"Evet, bazen en olmayacak, en akıl almaz bir düşünce aklınıza öyle bir takılır ki bir zaman sonra gerçekleşeceğine inanmaya başlarsınız. Dahası, bu düşünce güçlü bir tutkuyla birleşirse, artık onu kader olarak kabul eder, kaçınılmaz ve gerçekleşmemesi asla mümkün olmayan bir şey olduğunu düşünmeye başlarsınız. Belki de önsezilerin ahengi, iradenin bir tür olağanüstü gücü ya da insanın yarattığı hayallerle kendi kendini zehirlemesi gibi bir şeyler vardır bunda."
Kumarbaz adlı eserinde geçen bu bölümü telefondaki not defterine yazmıştım. Muhteşem bir çıkarım. Aynı zamanda korkunç bir gerçek. Saplantı kavramının doğuşunu, insanın ruhunda deliliğin filizlendiği anları bu paragrafta fark edebilirsiniz. Bedenine sıkışıp kalanlar bu hüzünlü durumun tek kurbanıdır. Kişinin benliğinden sıyrılması gerekir kimi zaman. Ruhunuzu çıkarıp gezdirmek, hava alsın diye bir tur atmak sadece ona, yani ruha değil akla da iyi gelecektir.
Kumarbaz adlı romanı okumanızı öneririm. Kalbinde beslediği aşkı, nihayetinde boynuna vurulmuş bir zincir halini alan ve kendi yarattığı düşünce denizinde çırpınıp duran bir gencin sözleri.. belki de dostoyevski'nin bizzat kendisi.
Üç gün önce ölüm yıldönümü idi.
Daha güzel bir dünyada geçmişte olduğu gibi Suudi kralı yerine dosto için yas ilan edilip bayraklar yarıya indirilir, anma toplantıları düzenlenirdi belki de... Şakası bir yana şov falan istemeyiz... Stefan Zweig'a göre insanlığın yıldızını parlatanlardan biriydi Dostoyevski. Kallavi ve kalın kitapları hala bugün ürkütücü gelir çoğu insana. Oysa biz Dostoyevski'yi okurken ondan hayatı öğrenmiyorduk bilakis Dostoyevski'de yaşadığımız hayatın çeşitli sebeplerle dile getiremediğimiz yönlerini buluyor, kendimizi görüyor; bizi bize anlatmasını seviyorduk. Dostoyevski benim için tam da budur. Dostoyevski bize aynı zamanda insanın standartlaştırılamayacağını öğretti. Bir yanıyla dindar, bir yanıyla kumarbaz, bir yanıyla ateşli bir huysuz bir yanıyla nehir kadar engin bir duygusallık gösteren bireyleri gözümüzün önüne serdi. Bu da bir bakıma kendimizi bulduğumuz zihin açıcı bir kavrayış yarattı elbette. Doğu- Batı sorunu çerçevesinde sosyolojik düzlemdeki kısır siyasi edebi yapıtlardan kaçıp onun herkesin(batıcılarında-milliyetçilerinde) hakkını veren tahlillerine sığındık. Yaz izlenimleri üzerine kış notları kitabında siyasi düşmanı-rakibi turgenyev'e bile hakkını teslim edebiliyordu.
Kitaplarını kabaca irdelersek; Beyaz gecelerde lirik ve saf duygusallık, insancıklardaki samimi hüzün, Suç ve Ceza'daki psikoloji okumaları ve vicdan muhasebesi, Karamazov Kardeşler'deki yaşamı ve yaşam ötesini korkmadan, eğilmeden, bükülmeden sorgulama heyecanı, Cinler'deki siyasi maskelerin ahlak önünde yere düşüşü, Delikanlı'daki bireysel ve sosyal incelemeler, Ölü Evinden Hatıralar'daki özgürlük çığlığı, Budala'daki tüm bu cehennem içinde iyi bir insan olarak kalabilme mücadelesi, Öteki'deki psikolojik bölünmüşlük ve Kumarbazdaki insanın tutkularıyla girdiği savaşın yaraları, Yeraltından Notlar'da insanın en gizli en ürkütücü ama en insani yönlerini-söylenmekten korkulanı ortaya serme cesareti... Bize yaşam mücadelesinde bunlar destek oldu. Çünkü devam et diyorlardı bu eserler; "bak şu an yaşadıklarını ben de yaşadım" diyordu hepsi.
Yeraltı'nın, felsefenin ve edebiyatın, her an tedirgin yüreklerin, samimi ve derin acıların, insan onurunun, her şeye rağmen arı bir mutluluğun, dünyanın tek büyük mahkemesi olan vicdanın, tanrı varlığı ile yokluğu arasında gidip gelenlerin, ışıltılı bir tanrısallığın, insanlığın yıldızını parlatan bir avuç aydının, tüm saflığı ve derin yaşam mücadelesi ile dirençli ve yüce bir halkın, yeraltında yaşayanların, aşağı tırmananların, tutkularıyla yaşayanların, budalalık derecesinde temiz yüreklilerin, cıvığı çıkmamış duygusallığın, dili; sesi: Dostoyevski'yi saygıyla anıyoruz.
Roman yazarlarının tanrısıdır. Sevenleri safları sık tutmalıdır. Ayrıca beyni normal bir insanın beyni değildir kanımca. Zira öyle olsaydı ecinnileri, Budalayı, yer altından notları yazamazdı.
Eserlerinde dibine kadar realizme dokunur, genelde iç karartır ancak okumaktan da vazgeçemezsiniz. Kitaplarında geçenlerin Tek bir cümlesi bile boşuna değildir.
Sosyolojik yapıyı iyice tanımasından dolayı olsa gerek yüreğe dokunacak aforizmaları mevcuttur.
