bugün

Canım işe gitmek istemiyor.
Kitaplar beni hiç ilgilendirmiyor, canım hiç okumak istemiyor, ama birisi bana okusa, dinlerdim.
Her şeyi konuşarak yapmak istiyorum. Konuşarak yazı yazmak, konuşanları dinlemek.
Şu sıralar en çok sesleri seviyorum. En çok seslere ihtiyacım var.
Müzik veya insan sesleri.
(bkz: tezer özlü)

aslında şiir değil tezer özlü'nün ferit edgü ile mektuplaşmalarından bir alıntı ama çok güzel oldu bu başlığa*
geldi dostlar,
güneşim, ayım geldi.
o gümüş bedenlim, altun tenlim,
gözüm, kulağım, canım geldi.

başım sarhoş, içim bir hoş bugün...
sabahlara dek öldüğüm, bir demet gül gibi
yoluna döküldüğüm,
naz ve eda ile salına salına geldi.

bak allah aşkına,
bak şu baharın şevkine
ey güneş, dökül-saçıl seraba
sevgilim gibi cömert,
bir tohum gibi fışkıracak
bedenimdeki kuvvet,
kükremenin tam çağı
arslanım geldi.

dert dindi, acılar unutuldu birer birer.
şu er, şu güle benzeyen, ne bileyim
şekere, bala benzeyen
cananım geldi.

ey temrizli şems,
ey gözümdeki nur,
beni benden aldılar bugün,
kurulsun dernek düğün,
altun tenlim,
gümüş bedenlim,
dilim, dilberim geldi.
Aşk kalbimi yakan bir volkan gibidir, en sevdiğim tatlı kazan dibidir
ENDÜLÜS'TE RAKS

Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı...

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir.
ispanya neş'esiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpaze çevrilir gibi birden dönüşleri,
işveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri...

Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır;
ispanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.

Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü,
Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü...

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir
ispanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli...
Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kerre öpmeli...

Gözler kamaştıran şala, meftun eden güle,
Her kalbi dolduran zile, her sineden: "Ole!"
Yahya Kemal
Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer
içimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
insan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı ıssızlıktır
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -
Cigara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenleri
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da şimdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.

Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince istanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cigaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
işçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
işte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
Bütün kapılar kapandı, dışardayım
Birden karşıma çıkmayın korkuyorum
Uykusuzum fena halde, sokaktayım
Karanlık bastırdı mı bozuluyorum

Fena bir yerimden koptuğum doğru
Kendimden çok fazla yaşamaktayım
Nereye bağlanacak bu işin sonu
Aslında ben kimim meraktayım

Bütün kapılar kapandı, sokaktayım…
Kadınlar, anlaşılmaz canlılar.
Gülerken gözlerinin içi,
Hüngür hüngür ağlarlar.
içlerinden zil takıp,
Göbekler atarken,
Ağlayarak karalar bağlarlar.
Dünyayı versen beğenmez,
Mercimek kadar taşa taparlar.
Gel deyince gelmezler ama,
Burnundan getirmeden gitmezler asla.
sizi bilmem ama benim için,
Çok farklı içlerinden bir tanesi.
O bir tanesi var ya bir tanesi.
O bir tanesi,
benim gözümün nuru.
işte o bir tanesi,
Yediğim ekmek, içtiğim su.
. . ismail oral . . .
Ne çıkar yanımda olmasan!
Kalbim senden ibaret değil mi?
Uzaktan sevmek zor demişsin
Etme sevdam
Görmeden sevmek ibadet değil mi?
Bu gün de artık dün oldu ne yapalım.
Anlamadan bitti bile, yarınlara bakalım.
Çok uzak gibi duruyor belki bize yarın.
Şunu anla artık, öbür günden daha yakın.
Dik bir merdiven, çıkıyoruz farketmeden.
Kırılmış basamakların yarısı daha şimdiden,
Kovalarken amansızca yarınlar yarınları,
Her dün ile bu gün, bu gün ile yarın arası,
ömür takviminden bir sayfanın daha kopması.
Engel değil ne gecenin ayazı ne de kışın karı,
Durduramadı ne yazık ki hiç bir şey onları.
Sırayla dizilmiş önümüze haftanın çocukları.
Salı, çarşamba, cuma isimleriyle yaşıyorlar.
Sektirmeden sırayla gelip, gelip gidiyorlar.
Hafta hesabını verirken kocası aya,
Yırtıldı senin takviminden bir kaç sayfa daha.
Bil ki gün gelecek, takvim bir gün bitecek.
Elbette ki senin de defterin dürülecek.
Günlerce gün, yaşadığın bu gün,
Senin için olacak devamlı dün.
Sonra aniden bir bakacaksın ki bir gün,
Senin için olmayacak artık bu gün dün.
Yarına dönemeyecek, ne yapsan da bu gün.
. . ismail oral . . .
ve bir haber, yoldaki

