"Mesela neden senin odanda duran, sen sandalyende ya da çalışma masanda otururken, uzanırken, ya da uyurken, seni bütünüyle gören mutlu bir dolap değilim? Neden değilim?"
kafka 6 çocuktan ilkiydi. 2 kardeşini bebekken kaybetti, diğer 3 kardeşi ise naziler tarafından öldürüldü. yani kafka tüm kardeşlerini gömdü ve yapayalnız kaldı. babası ise kaba ve cahil bir adamdı, kafka'yı yeterince 'erkek' olmamakla, pasiflikle suçluyordu. doğru, kafka düşünceli ve soğuk bir çocuktu ve hayatı boyunca kendini babasına kabul ettirmeye, sevdirmeye çalıştı, ama başarısız oldu. onunla konuşmaya bile çekindiği için, yıllar sonra uzun bir mektup yazdı babasına, ama o mektubu göndermeye hiçbir zaman cesaret edemedi. (bkz: babaya mektup) herhalde bir çocuk için en b.ktan şey olsa gerek, kendi ailesinden bile kabul görmemek.
kafka üniversitede hukuk okudu, ama yıllar boyunca b.ktan bir sigorta şirketinde basit bir evrak memuru olarak çalıştı. ardından verem oldu ve işten çıkmak zorunda kaldı. hayatının son 7 yılını farklı hastanelerde yatarak geçirdi. klişe ama, tek başına ve beş parasız öldü, çünkü dava ve şato gibi meşhur romanları, öldükten sonra yayınlandı. ki kitaplarının yakılmasını istemişti aslında, çünkü kimse anlamamıştı onu yaşamında.
bu kafka’nın gerçek hayat öyküsüydü, şimdi bir de, dönüşüm’de yarattığı karaktere, gregor samsa’ya göz atalım.
bir sabah uyanıyorsun, sırt üstü yatarken arkanda kocaman bir kabuk hissediyorsun. sağa sola dönmeye çalışıyorsun olmuyor, baya hamam böceğine dönüşmüşsün. ama o halde bile ilk olarak, “ulan işe nasıl gideceğim şimdi?” diye düşünüyorsun, “patrona ne diyeceğim?” çünkü ne halde olduğunun bir önemi yok, sistem senden ne pahasına olursa olsun işe gitmeni bekliyor ve sen her zaman kendinden çok, o işi düşünüyorsun. aynı o sigorta şirketinde çalışmak zorunda olan kafka gibi.
buradaki bir diğer metafor da bireyin kendine yabancılaşması tabii. yaşamın tüm o koşuşturması içinde kendinden o kadar uzaklaşıyorsun ki, bir sabah böcek olarak uyandığında bile, “ben neden bu haldeyim?” diye sormuyorsun, “bacaklarımı nasıl hareket ettireceğim?” diye soruyorsun. aynı bugünkü yaşamlarımızda, “hayatın anlamı ne?” diye sormak yerine, “bugün ne kadar para kazandım?” diye sormamız gibi. yani hiçbirimizin böcekten farkı yok aslında.
kitaptaki bir diğer üzücü detay da, o evde insan olmayı hak eden bir tek gregor’dur aslında. çünkü iyi bir adamdır o, ev halkı ise kaba ve cahil insanlarla doludur. babası onu sopayla kovalar mesela ya da kız kardeşi bir böcek olarak gregor’u görünce korkudan bayılır. ama gregor her şeye rağmen kendini onlara kabul ettirmeye, sevdirmeye çalışır. aynı kafka’nın babasına yapmaya çalıştığı gibi.
ama elbette onu kabullenemezler ve kitabın sonunda gregor’u süpürüp çöpe atarlar. çünkü nankördür insanlar ve artık işlerine yaramayan bir şeyi yok edip ortadan kaldırmaktan çekinmezler. sonuç olarak zayıf soluğu burun deliklerinden son kez çıkan gregor, kırgın bir şekilde gider bu dünyadan, gene aynı kafka gibi.
dolayısıyla, şahsen, okuduğum bir kitabı yazarından bağımsız düşünmüyorum. ve bu arada, beyler bayanlar, evde gördüğünüz hamam böceklerini falan öldürmeyin, ne olur ne olmaz, belki gregor samsa’dır.
işe gitmek üzere yatağında uyandığında bir hamam böceğine dönüşmüş ve akabinde tüm aile fertleri tarafından satılmış, üstelik de çürük yiyeceklerden hoşlanmaya başlamış talihsiz bir adamın hikayesini yazan psikolojik sorunları olduğu aşikar bir yazar.
Adam ölümünden sonra tüm eserlerinin yakılmasını istedi bizse sevdiği kadına yazdığı mektupları bile okumakla kalmayıp kitaplaştırıp sattık. Özel hayata saygı da kalmamış.
Eserleri takdir edilirken karakterini de yüceltenlerin nişanlı bir adam iken evli bir kadın olan milena ile mektuplaştığını da göz önünde bulundurması gerektiğini düşünüyorum.
kimliğini taşıdığı hiçbir cemaat tarafından kabullenilmemiş yazar. dinine çok bağlı olmadığı için yahudiler tarafından, yahudi olduğu için almanlar tarafından dışlanmıştır. bu dışlanma ve yalnızlık duygusu kendisini zamanın en iyi yazarı yaptı.
Ölü haldeki yasayı en net gören yazar. Dava ve şato romanlarına bakıldığında - dava'daki duruşmayı hatırlayın- ortada olmayan bir yasanın ve uygulamanın kopuk haldeki tezahürleri vardır. duruşma salonunda sevişen insanların "ahlaksız" tavrı yasanın ölü halinin bir kanıtıdır. Aynı dostoyevski'nin "Tanrı yoksa her şey mübahtır" minvalinden sözü gibi "Eğer yasa yoksa suç özgürlüktür" türünden bir yaklaşım sergilenir. Hatta insan olmaya bile gerek yoktur.