavi aşamasında çoklukla kullanılıyor. peki ya birgün işe yaramazlarsa.
    doğal kaynakları tükettik. şimdi de doğayı bozalım. genlerle oynayalım. daha çok satalım, daha az üretelim. maliyeti aza indirip karı çoğaltalım.
    bilim bilim diye tükeniyoruz.
    5 ...
  34. 27.
  35. genetik mühendisliğinin çeşitli alengirli teknikle yaptığı müdahalelerle değişikliğe uğratılmış organizmalardır.
    ilk olarak bakteri yaratmaya yaramıştır bu yol... faydaları vardır ama günümüzde faydasını aşmıştır zararları... amacının dışında kullanılmaya başlanmıştır yöntem. e bu organizmalar tedavi veya bilim adına olmayıp yediğimiz içtiğimiz her şeyde olunca biz de o organizmalar gibi eciş bücüş dolaşmaya başladık haliyle...
    3 ...
  36. 26.
  37. tarım bakanlığının ilgili yönetmelikleri gdo'ya karşı bizi koruyor olabilir mi?
    - gdo'lu ürünlerin mamalarda bulunması yasak mı diyor? peki mısırdan elde edilen glikoz şurubu nerelerde kullanılıyor? bal, pekmez, çay şekeri, yüzlerce binlerce gıda yapımında. mama isimlerine bakalım ballı- armutlu mama, pirinçli pekmezli mama. Demekki neymiş mamada gdo 'lu mısır kullanılmıyormuş buna sadece gülünür. peki diyelimki bir grup idealist çiftçi biz kendi tohumumuzu kullanıcaz dedi. Bu durumda sağında solundaki gdo lu ürün bulunan tarladan tozlaşma yoluyla etkilenmeyecek mi ürünü, toprağı, suyu.
    - organik tarım etiketli ürün alıyoruz marketten. Bakanlık bunun ne kadarını denetliyor, herhangi bir ürüne de pekala yapıştırılabilir o etiket, ancak bir şikayet olacakta geleceklerde ürünü tahlil edeceklerde....vs.vs.
    - şimdi gdo'lu ürünler %09 oranında bulunacakmış, kim sayacak, hangi birini sayacak, içeriklerde kullanılan işlenmiş maddelere de bakılacak mı?
    biyogüvenliğimiz, toprağımız, suyumuz herşey elimizin altından kayıp gidecek, kısırlık, böbrek yetmezliği gibi vakalar arttıkça artacak, farelerde yapılan uygulamalarda bile organ yetersizlikleri oluşuyor, kimse çıkıp durun demeyecek mi bu önü alınmaz haksızlığa?
    2 ...
  38. 25.
  39. 24.
  40. insan sağlığına son derece zararlı, yetiştiği toprakta bir dahaki yıl mahsül vermeyenen, pazarlamanın insan üzerindeki son rezilliğidir. lütfen kimse tüketmesin ve karşı çıksın.
    3 ...
  41. 23.
  42. -ebruuu.
    -efendim canıım.
    -benim kulağımın arkasında çıkan şeyi gördün mü.
    -aaa hemde kız annemin pazardan aldığı salatalıkta da böyle bi çıkıntı vardı.
    -Yapma yaa bende diyet yapcam diye hıyar rejimine başlamıştım tamda.
    Her evde bir kaç sene içinde duyulabilecek bu tür diyaloglar olursa sebebinin ne olduğu konusunda fazla araştırma yapmaya kalkmayacağımız varlıklar.
    2 ...
  43. 22.
  44. insanlığın amına koyan organizmalar.
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük