bugün

Canım,

Birini pencere kenarına çiçek koyacak kadar sevmek lazım.

His boşluğu ve iç burkulması diye bir şey varmış.

Çok sevince anladım.

Hayat,o evde yerin yok diyor. Yerini bil.

Evdeki ve sokaktaki tüm savaşları kaybettiğim yerdeyim.

Hâlâ güzel olduğunu bilmeden,güzel duranı seviyorum.

Ellerini takip ediyorum,

Hâlâ.

Elin ısısıyla kalbin ısısı birbirine ne yakınmış.

Kalp sıkışıyor,el buz.

Yüzümü yağmura uzatsam geçecek diyorum.

Geçmiyor.

Ev buz.

Anlamaktan yoruldum.

Sarılmaktan.

Sen, o evde sarılmaktan korkanların en uzağında dur olur mu?

Öyle birine aşık ol ki, her şeyi unut. Dans etmeyi hatırla.

Birini pencere kenarına çiçek koyacak kadar sev.

Çok sev. Çok küs. Çok barış.

Ellerini takip et sonra.

Ellerimde ne gördüğümü bulursan sonunda, gülümse.

Güzel gülene aşık ol.

Aşık olursan bir gün benim kadar.

Yüzünü yağmura uzat...

Geçti, geçti desin biri.

Hiç geçmesin...

Artık senin de bir şiirin var.

Geçti... Geçti...
görsel
Özdemir Asaf
Cellat uyandı yatağında bir gece
"Tanrım" dedi bu ne zor bilmece;
"Öldürdükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe."

Ataol behramoğlu
gel baharım ol
güneşim denizim nehirim ol
yüreğime ak usulca
sebepsiz sevincim ol
ısıt içimi
gülüşlerim ol.
Perde bürür dört yanı
Duyulmaz adım sanım
Gece gökte bir anı
Yaşadığımı sandım

Zihnim hep paramparça
Üzüntüm geçen yaşa
Atan kalbimden başka
Yaşadığımı sandım

insan över, yerinir
Zalim zihin esirdir
Zorlu bir yay gerilir
Ağulu kalp dirilir

Kürt ürür hiç durmadan
Baştaki, suç senindir
Mazlum inler yasından
Baştaki suç senindir

Mehtap görünmez göze
Dert anlatılmaz öküze
Gençlik ölür giderde
Yaşanan cefa kalır

Gecenin sessizliği
Maymun ettik kendimizi
Saçmasaydık sevgimizi
inleyip durmazdık hiç

Ey ..,.. artık bitsin
Hali kimse bilmesin
Ölüm çağı gelince
Adam gibi gidesin.
https://www.youtube.com/w...ture=youtu.be&t=1m23s
Adı bende gizli bir kadındı istanbul..

https://youtu.be/UDRYp6Z9-cY
''çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları''

behçet necatigil.
"ve bitti...

sonra yalnız bir opera başladı

ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
biraz daha fazla sevdiğim,
biraz daha önem verdiğim.

başlangıçta dogruydu belki.
sıradan bir serüven,
rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
gün günden hayatıma yayılan,
varlığımı ele geçiren,
büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin

yaz başıydı gittiğinde,
ardından,
senin için üç lirik parça yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdı.
yoktun.
kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında
bir mevsim
bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.

sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki küskün kedere,
gür kirpiklerinin altından kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sozcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yaz başıydı gittiğinde.
sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti mayıs.
seni bir şiire düşündükçe
kanat gibi, tüy gibi,
dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
belki de ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.

yaz başıydı gittiğinde.
bir aşkın ilk günleriydi daha.
aşk mıydı, değil miydi?
bunu o günler kim bilebilirdi?
"eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen"
notunu buldum kapımda.
altına saat:16.00 diye yazmıştın,
ve 16.04'tü onu bulduğumda.

daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını...

gittin.
koca bir yaz girdi aramıza.
yaz ve getirdikleri...
döndüğünde eksik,
noksan bir şeyler başlamıştı.
sanki yaz, birbirimizi
görmediğimiz o üç ay,
alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan,
olmamıştı, eksik kalmıştı.

kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
adımlarımız tutuk,
yüreğimiz çekingen,
körler gibi tutunuyor,
dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.

fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. zamanlab gözlerimiz açıldı,
dilimiz çözüldü
güvenle ilerledik birbirimize.
gittin.
şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
biliyorum
ne sen dönebilirsin artık,
ne de ben kapıyı açabilirim sana.

şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra
batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
umut
ve korkunun
hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
bir şey bulduğunda neyi,
ne yapacağını bilmeyen
çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz"...

Diye devam eden (bkz: Murathan Mungan) şiiridir. En sevdiğim dizeleri bunlardır. Bu uzun şiirde kendinden bir parça bulmamak elde değil.
(bkz: yalnız bir opera)
(bkz: yaz geçer)
“Söylenir ve yarım kalır
bütün aşklar yeryüzünde.
bir kaktüs,
bol sudan nasıl çürürse öyle…”
Yalnız kaldınız sanırsınız,
Biliyorum.
Yalnız bırakılmışsınız,
Biliyorum.
Ötesi yok.

