bugün

basını ve gazetecisi bağımsız, azade olan millet daha demokrat, layik devlet kurar. gazetecilik ABD-de insana para ve heyecan kazandıran, Turkiyede insanı tanınan yazarlığa kadar taşıyan, Azerbycanda insanın dövülmesine, tutuklanmasına, öldürülmesine sebep olan ihtisastır.
(bkz: elmar huseynov)
(bkz: azerbaycan medyasi)
suikaste kurban gitme riski taşıyan, cesaret isteyen bir meslek.
(bkz: yitirdiğimiz gazeteciler)
Ne zaman yaşı olgunca, okumuş yazmış biriyle tanışsanız, sözü bir biçimine getirip, gülümseye gülümseye kendi gazeteciliğine intikal ettirir:

- Bizim de, der, vakti zamanında biraz gazeteciliğimiz vardır.

Kimi daha kestirme davranır, söze:

- Ooo, demek meslektaşız, diye başlar...

Bazısı geçmişteki gazeteciliğini ispat sadedinde bir de hatıra anlatır:

- Hiç unutmam, o tarihte ikdam'a gidip geliyorduk... Sağır Hamdi diye bir adliye muhabiri vardı.

Durur, bir pozla sorar:

- Tanıdınız mı Sağır Hamdi'yi?

- Hayır...

Küçültücü bir tebessümle noktayı kondurur:

- Eee tabii, siz daha çok gençsiniz...

Müteveffa bir milyonerin mirasçılığını iddia eden meçhul akrabaları gibi, matbuat aleminin halkalarından kopup geldiklerini söyleyen bu tanıdıkların adetleri öylesine çoktur ki, insan gayri ihtiyari basın mesleğinin de askerlik gibi bütün vatandaşlara şamil mecburi bir hizmet haline konup konmadığını düşünür.

Gazeteciliğin garip cazibesi, kendisine vaktiyle mekparmak bulaşanların dahi kalbinde eski bir sevgilinin hatırası gibi yıllarca tüter işte...

* * *

Gençlere gelince; onların da tahmin edilemeyecek kadar büyük bir kısmı bu işe heveslidir... Bedava çalışma pahasına bir gazeteye kapılanmak için fırsat arar dururlar... Ve bir de bu fırsat çıktı mı, ağızda eritilen bir çukulata gevşekliğinde yerli yersiz kendilerini takdim ederler:

- Gazeteciyim...

Bu takdimin içinde biraz da "Karışmam haaa, bir yazarsam görürsünüz" tehdidi gizlidir.

Bir bakıma mesleğin en zevkli yılları bu ilk yıllardır.

Hesap hocasının çatık kaşlı kabusundan iki ay önce kurtulmuşsunuz ve Milli Eğitim Bakanına aynı seviyeden bir eda ile sual soruyorsunuz:

- Bu yıl kaç mektep daha açılacak, söyler misiniz efendim?

Sonra da iki ay önceki mektep arkadaşlarına fiyaka:

- Maarif vekili benim dostum, o mahut matematikçiyi şimdi söylesem attırırım ama yapmıyorum, acıyorum adama...

* * *

Kurtla tilkinin hikayesini bilirsiniz...

Bir gün tilki kurda:

- Sen insanoğluyla başa çıkamazsın, demiş.

Kurt böbürlenerek:

- Çıkarım, demiş.

Birlikte bir yol kenarına gidip, insanoğlunu beklemeye başlamışlar. O sırada yaşlıca bir adam geçiyormuş. Kurt sormuş:

- insanoğlu bu mu?

- Bu ama, ihtiyarı... Daha gencini bekleyelim...

Derken bir çocuk geçmiş. Kurt gene sormuş:

- insanoğlu bu mu?

- Bu da pek genci, daha olgununu bekleyelim...

Ve nihayet bir avcı geçerken, bu sefer tilki kurda göstermiş:

- işte tam insanoğlu...

Mesleğin de, gazeteciliği kendisinden menkul eski mensuplarıyla, koltuğunun altı lise kitabı kokan yeni mensuplarını çizginin bir tarafına koyunuz. Çizginin öteki tarafında her gün bir kurt öldürüp ağzından lokmasını almaya mecbur olanlar vardır...