bir gün
geleceğim ve bir haber getireceğim

damarlara ışık saçacağım
ve sesleneceğim içerden:
ey sepetleri uykuyla dolu olanlar!
elma getirdim, elma
…kızıl güneş.

geleceğim.
dilenciye bir yasemin vereceğim,
cüzzamlı güzel kadına da
yeni bir küpe…
köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe!

çerçi olup dolaşacağım sokakları
ve sesleneceğim:
çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci!
yoldan geçen diyecek:
sahiden de karanlıktır gece.
ve samanyolunu vereceğim ona.
köprüdeki kötürüm kızın
büyük ayıyı asacağım boynuna.
bütün küfürleri süpüreceğim dudaklardan.
bütün duvarları yıkacağım yere.
haramilere diyeceğim ki:
gülümseyiş yüklü bir kervan geldi!
bulutu parçalayacağım.
gözleri güneşe bağlayacağım
gönülleri aşka
gölgeleri suya
dalları rüzgara
sonra bütün bunları birbirine
ve çocuğun uykusunu da
cırcırböceklerinin mırıltılarına bağlayacağım.
uçurtmaları uçuracağım gökyüzünde,
saksılara su vereceğim.

geleceğim.
atların, sığırların önüne
okşayışın yeşil otunu serpeceğim.
susuz kısrağa çiy kovasını sunacağım.
yoldaki yaşlı eşeğin sineklerini kovacağım.

geleceğim.
ve her duvarın başına bir karanfil dikeceğim.
her pencerenin altında bir şiir okuyacağım.
her kargaya bir çam vereceğim.
yılana diyeceğim ki: kurbağa nasıl da fiyakalı ama!
barıştıracağım.
tanıştıracağım.
yol alacağım.
ışık içeceğim.
seveceğim.

Sohrab Sepehri
Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum

Asaf gibisi gelmez.
Baharı yaz uğruna tükettik
aşkı naz uğruna
ve papatyaları seviyor sevmiyor uğruna
derken ömrü tükettik
bir hiç uğruna

(bkz: Sezai Karakoç)
görsel
Bekliyorum öyle bir zamanda gel ki;
Vazgeçmek mümkün olmasın senden.
Orhan Veli kanık.
serzenişin ilk notası.
ihtiraslı, kaygan zeminli..
düştükçe, aşk'ın zil çalan etekleri.
nefesinde bir yaşamın son bebeği.
hayatın, en renklisi.
öpsem seni ılık dudaklarından,
doyasıya hissetsem gri mevsimi.
acı ver bana durmadan.
ilkbahar bana göre değil sevgili..
ellerinde bir mavinin fısıltısı,
uzun saçlarının arasından kaçan maltem.
ve sen ;
gözlerimi kapattığımda intihar huzuru,
sana gelecekmiş gibi.
tazem, bu ruhun bedeninden,
korkuyorum benden.
kokunu hissetmek,
tanrı'yı benimsemek, seni sevmek.
bir yabancı edası, avuçlarında olsam.
göz bebeklerinde yaşam,
benim olduğunda, herşeyi unutsam.
sevdiğin şarkıların nakaratı olup,
kucağımda son bulsan.
sürekli tekrar ettiğim bir nakaratın,
en sarhoş halini öpsen dursan..
*
Öyle bir hayat yaşadım ki
Cenneti de gördüm cehennemi de
Öyle bir aşk yaşadım ki
Tutkuyu da gördüm pes etmeyi de
Bazıları seyrederken hayatı en önden
Kendime bir sahne buldum oynadım
Öyle bir rol vermişler ki
Okudum okudum anlamadım
Kendi kendime konuştum bazen evimde
Hem kızdım hem güldüm halime
Sonra dedim ki "söz ver kendine"
Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin
Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin
Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin
Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım
Öyle çok değerliymiş ki zaman
Hep acele etmem bundan, Anladım...