He bide leyla ile mecnunda oynamıştır bi süre. Canım dosto.
stefan zweig dostoyevski için, 'psikologların psikoloğu' tanımını yapmıştı.
neden mi? mesela zimbardo deneyini bir hatırlayalım… sıradan insanları gardiyan ve mahkûm diye ikiye ayırıp sahte bir hapishaneye yerleştirmişlerdi. peki sonra ne olmuştu? gardiyanlar kendilerini role fazla kaptırarak, baya böyle sadist, puşt insanlara dönüşmüştü. peki yıllar önce dostoyevski ne demişti: “dünyanın en gereksiz, işe yaramaz adamını alıp bir gişe memuru yapın. kendini önemli biri zannedip hemen sizi aşağı görecektir.”
başka bir deneye bakalım. insan sence en çok kime yalan söyler? manitasına mı? annesine mi? arkadaşlarına mı? hayır, kendisine. psikologlar bunu 1959'da yaptığı bilişsel çelişki deneyinde fark etmişti. çıkan sonuca göre insanların kendi zihnini manipüle ettiği, apaçık ortada olan bir gerçeği bile kendi çıkarına göre yorumlayıp değiştirebildiği anlaşılmıştı.
peki bu deneyden tam 79 sene önce, dostoyevski karamazov kardeşler’de ne yazmıştı? “önemli olan insanın kendine yalan söylememesi. kendine yalan söyleyip, söylediği yalana inanan kimse, kendi içindeki ve çevresindeki gerçekleri tanımamaya, bunun sonucu olarak da kendisine ve çevresindekilere saygı duymamaya başlar… kendine yalan söyleyen kimse, herkesten çabuk da gücenebilir.”
peki bu psikologların psikoloğu çok mu normaldi? kesinlikle değildi. zaten kendisi söylemiş, “benim kişiliğim her zaman karamsar, hastalıklı ve heyecanlı olmuştur.” diye. kumar bağımlılığı vardı mesela, ama ne bağımlılık… okuduğumuz çoğu kitabını kumar borçlarını kapatabilmek için yazmıştı. sigmund freud onun bu bağımlılığını, patolojik bir tutku krizi olarak yorumlamış ve dostoyevski’nin sürekli kumar oynayarak, aslında kendisini cezalandırdığını iddia etmişti.
yani oynadığı kumarda zevk değil de, güçlü bir yıkım içgüdüsü vardı; ama dışa değil, içe doğru bir şekilde, mazoşistçe. çünkü adam hep bir suçluluk duygusu hissetmiş. freud’a göre dostoyevski’de oedipus kompleksi vardı. yani özetin özeti olarak annesini babasından kıskanıyordu ve otoriter, suratsız babasıyla sürekli bir iktidar kavgası içindeydi -ki zaten eylemlerimizin tek bir nedeni olmaz genelde.
peki suç ve ceza’daki raskolnikov bir katil olmasına rağmen, neden dünyada en çok okunan ve en çok sevilen roman karakteridir?
çünkü dostoyevski yargılama değil, anlama çabası içindedir. “iyi” ya da “kötü” diye net ayrımlar yoktur onda, çünkü herkes iyi olduğu kadar kötü, kötü olduğu kadar da iyidir işte. belki de bu yüzden kitaplarındaki karakterler sürprizlerle dolu ve belirsizdir. bir an çoşku duyarken ardından hüzünlenebilir ya da sıkılabilirler. çünkü insandaki tutkular çeşitli ve sınırsızdır. bir şey ister ve elde edemezse üzülür ya da elde ederse hemen başka bir şey daha ister. doğaldır yani onun karakterleri, doğal ve gerçektir. tıpkı bizim gibi.
en nihayetinde çoğumuz iki duygu arasında sıkışmış insanlar değil miyiz? bir yaşadığımız hayat var, bir de arzu ettiğimiz. ve bu ikisi arasındaki mesafe ne kadar açılırsa o kadar mutsuz oluyoruz. sonra bu sıkışmışlığın acısını da kendimizden ve çevremizden çıkartıyoruz.
sonuç olarak freud psikanalizin kurucusuydu ama, "gittiğim her yerde, benden önce oraya gitmiş bir şair buldum." demişti. dolayısıyla yazarlar, bilinçdışının yeraltı dünyasına doktorlardan, hukukçulardan ya da psikopatlardan daha derin bir şekilde sokulmuştu ve şüphesiz bunu en iyi beceren dostoyevski’ydi.
hakkındaki en doğru tespitlerden birini gene stefan zweig yapmıştır:
“o kusurlarının başıboş bir şekilde fışkırmalarına izin vermiş, içgüdülerini, suça yönelik olanlarını bile kısıtlamamış, yaşamaya bırakmıştır. kusurlarını, hastalığını, kumarı, içindeki kötülüğü ve hatta şehveti seviyordu, çünkü o etin metafiziğiydi, sonsuzluğa yönelik bir haz istenciydi.”
malın birisi. beyaz geceler kitabında meriçliğin kitabını yazmıştır. ah nazdenka sevgili kızım diye eli sikinde bekleyip en son götüne tekmeyi yemiştir. evet.
Yemin ederim size baylar, fazla bilinçli olmak bir hastalıktır. Gerçek, tam bir hastalıktır. Sıradan bir bilinç, insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir.
Bize gelmiş en güzel şey olabilir. Kah bir filozofun mırıltıları, kah bir kinigin içi boş kahkahası duyulur eselerinde. Yeraltindan Notlar'a yeniden baktim bugün. Elimin altında. insanların nasıl aptal varlıklar olduğunu anlatır bize.
Suç ve Ceza kitabı çok güzeldi aslında fakat gereksiz uzun anlatımları vardı. Bir konuyu en az 20 sayfada anlatabiliyordu mesela. Bu da genelde okuyucuyu sıkar.