Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Tek yapmamız gereken; sevginin bize vadettiklerine güvenmeyi sürdürmek ama kime ikinci defa güveneceğimizi de iyi seçmek.
Latife Tekin'in türk pop müzik tabiriyle 'esinlendiği' sevgili arsız ölüm kitabından bihaber vefat etmesi en büyük sevincimdir.
Ayrıca büyük Beşiktaş'ımın da unutmayarak "Hoşçakal Gabito" dediği büyük yazar.
yalan yok.. 'yüzyıllık yalnızlık' adlı kitabından başka kitabını okumadım.ama ne bileyim öldüğünü duyunca hafiften bi hüzünlendim içten içe..hiç görmediğim tanımadığım aynı coğrafyada bile yaşamadığım bi insanla bi kitap vesilesiyle ortak bi an yaşamış gibiyim.yani demem o ki aslında tanıyıp bildiğim bi insanmış gibi hissettirdi ölüm haberi bana.insanların yazdığı gibi yüzyıllar sürecek yalnızlığımız başladı mı..yoksa yüzyıllar mı var yalnızlığa.
"...ey insanlar! sizlerden ne kadar da çok şey öğrenmişim. tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. yeni doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim. sizlerden çok şey öğrendim. ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. çünkü hepsini bir çantaya kilitledim. mutsuz bir şekilde... artık ölebilir miyim?"
demişti veda mektubunda; 2000'li yılların başlarında lenf kanseri teşhisi konulup inzivaya çekilme kararı aldığında dostlarına...
yüz yıllık yalnızlık adlı kitabın yazarıdır. kendisi nobel edebiyat ödülü almıştır. meksika'da 17.04.2014 tarihi ile ölmüştür. asıl 100 yılık yalnızlık şimdi başlıyor arkadaşlar, edebiyat için..
bugün vefat etmiş nobel ödüllü yazardır. toprağı bol olsun.
şu cümlesi bana göre gençliğin bir özetidir; "insanlar yaşlandıkları için hayallerini takip etmekten vazgeçmez, hayallerini takip etmekten vazgeçtiği için yaşlanır."
şer saatindeyiz artık,kırmızı bir pazartesi gününde
hanım ananın cenaze törenindeyiz,bütün hüzünlü oruspular toplandık
ablaya mektup yazacak kimse yok artık,yüzyıllık yalnızlığımızada boğulduk
mavi köpeğin gözleri yaşlı,gülegüle iyi dostum GABRiEL...
--spoiler--
her zaman seni üzecek birileri olacaktır, yapman gereken insanlara
güvenmeye devam etmek, kime iki defa güveneceğine daha fazla dikkat etmektir.
birini daha iyi tanımadan ve bu kişinin senin kim olduğunu bilmesinden önce
kendini daha iyi bir kişiye dönüştür ve kim olduğunu bilerek kendine güven.
kendini çok zorlama, en güzel şeyler onları en az beklediğinde olur.
"yaşanan her şeyin bir sebebi vardir"
belki de tanrı uygun kişiyi tanımandan önce yanlış kişilerle tanışmanı, onu
tanıdığında minnettar olman için istedi.
marquez'in değişik dillere çevrilerek internet üzerinden dünyayı
dolaşan veda mektubu:
tanrı bir an için paçavradan bebek olduğumu unutup can vererek beni
ödüllendirse, aklımdan geçen her şeyi dile getiremeyebilirdim, ama en
azından dile getirdiklerimi ayrıntısıyla aklımdan geçirir ve düşünürdüm.