ÖZDEMiR ASAF
eğer senin için gündüzler de gece olmuşsa oku yoksa sikmişim şiirini.

gidersin bir gün
ya güle oynaya, ya küfrede küfrede

ama illa gidersin
her yazın ardından gelen,
güz gibi gidersin

zaten ya gelmemişsindir hiç
yada zaten gideceksin!
ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz
bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
kadının üstün olduğu ama mutlu olamadığı
günlere geldim bunu bana öğretmediniz
hükümdarların hükümdarlığı için halka yalvardığı
ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
bunu bana söylemediniz 
insanlar havada uçtu ama yerde öldüler
bunu bana öğretmediniz
kardeşim ibrahim bana mermer putları
nasıl devireceğimi öğretmişti 
ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
ama siz kâğıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini nasıl sileceğimi öğretmediniz

ey ulular sizin bana öğretmediğinizi 
ben zamandan öğrendim
kuruyan hurma dalından öğrendim
damıtılmış petrolden öğrendim
yavrusunu arayan bir deveden öğrendim
hapsedilmiş yarı yanık
sancaklardan öğrendim
yıkılmış taş kemerlerden öğrendim
harap handan köprülerden öğrendim

ey ulular sizin bana öğretmediğinizi
ben yarılmış aydedeye öğrettim
delikanlı ateşlere öğrettim
en umutsuz bekarlara öğrettim
kundaktaki çocuklara öğrettim
öğrettim fundalara keçilere keçiyollarına
Büsbütün unuttum seni eminim
Mɑziye kɑrıştı şimdi yeminim
Kɑlbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin
Nɑzım Hikmet RAN.
On dört yaşındaydı ruhum bayım
Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı.
Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz
Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri
Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar
O ara içimde çiçeklerden oluşmuş
bir silahsız kuvvet ablukaya alındı
Sinemalarda da "organzm gıcırtıları" oynuyordu.
Kaçmaya çalıştım. Olmadı.
Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı
Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.
uyandım, hüzündü... saçlarımı taradım, yoktun...
gitsindi diyemedim. hüzündü, geceye takılmıştı
biriktim dipsiz kuyulara ağladım.

gitme, ateşime su ver. yitirilecek bir an bile
yok... aşılacak tepe, yürünecek çöl... sararmış
bir yaprak yalnızlığı var içimde. çaresizim,
sarsılıp köpürmesi de ne bu göğün, saldırması
camlara. korkuyorum. yaşam zaten yanlış. ıslak
ve yakıcı. üstelik dünyanın lavları da kirli
akıyor damlarıma. yüzümde tutuklanmış bir
gün. yüzüm karanlık, paramparça

beni duy, anla, neden bu diş ağrısı sonsuz
öfke... kimseler bilsin istemiyorum. gizlediğim
mevsimi. kanayan sesimi uçurumda. gözlerimde
uçsuz bucaksız ırmaklar yıkanıyor. bu, son
fırtına mı bilmiyorum. hangi dağ başı. geçit
yok. ellerim seni arıyor. ellerin bitimsiz.
ayrılığın vedası mı onlar? direniyorum.
yaklaştıkça ırmağına kendime çıkıyor gittiğim
yollar.

gitme. bana bir şey söyle
kimsenin bilmediği bir söz, bir giz...