Bunların adedinin Basın Yayın Genel Müdürlüğünün dağıttığı sarı kart sayısı nispetinde olduğunu sanmıyorum...

Son rakama göre sarı kart hamillerinin sayısı bin yüzü bulmuş... Türkiye'de ekmeğini sırf gazetecilikten kazananlar, yahut gerçek kariyerinin gazetecilik olduğunda cümle alemce ittifak edilenler, bin yüzün yarısı kadar bile değildir...

Bu pürüzlü dava, yıllardır aynı vitesle gayrimeşruya doğru yol almaktadır... iç Basın Dairesinin başına geçen çok eski tanıdığımız Mustafa Şerif'in biraz daha titiz davranacağını bütün meslektaşlar ümit ediyorlar...

Gazeteciliğin asıl hazin tarafı işsiz güçsüz takımının da, vaziyeti kurtarmak için bir meslek söylemeleri icap ettiği zaman, hazır elbise alır gibi kendilerine hemen bunu yakıştırmalarıdır.

Anadolu'da, çıkaracakları gazete için sahte makbuzla abone toplayan dolandırıcılar gazetecidir...

Gelirini nereden temin ettiği meçhul bir takım kişiler gazetecidir.

Sık sık Şeker Şirketi, Kömür işletmesi gibi zengin yerlere gidip, adı sanı duyulmamış dergilere röportaj yapmak için geldiklerini söyleyenler hep gazetecidir... Kimisinin elinde bir çanta, kimisinin başında bir rölöve şapka küçük dağları ben yarattım çalımıyla dolaşırlar...

* * *

Bazılarının cesareti akıllara durgunluk verecek kadar ileridir... Bir tarihte istanbul gazetelerinden birinin Ankara muhabiriyken aynı gazetenin Ankara muhabiri olduğunu söyleyen biriyle tanışmıştım... Kendisini öyle sağlama satıyordu ki, etraftakilerin beni sahtekar sanacaklarından korktum... Ürke ürke hüviyetimi çıkardığım vakit hiç aldırmadı:

- Sizden önce ben çalışıyordum, henüz ilişiğimi kesmediğim için ağız alışkanlığıyla söyleyiverdim, dedi...

Oysaki benden önce çalışan da tanıdığımdı... Bunu öğrenince laf değiştirdi:

- işte onunla beraber çalışıyorduk, dedi.

Yalan söylüyordu, benden önceki arkadaşla beraber çalışan da o değildi. Utanmazlığın büsbütün uçurumlaşmasını seyretmemek için kurcalamadım. O kadarı zaten başımı döndürmeye yetmişti.

* * *

Resmi makamlar, en çok bu tiplerle, genç gazetecilerden çekinirler. Kimi bu yüzden gazeteci kabul etmez, kimi eder; soğuk davranır. Kimi de lüzumundan fazla bir güler yüzlülükle geleni atlatmaya çalışır...

Gazeteciliği dünyanın oluşu gibi "Kün" deyince olunuveren bir meslek halinden çıkarmak lazım... Düşünün ki şoför çıraklarının bile ehliyet taşıması mecburi... Gazetecilerin bazıları "bedava sirke baldan tatlıdır" düsturunca birkaç hevesli genci "gazetecilik" titrinin cazibesi pahasına çalıştırmayı tercih ediyorlar...

Her şeyden önce bu mesleğe bir asgari ücret tayin edildi mi, ister istemez bir para ödenmesi mecburi olacağı için, kaliteye dikkat edilecektir.

Resmi dairelerin de günün her anında, her türlü basın müracaatına tatminkar cevap verecek sözcüler edinmesi şartı eklenir her halde buna....

Dışişleri Bakanlığına ait havadisleri Türk gazetecileri ekseriya yabancı ajanslardan öğrenirler. Yabancı gazetecilere, kaliteleri müsellem olduğu için, yerli meslektaşlardan daha çok itibar edilir...