Nietzsche - Salomeye
bi tutamı

God topples from the sky, hell's fires fade: 
Exit seraphim and Satan's men: 
I shut my eyes and all the world drops dead. 

sylvia plath kadını yine.
Cahit Sıtkı Tarancı'dan (bkz: memleket isterim)
Ben ne anlatayım ki sana.
Ne anlatsam da sen anlamazsın.
Bir zamanlar bir karaoğlan vardı.
Hani yağız bir delikanlı, hatırlarsın.
Muharrem daha işin çok başında,
Az bekle, zamanı gelince anlarsın.
. . ismail oral . . .
insanlar

hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır

o ferah ve delişmen birçok alınlarda

betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır

çelik teller ve baruttan çatılınca iskeletim

şakaklarıma dayanınca güneş

can çekişen bir sansar edasıyla

uğultudan farkedilmez olunca konuştuğum

kadınların sahiden doğurduğuna

toprağın da sürüldüğüne inanmıyorum

ismet özel/içimden şu zalim şüpheyi kaldır.

Açıklama; “insanlar

hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır”

Herkes bir güruha toplanmış karşı tarafı topa tutuyor. Bu sizlere açık bir empati çağrısıdır. Hepimizin derdi vatan. Bu açıklamamda bu kendi görüşünden başka görüş tanımayan kişileri eleştirecem. Şimdi gelin sizlerle bir hayal kuralım. Bir odanın içerisinde sizde dahil yaklaşık yüz kişi var. Ve bulunduğunuz odada zehirli bir gaz tüm herkesi uyutmakta. Eğer birisi çıkıp uyandırmazsa uyanmanız imkansıZ. Fakat siz bir şekilde uyanmayı (aydın olmayı) başardınız. Etrafınıza bakıyorsunuz hala yüzlerce kişi gazın etkisiyle uyumakta. Şimdi size düşen görev nedir bir düşünün. Elbette uyandırmak olacak değil mi? Diğer uyuyan Kişiler hakkında
-yahu bunlar salak (gerici/yobaz). Şu hale bak hala uyuyorlar.
Deme hakkınız var mı? Elbette yok.
E güzel kardeşim o halde madem uyandın (aydın bir insan) oldun Neden millete bok atıyorsun uyandırmak yerine. Maden aydınsın uyandırsana diğerlerinide. Umarım anlatabilmişimdir. Hadi selametle.
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
Sen olmazdın Tanrı’nın adaleti şaşmasa
Seni tarif mümkündü lisanları aşmasa
Nice güzeller yaratırdı sıradan
Seni yaratıyorken bu kadar uğraşmasa.
Kadınlar.
Ne şahane yaratıklar.
Kristal bir şişede,
Vitrinin en güzel yerinde,
Renksiz, kokusuz, cezbedici,
Eşsiz birer hazineler.
Açmadan anlayamazsın şişeyi.
içinde ki çok mu zehirli.
Yoksa abu hayat şerbeti mi.
Dünya da ki en etkili zehir,
Tıpkı Kadınlar gibi,
Yavaş yavaş öldürendir.
Hemen hepsi de,
Sülün gibi süzülerek,
Girerken gönlüne,
Çok benzerler kediye.
Okşadıkça severler seni.
Memnuniyetleri ise,
Elini çekene kadardır.
Gerisi külliyen yalandır.
Ha unutmadan bir de,
Kararınca hava, ışıklar sönünce,
Yorganın altında işveli, cilveli,
Soğuk kış geceleri.
. . ismail oral . . .
... ve suzanne sana bakacağın yeri gösterir, çöpler ve çiçekler arasında
yosunlar içinde kahramanlar, sabah vakti çocuklar vardır
aşkı tutmaya uzanırlar hepsi, ve böyle uzanacaklardır daha
suzanne aynasını tuttukça
onunla yola çıkmak istersin işte o zaman, gözünü bile kırpmadan
ve bilirsin ki güvenebilirsin ona
çünkü zihniyle dokunmuştur senin kusursuz vücuduna.

Bir şiir değil belki ama bilenler bilir.
Bu da burada kalsın.
Dünyanın En Tuhaf Mahluku

Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
- demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın çoğu senin, canım kardeşim!

Nazım hikmet