eşyaların maddi yönlerine değil anlamlarına değer verirdim. az uyur, çok
rüya görür, gözümü yumduğum her dakikada, 60 saniye boyunca ışığı
yitirdiğimi düşünürdüm. insan aşktan vazgeçerse yaşlanır. başkaları
durduğu zaman yürümeye devam ederdim. başkaları uyurken uyanık kalmaya
gayret ederdim. başkaları konuşurken dinler, çikolatalı dondurmanın
tadından zevk almaya bakardım. eğer tanrı bana birazcık can verse, basit
giyinir, yüzümü güneşe çevirir, sadece vücudumu değil, ruhumu da tüm
çıplaklığıyla açardım. tanrım, eğer bir kalbim olsaydı nefretimi buzun
üzerine kazır ve güneşin göstermesini beklerdim. gökyüzündeki aya,
yıldızlar boyunca van gogh resimleri çizer, benedetti şiirleri okur ve
serenatlar söylerdim. gözyaşlarımla gülleri sular, vücuduma batan
dikenlerinin acısını hissederek dudak kırmızısı taç yapraklarından öpmek
isterdim. tanrım bir yudumluk yaşamım olsaydı... gün geçmesin ki,
karşılaştığım tüm insanlara onları sevdiğimi söylemeyeyim. tüm kadın ve
erkekleri, en sevdiğim insanlar oldukları konusunda birer birer ikna
ederdim. ve aşk içinde yaşardım. erkeklere, yaşlandıkları zaman aşkı
bırakmalarının ne kadar yanlış olduğunu anlatırdım. çünkü insan aşkı
bırakınca yaşlanır. çocuklara kanat verirdim. ama uçmayı kendi başlarına
öğrenmelerine olanak sağlardım. yaşlılara ise ölümün yaşlanma ile değil
unutma ile geldiğini öğretirdim. ey insanlar! sizlerden ne kadar da çok
şey öğrenmişim. tüm insanların, mutluluğun gerçekleri görmekte saklı
olduğunu bilmeden, dağların zirvesinde yaşamak istediğini öğrendim. yeni
doğan küçük bir bebeğin, babasının parmağını sıkarken aslında onu
kendisine sonsuza dek kelepçeyle mahkum ettiğini öğrendim. sizlerden çok
şey öğrendim. ama bu öğrendiklerim pek işe yaramayacak. çünkü hepsini bir
çantaya kilitledim. mutsuz bir şekilde... artık ölebilir miyim?
--spoiler--
''yüzyıllık yalnızlık'' kitabını yarım bırakmıştım. roman karakterlerinin isimlerini akılda tutmak için çizilen soy ağacına sürekli dönmek beni yormuştu. ya çeviri ağırdı, ya ben kitap için yeterli değildim.
Aşk ve öbür cinler'de nasıl uzamaya devam ettiyse sierva maria'nın saçları ölümden sonra, gabo da aşkın ve yalnızlığın tutkulu anlatıcısı olmaya devam edecek. büyülü gerçekçilik onun kalemiydi. Huzur içinde yatsın.
"Don't allow me to forget you"
Yasunari Kavabata 16 Nisan 1972'de, Gabriel José de la Concordia García Márquez 17 Nisan 2014'te sonsuzluğa uçarlar ...
''Karın güzelliğini gördüğümüzde, dolunayın güzelliğini gördüğümüzde, kiraz çiçeklerinin güzelliğini gördüğümüzde, kısacası dört mevsimi yüzümüzde ilk hissettiğimizde ve güzelliği ile uyandırıldığımızda, en çok yakınlarımızı düşünürüz ve aldığımız keyfi bizimle baylaşmalarını isteriz. '' Yasunari Kawabata
''Birlikte gülüyorsanız mutluluktur, Birlikte ağlıyorsanız dostluktur; ama birlikte susuyorsanız bu aşktır... ''
Gabriel Garcia Marquez
--spoiler--
''...''Uyuduğunu bilmek senin, kuşkusuz, güvenlikte, insanın kendini bırakacağı sadık bir nehir yatağı gibi soylu, elim kolum bağlıyken öylesine yakınımda, '' diye düşündüm, Gerardo Diego'nun ustaca sonesini şampanyanın üzerindeki köpüklere bakıp tekrarlayarak. Sonra, koltuğumu onunkinin hizasına indirdim, birbirimize iki kişilik bir yataktan daha yakın yatıyorduk. Soluğunun sıcaklığı, sesininkiyle aynıydı, yalnızca güzelliğin kendi kokusu olabilecek hafif bir buhar yayılıyordu teninden. inanılmaz geliyordu bana: Bir önceki ilkbaharda, Yasunari Kavabata'nın güzel bir romanını okumuştum; kentin en güzel kızlarını uyuşturucuyla kendilerinden geçmiş bir halde çırılçıplak yatarlarken seyredip kendileri de geceyi aynı yatakta aşk acıları içinde kıvranarak geçirmek için çok büyük paralar ödeyen Kyotolu yaşlı burjuvaları anlatıyordu. Onları ne uyandırabiliyorlar ne de onlara dokunabiliyorlardı, buna kalkışamıyorlardı bile, çünkü asıl zevk onları uyurken görmekti. O geceyi güzelin rüyasıyla uykusuz geçirirken, yaşlılıkta tadılan bu ince zevki yalnızca anlamakla kalmamış, onu dolu dolu yaşamıştım da.
''Kimin aklına gelirdi,'' dedim kendi kendime, özsaygım şampanyanın etkisiyle incinmiş olarak, ''bu kadar yüksekte yaşlı bir Japon olacağım.''...'' Uyuyan Güzelin Uçağı (On iki Gezici Öykü)- Gabriel Garcia Marquez
--spoiler--