Sözcüsü bulunmayan bir Dışişleri Bakanlığı ile gazeteciler nasıl işbirliği yapabilirler? Kimisi tanıdık bulur, ondan birkaç havadis alır; tanıdık bulamayan, tahmin üstüne bir şeyler yazar... Ve -bu gün olduğu gibi- bir de bakarsınız Bulgaristan ile Romanya'nın Türkiye'ye nota verdiğini, aslı faslı olmadığı halde bütün Türk gazeteleri manşet verir... Havadisi yabancı ajanslar tekzip eder... Gazete sahipleri meslektaşlara kızarlar.

Resmi dairelerin bütün meslekler meyanında, bu mesleği de sabote etmeye, bu meslekte çalışanları müşkül duruma düşürmeye hiç hakları yoktur...

* * *

Yazının sonunda tipik bir olay anlatayım...

Bir gün Kırşehir'e gittim. Bir otele indik. Otelci mesleğimi sordu. Biraz da itina eder ümidiyle "gazeteciyim" dedim. Adamın yüzü buruştu:

- Yer yok, dedi.

- Nasıl olur yahu? Burası turistik bir merkez haline mi geldi yoksa?

- Sözün doğrusu gazeteciye oda vermiyorum...

- Eee şey benim biraz da avukatlığım var.

Baronun hüviyetini gösterdim.

Otelci boynunu büktü:

- A efendi, dedi, bak gül gibi mesleğin varmış, ne diye serseriliğe heves edersin. Kim gazeteciyim diye geldiyse ertesi sabah parayı almak için otobüs meydanına adam koşturmaktan otelde garson kalmadı. Ben de gazetecilere oda vermem diye yemin ettim...

Mesleği bu hale getirenler kadar, bu hale getirenlerden temizlemeyenler de mesuldür...

Bizden sadece yazması, elimizden daha fazla bir şey gelmiyor...

çetin altan
atraksiyonu bol meslek. halkın ya da gündemin hassas olduğu günlerde hassas noktalara değindiğin an çeşitli saldırılara maruz kalabiliyormuşsun. ben bunu dün gördüm. işi haber yapmak, halka bunu bir şekilde göstermeye çalışmak olan habercilere çeşitli saldırılarda bulunduğunu, engellendiklerini tv'de izlerdim ya da gazetelerde okurdum. bizim bu kadar yakınımıza uğrayacağına ihtimalde vermezdim doğrusu. abi sana hep derdim ya, "senin yaptığın iş n'olcak?" artık diyemiyorum. her an türlü zorluklarla, 1001 çeşit adamla uğraşmak zorunda olduğunu biliyorum. sana yapılan bu saldırıyı kınıyorum. gerçeği aktaran flashların hiç sönmesin.
türkiye'de bu konuda birkaç yazı dışında hiçbir eğitim almamış biri olarak benim bile eleştirebileceğim şekilde icra edilen meslek. sorumluluğunun, kitlelerin etkilendiğinin farkında olmayan, ya da farkında olunup da hala gazetecilik kurallarına uyulmayarak yapılan meslek sanki.

mesela: gazetecilikte en önemli kurallardan birisidir. haber yorumsuz verilmelidir. yorum haberin içindeyse bu belirtilmelidir. ancak bugün her zamanki gibi kahvehanede çayımı yudumlarken bazı gazeteleri inceledim ve küçük bir incelemeden sonra şunları gördüm.

posta: "yok daha neler?" (gençleri koruma kanun tasarısı hakkında)
takvim: "tsk - chp savaşı" (oha, ne savaşı yahu)
takvim: "beleşe alsaydın bari!"
takvim: "düpedüz soygun"

