"bu ülkede çocuklara yer yok. başka ülkelerde varmış, her tarafı yeşil ülkelerde. biz, büyük bir sabırsızlıkla çocukların büyümelerini bekliyoruz. onların kafalarına vuruyoruz, adam olmaları için. seniyezitseni olarak görüyor onları. kafalarını tıraş ediyoruz çabuk büyüsünler diye. benim içimdeki çocuk büyümedi. (yimiüçnisanda onu bir saatlik başbakan yapsalardı belki büyürdü. hayır, büyümezdi.) yıllardır taşıyorum içimdeki çocuğu; yaşamadığı için büyümedi hiç, amcası."
felsefe, benim sözcükten anladığım şekliyle, teoloji ile bilim arasında bir şeydir. teoloji gibi, hangi kesin bilginin şimdiye kadar aslı öğrenilemez olduğuna ilişkin konularda spekülasyonlardan oluşur ama bilim gibi, geleneğin ya da vahyin otoritesine değil, daha çok insan aklına başvurur. o yüzden benim de ileri sürdüğüm üzere, her kesin bilgi bilime aittir; kesin bilgiyi aşan şeylerle ilgili tüm dogmalar teolojiye aittir. ama teoloji ile bilim arasında, her iki tarafın saldırısına maruz kalan bir tarafsız bölge vardır, bu tarafsız bölge felsefedir. spekülatif zihinlerin en fazla ilgisini çeken soruların neredeyse tümü, bilimin yanıt veremediği türden sorulardır ve teologların kendinden emin yanıtları, artık önceki yüzyıllarda olduğu kadar inandırıcı görünmüyorlar. dünya zihin ve maddeye mi bölünmüştür ve öyleyse, zihin nedir, madde nedir? zihin maddeye mi bağlıdır yoksa bağımsız güçlere mi sahiptir? evrenin bir birliği ya da amacı var mıdır? bazı hedeflere doğru mu evriliyor? gerçekten doğanın yasaları var mı yoksa yalnızca doğuştan düzen aşkımızdan ötürü onların olduğuna mı inanırız? insan, astronoma göründüğü gibi, küçük ve önemsiz bir gezegenin üzerinde güçsüz bir biçimde sürünen ufacık bir katışık karbon ve su topağı mıdır yoksa hamlet'e göründüğü gibi midir? aynı anda ikisi de olabilir mi? soylu ve adi olan yaşam tarzları beyhude midir? soylu olan bir yaşam tarzı varsa bu yaşam tarzı neye dayanır ve ona nasıl ulaşırız? iyi olan değer verilmeyi hak etmek için öncesiz-sonrasız mı olmalı yoksa evren karşı konulmaz bir biçimde ölüme doğru gitse bile iyinin peşinde koşmaya değer mi? bilgelik diye bir şey var mıdır yoksa öyle görünen şey ahmaklığın düzeltilmiş son hali midir? bu tür sorulara laboratuarlarda yanıt bulunamaz. teologlar çok kesin yanıtlar verdiklerini iddia etmişlerdir ama tam da kesinlikleri, modern zihinlerin o yanıtlara kuşkuyla bakmalarına neden oluyor. bu soruları incelemek, soruları yanıtlamak olmasa da, felsefenin işidir.
"yetişkin insanlar rakamları pek severler...onlara yeni bir dosttan söz etseniz asla öze değin bir şey sormazlar. hiçbir zaman şöyle demezler: 'ses tonu nasıl?', 'hangi oyunları sever?', 'kelebek koleksiyonu yapar mı?'. hep şöyle sorarlar: 'kaç yaşında?', 'kaç kardeşi var?', 'kaç kilo?'. onu ancak bu sorularla tanıyacaklarına inanırlar... yetişkinlere 'pembe tuğladan bir ev gördüm, pencerelerinde sardunya çiçekleri, çatısında güvercinler vardı' deseniz, o evi bir türlü hayal edemezler!.. fakat 'yüz bin franklık bir ev gördüm!' derseniz, 'ay ne güzel ev!' diye çığlık atarlar..." Küçük prens
"Doğrusunu biraz düşününce, bir toprak parçasının sahibinin olması garip bir şeydir. Kaç metre derine kadar sahip olabilirsiniz ki? Eğer bir toprak parçasının sahibiyseniz, aşağıya doğru daralıp dünyanın merkezine ulaşıncaya kadar olan kısım size mi ait? Yoksa bir toprak parçasına izinsiz girmenin ne demek olduğunu bilmeden solucanların yaşadığı bölümün üzerindeki incecik tabakaya mı sahip olabilirsiniz?"
Yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. Gerçek, tam bir hastalıktır. Sıradan bir bilinç, insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir..
Dostoyevski_ Yeraltından notlar.
görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.
"nihayet insanlık da öldü. haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. bazı arkadaşlarımız önce bu habere inanmak istemememişler ve uzun süre, 'yahu insanlık öldü mü' diye mırıldanmaktan kendilerini alamamışlardır. bu nedenle gazetelerinde, 'insanlık öldü mü' ya da 'insanlık ölür mü' biçiminde büyük başlıklar yayımlamakla yetinmişlerdir. fakat acı haber kısa zamanda yayılmış ve gazetelere telefonlar, telgraflar yağmıştır; herkes insanlığın son durumunu öğrenmek istemiştir. bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da , yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. evet, insanlık artık aramızda yok."
o her zaman uçabilmeyi düşlerdi.
bazen, böyle günlerde, bir kartal gibi gözlerini dikip aşağıda alabildiğine uzanan toprakları süzdüğünü hayal ederdi. Her kanat çırpışında koyağın bütün hava akımlarını duyumsayabileceğini düşünürdü. o sırada, onu toprağa bağlayan gümüş kordonun* olmadığına inanırdı...
*Hindu-Tibet geleneğinde, ruh ile bedeni birbirine bağladığı varsayılan kordon.
Akşamüstü kalkıp sofrayı kurdum, annem ile babam eve geliş saatine beş on dakika kala bir önceki günden kalan yemekleri ısınmaya koydum. Annem çok taktir etti bu hareketimi. Ne var ki, sofradan kalktıktan hemen sonra hata yaptığımı anladım. işgüzarlığım yüzünden yemeği her zamankinden önce yemiştik ve bu da herkes için, nasıl doldurulacağı bilinemeyen fazladan altmış dakika demekti. Annemin ağzı yüzü her zamankinden iki kat daha fazla seğiriyor, sigaraları ucuca ekleyen babam, oflaya puflaya volta atıyordu. Günü en az acı verici biçimde öldürmeyi sağlayan mükemmel rutini bozmuştum. Saat kaçta yemek yenir, kaçtan kaça kadar televizyon izlenir, kaçta tuvalete gidilir, kaçta zıbarıp yatılır… Yürütülen faaliyet ile zaman arasındaki ilişki evrimsel bir sürecin sonucuydu. Evrime müdahale etmek akıllı insanın yapacağı iş değildi.
"ölümlülerden oluşan şu sürüsüne bereket kalabalığa aydan bakacak olsan, birbiriyle vızıldaşıp duran bir sürü sinek ya da sivrisinek gördüğünü sanırsın; birbiriyle savaşan, kumpaslar kuran, kapıp kaçan, oyunlar oynayan, oynaşan, doğan, yaşlanan ve ölen. kısacık bir ömre yazgılı bu küçücük yaratıkların bu kadar belayı, bu kadar faciayı yarattıklarına inanmak çok zor doğrusu. "
yanlızca bir günah vardır tek bir günah o da hırsızlıktır. onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın çeşitlenmesidir. bir insanı öldürdüğün zaman bir yaşamı çalmış olursun,karısının elinden bir kocayı çocuklarından bir babayı almış olursun. yalan söylediğinde birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın ,hile yaptığın birini aldattığın zaman doğruluğu haklılığı çalmış olursun.
"Bizi satın aldın ayıyıda al (mormont). O oyunumuzun bir parçası ben kahraman şövalyeyim oda bakireyi kaçıran ayı hayalarına tekme atıp prensesi kurtarıyorum" tyrion lannister