hala yaşadığınızı, ölmüşseniz de cennet'ten başka bir yerde olamayacağınızın kanıtıdır.
öyle bir an gelir ki, mideniz kazınır, yemiyorum lan dersiniz, ama daha bi fazla acıkırsınız. anneye yakalanmadan fıtı fıtı ** mutfağa gidersiniz, dolap kapağını büyük umutlarla açarsınız.
acaba akşamdan kalan pilav ya da makarna mı var? yoksa etli bir yemek mi?
hiçbirini bulamazsınız.
gözünüze mükemmel kırmızılıkta bir domates, ve üst raftaki peynir dilimleri çarpar. eh napalım diyerek moral bozukluğuyla alır, ardından, düşen morali biraz tazelemek adına, domatesin kabuklarını soyarsınız.
ekmek arasına malzemeleri koyduktan sonra bir bardak da kola alırsınız yanına. asidi kaçmıştır, geri dökersiniz lavaboya. dökmelisiniz, dökün!
ilk ısırık çok önemli, hafif bir cheeseburger yiyor edasında ekmeği ellerimizin arasında sıkıştırıp ısırırız, ve işte o an. tuzlanmış, ince dilimlenmiş kabuksuz domates, ve yine ince ince dilimlenmiş peynir dilimleri.
acıktım anasını satayım ya, olmaz olsun böyle entry, nerde benim domatesim?
nerde eski lezzetli domatesler diye düşünülüp başlığın büyüsünden biraz uzaklaşmak gerekmektedir. aksi taktirde mutfağa doğru bir atılım, göbeğe doğru bir yağlanım olacaktır bu saatte. hiç de gerek yoktur hani.
zenginlerin asla tadamayacağı lezzettir. isteseler tadarlar da elitlerine gölge düşüyormuş. neyse efendim konumuza gelecek olursak, koca ekmeğe değil de, yarım ekmeğin bile küçüğüne olursa en azından gece vakti nefsinizi körler. en güzel de annenin hazırladığıdır. en temizi. gönlünüz rahatça yersiniz. fakirdik, küçüktük ama büyük mutluluklarımız vardı diye edebiyat yapmak istemiyorum. fakat sade ve basit mutluluklar, kendimize yetecek kadar masum mutlulukları özlüyorum. zamanın günahı yok. değişen bizleriz. ekmek arasıyla mutlu olan biz, şimdi ailemizin hiçbir tavrını beğenmiyor ve benimseyemiyoruz maalesef.