evet durum böyle. demek ki neymiş, biz de o gazetelerde bu durumda çalışabilir durumdaymışız...
kasırganın bile işlemediği meslek. herkesin kasırgadan kaçarak canını kurtarmayı amaçladığı zamanlarda bile inatla kasırgayı takip ederek küçük de olsa bir görüntü yakalamak için saatlerce uğraşan gurur duyulası meslek. ona buna laf yetiştirerek gazeteci olunduğunu sananlar keşke şunu bir bilebilseydi; "gazetecilik kuş tüyü yataklarda rastgele kalem sallamak değil, ölüme meydan okumaktır". işte böyle;http://www.gazeteciler.com/news_detail.php?id=146031
''gazetecilik, işgal altındaki bir ülkenin vatandaşlığı gibidir; direnirsiniz, sürgüne gidersiniz ya da işbirliği yaparsınız. bu imkansız halleri tek bir ana sığdırırken, yine TEK BiR ANDA HÜZNÜN, BAŞKALDIRININ VE UTANCIN HAKKINI VERMEK-tir gazetecilik.

beyninizde birbiri ardına açılan bitmez o tükenmez cephelerin her birinde inançsız ve yorgun bir asker olarak savaşırken, zihniniz kendi generallerini, kendi ölülerini ve kendi kaçaklarını yaratır.

gazetecilik YOKSULLUĞUN KAHKAHALARI, ZENGiNLiĞiN GÖZYAŞLARIYLA karıştığında, anılarınız ve arzularınız arasında bir yerlerde genellikle kendi atlarınızı vurmak, kendi gemilerinizi yakmak, kendi evinizi dinamitlemektir. siz düşmanlarınızın göz yaşlarını silerken, suratınızda patlayan tanıdık tokat, sırtınızda gezinen tanıdık bıçaktır gazetecilik.

edebiyatın bu arka bahçesinde, hayatın önünüze savurduğu öykülerde o olağanüstü tutkuyu tek başına yaşayanların kederidir gazetecilik. ve gazetecilik kahramanlarını gerçeğin dışında başka hiç bir kadere sürükleyemeyen dehanın çaresizliği, yalnızlığıdır.

yatak odalarında dolaşan bir hayalettir gazetecilik; bir kadının kirpiklerinin ucunda, göğüslerinin diriliğinde, teninin yumuşaklığında kendini ele veren o ıslak, küstah arzunun havaya dağılan kokusuyla sarhoş olabilmektir.''
eğitim zaafiyatından beslenerek gelişen empati özürlü ötekileştirmenin bir çocuktan katil yaratması sonucu yaşanan suikast olayının üçüncü yıldönümü ve incili yeniden yazacağını iddia eden postmodern vicdani retçi akıl hastasının tahliyesi haberleri ile 19 ocak 2010 tarihli gazetelerin gündemini iki mümessilinin doğrudan ya da dolaylı bir şekilde oluşturduğu meslek. ihale bağlayan, patronlarının oluşturduğu kutsal cemaat/cemiyetin kalemli tetikçiliği ile cebini dolduran örnekleri tarafından saygınlığı, katiller tarafından özgürlüğü katledilen meslek, mesleğim.
günümüz türkiye gazeteciliği şöyledir:
http://tinyurl.com/34p5bfh
günden güne herhangi bir olayı irdelemekten ya da açıklamaktan çok, günlük halinde yazı yazmaya dönüşen meslek. bu iş için blog var. çok faydalı.
doğru dürüst para kazanılmayan, insanı ordan oraya sürükleyen ama tüm bunlara rağmen hayatı bütün güzellikleriyle insana yaşatan bir meslektir gazetecilik.
derslerde hocamın "tarafsız olacaksınız, haberler hakkında yorum yapmayacaksınız hiçbir tarafa mensup olmayacaksınız kimseye amennah etmeyeceksiniz" deyip bizi gaza getirdikten sonra sözlerine şöyle devam ettiği mesleğim olan bölüm " ..ve mezun olur olmaz bu öğretilenleri unutacaksınız. biz size gazetecilik mesleğinin olması gerektiği en mükemmel halini öğretiyoruz fakat hiç bir kanal hiçbir gazete yoktur ki tarafsız olsun. iş bulduğunuzda o yerin tarafına mecbur mensup olmuş ve bu dediklerimizi çoktaan unutmuş olacaksınız."
kimi zaman aşırı derecede çarpıtılabilen bir meslek:

papa bir gezi için new york'a gider, uçaktan inerken gazetecinin biri:
"efendim genelevleri ziyaret edecek misiniz?" diye sorar.
şaşıran papa, "new york'ta genelev mi var?" deyiverir.