gitme.
gitmek, biraz da kendini tüketmektir.
yenilmektir, boşluğu görmeden korkuya.
betül tarıman
ikimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
inecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım.
her evde kutsal kitaplar asılıydı
okuyan kimseyi göremedim
okusa da anlayanı görmedim
kanunlarını kağıtlara yazmışlar
benim anılarım gibi
taşa kayaya su çizgisine
gök kıyısına çiçek duvarına değil
kedi yavrularından başka
-o da gözleri açılmamış olanlardan başka-
el uzatmaya değer
soluk alır bir nesne bulamadım
bir gün daha öldü
ey batıdaki mağaralar
beni afyonunuz bağlasaydı da
uyusaydım
bu katı bu sert kente gelmeseydim
bir kaç eski ölünün kemiğini fosforladım
ışıklarını arttırdım bin yıl sonraki çocuklar için
yaşlı bir adamın şapkasını düşürdüm
karpuz kopardım
dağdan taş yuvarladım
ırmakta yıkandım
ölümsüz çamaşırlar giyindim
çivi yazısıyla yazılmış bir taşa oturdum
yanımdan tak kuran işçiler ve turistler geçti
çok eski bir şairin(ben miyim yoksa)
taktım aklıma şöyle bir dörtlüğünü:
“giydiklerin öyle ölümsüz büzülmüş ki
seni bir bardakta kaynayan
abıhayat sandım
elim uzandığı yerde kaldı”
Ay yine yükseldi gecede
Ve bir gün daha geçti sessiz, habersiz
Nasıl geçti günün mesele?
Ya da sürdün mü güneş kremini evden çıkmadan,
Çünkü biliyorsun, hassas yüzün biraz
Aslında merak etmiyorum ne yaptığını falan
En azından kendimi inandırmaya çalışıyorum
Sadece tek bir soru kalıyor geriye
iyi misin?
Bunu bilemek istiyorum.
sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.
Şimdi saat sensizin ertesi
Yıldız dolmuş gökyüzü ayaydın
Avutulmuş çocuklar çoktan sustu
Bir ben kaldım bir ben kaldım
Tenhasında gecenin avutulmamış ben
Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettin ki bu yaşlar
Utangaç boynunun kolyesi olsunBuda benim sana buda benim sana ayrılırken hediyem olsunSoytarılık etmeden güldürebilmek seni
Ekmek çalmadan
Doyurabilmek ve haksızlık etmeden doğan güneşe bütün
Aydınlıları içine süzebilmek gibi mülteci isteklerim oldu
Arasıra biliyorsun
Şimdi iyi niyetlerimi bir bir
Yargılayıp asıyorum
Bu son olsun bu son olsunŞimdi saat yokluğun belası
Sensiz gelen sabaha günaydın
işi gücü olanlar çoktan gittiler
Bir ben kaldım bir ben kaldım
Voltasında gecenin hiç uyumamış ben
Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettin ki bu yaşlar
Utangaç boynunun kolyesi olsun
Buda benim sana buda benim sana ayrılırken hediyem olsunKafamı duvara vurmadan tanıyabilmek seni
Beyninin içindekileri anlayabilmek ve yitirmeden yüzündeki
anlık
Tebessümü
Bütün saatleri öylece dondurabilmek için
Çıldırasıya parladım kendimi lanet olsun
Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde
Olsun güzelim olsun ne olacaksa olsun

Yusuf Hayaloğlu.
Gözlerin bu gece çok uzaklardan geçen bir gemi.
Kim söyleyecek türküsünü bundan böyle,
Ötükenli atların, Deli-Günlü Noyanların?
Buz tutmuşken kavga zincirli bileklerde,
Kim paylayacak acısını dolunayın,
Bu Uygur yağısı göklerde...

Uyvar kalesinin eski yoldaşı
O batılı akşama yenildiniz...
Ne kırıldınız ne büküldünüz,
Bir Yeniçeri palası gibi,
Öç gününe çekildiniz....

Bırakın dört yönden şaha kalksın yalnızlık.
Yeter ki siz unutmayın
Gümüş kabzalara sinmiş çağları
Ve emin siperlerin arkasında
Hırsla soluyan tuğları...

Şimdi güvercinler geçer üstünüzden,
Selâmsız, kavgasız, töresiz...
Acı rüzgârlarda saçlarınız savrulsun.
Işık düşünceli çocuklar, canım çocuklar!
Yenilginiz kutlu olsun!

Dilaver Cebeci'nin en sevdiğim şiiridir. Ruhu şad olsun.
Gidilmemesi gereken bir içkievi
(Dişçiler, sakatlar, kalbi çürükler gitsin)

Gidilmemesi gereken bir ev Dikmen’de
(Üç kaatçılar, yalacılar, pijamalılar gitsin)

Gidilmemesi gereken bir ev Y. Mahalle’de
(Dönekler, uğrular, şerbetçiler gitsin)

Yolcu bir bardak çay için benimçin
(Aşıklar, şairler, işsizler içsin)

Yaprak, mevsimin içi ve Çin-i Maçin
(Devrimciler, namus erbabı, doğrucular içsin)

Yolcu o şarkıyı bir kez daha dinle benimçin
(Çıplaklar, mert kişiler, kuzular içsin)

Bin dokuz yüz o yıllarda içtiğim sigara
(Bin yıl koynumda beslediğim yılan içsin)

Tam bir yıl can alacağım var birinden
(Bir yılımı da işte falan filan içsin)

Her şeyi öğrenir kişi ve bağışlar sonunda
(Bir anamın sütü kaldı onu da bulan içsin)

Sen son kokladığım gül: adın zambak
(Sen başladın artık, her şey geçsin gitsin)

Sen incelikler antolojisi, uyut beni
(Sesin bir cibinlik gibi soluğumu kessin)

Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin
Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin.

Cemal SÜREYA
Öğle Üstü

Babası ip yerine yılana çekilmiş
Bir çocuğun çifte korkusu öyledir
Boynundan yavaşça çözülerek
Atkısı bir tambur sesine uzanır

Gökte bir süre kayar gözleri
Öpüşü hançerlenmiş bir kadının
Tutunacak yer bulamayınca
Gider bir ırmakta karar kılar

Ve kururken gözyaşları
Gürültüsüz bir platini
Usul usul indirir
Celladının damarlarına

Ey sevgili yalnızlık
Senin günübirlik sokaklarında
Dopdolu bir öğle
Bir kuş serpintisini, ölümün
Canevine sürgün götürüyor

Bir şehir söyle bana bir şey anlatmasın
Kuzeye çıkmanın coşkusundan başka

Cemal SÜREYA