ertesi günkü manşette şunlar yazar:
papa uçaktan iner inmez "genelev var mı?" diye sordu.

gazeteci dediğin tarafsız olmalı...
günümüzde yapılması oldukça zorlaşan meslektir.
Araştırma şirketlerinden farklı bir iş yapmayan meslek grubu. Araştırma şirketleri anlaştıkları şirketler için bir konu ile ilgili kamuoyu yoklaması yaparlar. Sonuçlar araştırmayı yapan şirkete göre değişiklik gösterir. işveren şirket sonuçları nasıl istiyorsa araştırma şirketi de sonucu o şekilde çıkarmaya gayret gösterir. Hatta çoğu zaman gayret bile göstermez. Doğrudan istenen verilere dayalı bir rapor hazırlayabilirler.

Gazetecilik de bir nevi araştırma işidir. Neye ve kime hizmet edilecekse araştırma sonucu da ona göre çıkacaktır. Bugün sadece ülkemizde değil tüm dünyadaki gazeteciler taraflı davranırlar. Bunun sonucunda da yapılan haberler sapar; kimine göre ekonomi büyümektedir, kimine göre ise büyüyen ekonomi değil dış borçtur. Kimine göre adam kadını bıçaklamıştır, kimine göre ise o kadar kısa etek giyerse olacağı budur.

Gazetecilik sadece haberi ekrana ya da kağıda taşımak değildir ve olmamalıdır. Gazetecilik ülke sorunlarına duyarlı, taraflı olsa bile halkın tarafında, bilimsel ve samimi olmalıdır. Ülkemiz şartlarında bu saydıklarım bulunmadığı için gazetecilik de zan altındadır.
doğrudan ingilizce sözcük karşılığı: "journalism"'dir.. bu da, yine aynı dil formatındaki; "jurnal" yani: "ispiyon" sözcüğünden türemiştir. gazeteci, jurnaller; yani ispiyonlar.
kuvvetle muhtemel birkaç yıl içinde tescilli olarak mesleğim olacak. istanbul üniversitesi'nde okuduğum canım bölümüm.

edit: mesleğim oldu.
Gazetecilik mesleği her türlü sansasyonel olayla iç içe olmayıda beraberinde getiren bir meslektir. Gazeteci ise toplumun sorunlarını siyasal-ekonomik iktidarın ve medya patronlarının baskısı, güdümü altında yapmak zorunda bırakılan, emeğinin karşılığını "satılmadan" alamayan emekçidir.
günümüzün türkiye'sin de ya yandaşsın ya da muhalifsin. ortası yok, tarafsızlık yok, böyl bir gazetecilik hiç yok.
Basın’ız Sağ Olsun

Gazeteci çocuklar öldü.

Basın’ız sağ olsun.

30’unda da 50’sinde de 70’inde de olsa, gazeteci çocuktur onlar... Nüfus kâğıtlarında ne yazarsa yazsın, egoları büyümez, heyecanları yaşlanmaz.

Profesyonel serseri’dirler.

ilk günkü ruhla koşturur, ömrünü tükettiğinin farkına varmaz, varsa da zaten umurunda olmaz. Çünkü, haber yapamadığında ölür asıl... Bu virüs dolaşır damarlarında, kemirir için için, yer bitirir... O nedenle hayatını tehlikeye atar. Sen tapu biriktirirsin, onlar manşet biriktirir. Torunlarına banka cüzdanı gibi miras bırakacağı kupürleriyle yaşar.

Bunlarla evli olmak, çekilecek kahır değildir. “Gazetenin yanında metres’im” duygusuyla nikâhlıdır gazeteci eşleri... Karı-koca olamayacaklarını anlarlar zamanla... Veya, taaa en başından bilmek zorundadırlar. Arkadaş olur. Sevgili olur. Koca olmaz.

Kadın gazetecileri tenzih ediyorum; hakikaten “en zor meslek”tir gazeteci eşi olmak... Okulu yoktur. Maceranın bizatihi kendisidir. Çocuğunun doğumuna bile yetişemez çoğu... Kendi düğününe geç kalanı biliyorum. Kayalara çarpa çarpa, fırtınalarda boğuşa boğuşa öğrenilir.

(Burak Ersemiz mesela... Hani şu, kameramanı Deniz Pirinççiler’le birlikte 5.6’lık depremden sonra çatır çatır çatlamış doğum hastanesine dalıp, etrafta doktor-hemşire olmadığı için, kuvözdeki bebeleri tek tek çıkaran Show Haber’deki gazeteci çocuk... Bir kızı var, bir de oğlu Burak’ın... Kızı 15, oğlu 5 yaşında henüz... “Benimkilere ne olur” diye düşünmedi, “bunlar ne olacak” diye düşünüp, hatta düşünmeyip, içeri daldı... Biz ekrandan seyredenler için, üç dakikalık haberdi alt tarafı... Ya eşi Serpil için?)

En baba gazetede çalışan gazeteci çocuklar, depreme mepreme gittiklerinde, kahvaltı, öğle, akşam yemeği, günlük 60 lira harcırah alır. Küçük tirajlı gazeteler, 30 lirayı öpsün başına koysun. E her yer, yerle bir... Fiş alamaz. Dönünce maaşından kesilir. Güya harcırah’tır, olur sana kişisel harcama! Anlatamazsın, hayatı plaza’lardan ibaret sanan muhasebe elemanına.

Tecrübeli olanlar, sırt çantalarını bisküvi, çikolata ve su’yla doldurur giderken... Restoran mestoran bulamazsın felaket bölgesinde... Çömez muhabirler, su’dan otlanır. Çikolatalar çadırdaki bebelere dağıtılır.

Değerli ağabeyim Uğur Dündar’la beraber Star’dan ayrılmadan, en son görev... Gözünü budaktan sakınmayan şövalyelerimiz Turgut Erat’la Mustafa Şap’ı göndermiştik Van’a... ilk beş gün bisküvi yediler. Ahali elinde tasla çorba beklerken, şirin görünmek için gazetecilere torpil yapan Kızılay’ın yemek sırasına girmeye utanırlar. istisnasız, hepsi böyledir.

Beş gün sonra, işler biraz rayına girince, girdiler anca Kızılay kuyruğuna... ilk yemek, imamın aptes suyu kıvamında mercimek çorbasıydı. Ve, nihayet ekmek... Çökmüş binanın önünde, sekiz olmuş kaldırım taşında kaşıkladılar. istanbul’dan telefon tam o sırada geldi... Televizyon kanalımız satılmış, Mustafa Şap işinden atılmıştı. Bilmiyorum gari, işsiz kaldığına mı üzüleyim, işine devam edip Bayram Oteli’nin enkazının altında kalmadığına mı sevineyim.

Neyse, büyük gazetelerin ekipleri otomobil kiralar. Bi yerden bi yere gitmek için filan değil, sığınıp, uyumak için... Küçük gazetelerin ekipleri, ya birleşip ortak kiralar, ya da mecburen kriz merkezinin çadırında, sandalyede uyuklar.

Bi gece idare edersin de, bi hafta otomobilde uyumak, Ramses gibi mumyalanıp, tabuta konmak gibidir. Her tarafın tutulur. Dizlerin uyuşur. Gözkapakların kurşun gibi ağırlaşıp, başın öne düştüğünde, enkazdan çıkan bir kol rüyana girer, suratına dokunur adeta... Veya kopuk bi bacak dürter, hoplarsın. Sen hoplayınca, otomobil sallanır, bu sefer kameraman hoplar, deprem oluyor diye... irkilirsin. Uyku sersemi, yanındaki ceset dirildi sanırsın.

Gece buz. Kulağını keser adamın. Eşofman giyersin içine... Üstüne de, THY battaniyesi örtersin. Sırt çantasına sığmadığı için, yolda gelirken araklarsın uçağın battaniyesini...

Zehirlenmeyi göze alıp, otomobili sürekli çalışır vaziyette tutarsın ki, kalorifer ısıtsın. istanbul’a döndüğünde “az kilometre yapmışsın ama, fazla benzin fişi almışsın, bizi mi kazıklıyorsun” diye, dolandırıcı muamelesi görürsün. Dedim ya... Anlatamazsın.

Üşütüp hastalanmaya karşı, leblebi gibi vitamin yutarsın, cebinde taşıdığın ilaçların parasını kendi cebinden ödersin. Para önemli değil de, hastalanırsan, geri çekerler, haber yapamazsın, o fena... Haber yapamadıktan sonra, turp gibi olsan ne yazar... Ateşin 40’a bile çıksa, telefonda eşine, annene söylemezsin ki, müdürü arayıp hastalandığını ispiyonlamasın.

Ölüm siner üstüne... Leş gibi kokarsın. Yıkanmak zaten yok da... Tuvalet yok asıl... Erkek muhabirsen, dağa bayıra gidersin. Kadın muhabirsen, hayatında felaket bölgesinde görev yapmadığı için, felaket bölgesine kadın muhabir gönderen, tepeden inme kazma yöneticilerin kurbanı olursun. (Yürekli kızlardır ama... Ha yıkıldı ha yıkılacak diye titreyerek, tavanlara baka baka, hasarlı binaların tuvaletlerine girmek zorunda kalırlar.)

Dünyanın en kısa ömürlü ürünüdür gazete... Piyasaya çıkar, yarım saat sonra bayatlar. Hemen yenisini bulmak zorundasındır. Haber müdürleri ise, dünyanın en iştahlı insanlarıdır. En lezzetli haberi bul, biraz sonra arar, “başka ne var?” diye sorar. iki dakka gecik, fırça yersin. Bu arada, depremzededen de dayak yersin... Kadının biri çıktı mesela, abuk sabuk laflar söyledi ekrandan, o televizyonun muhabirinin burnunu kırdılar. Kırık burunla çalıştı.

Ve, insanüstü çalışırlar ama, neticede insandırlar. Sokaklarda yatmaktan dirençleri düşer. Sağlam denilen ilk otele kapağı atarlar. Otel çöker. Müdür arar. Ulaşamaz. Nerde bu diye hayıflanır. Halbuki, haber’dedir gazeteci çocuk... Haberin tam içindedir. Basın’ız sağ olsun.

yılmaz özdil.
bu işi gerçek anlamda yapanlar için iyi bir meslektir. tabi şimdiki gazetecilerin amacı tvlerde boy göstermektir. ama gerçek gazetecilik öyle değildir. savaş meydanlarında ölüme meydan okumaktır.
prestiji günden güne yitip gidiyor. hatta bence yitip gitti. peki niçin? halk yüzünden.

çünkü halk içinde, gerçekten bağımsız ve objektif haber arayan güruh neredeyse yok denecek kadar azdır. dolayısıyla, insanların okumaları için aktarılan haberler, halkın istekleri ile kısmen şekillenir.

zaten bu yüzden, "seksi fotoğrafları için tıklayınız", "işte o belgeler", "bu defa çok abarttı" gibi başlıkları barındıran haber yayımcıları paraya para demezken, objektif haber yapmaya çalışan haber firmalarının adı bilinmez bile.

tabii, objektif haber yapan haber ajansının da olmadığını söyleyeyim.
elbette yandaş medyacılık, taraf tutma, karşıt görüşleri dile getirmenin olması kadar doğal bir şey yoktur gazetecilikte. ancak günümüz gazeteciliği gibi sadece yalan haberlerden oluşan bir girişimden tutunda ahlaksız çamur atmalardan, gündem değiştirmeye kadar giden bir dönemin içindeyiz. gazeteciliğin geldiği noktada budur.
şeye uyalım: bir meslek grubudur.
Gazetecilik istanbul üniversitesinde okunur dedıler calıstık geldık . okuyanlar mezun olanlar varsa desteklerını beklıyoruz .