kafka bilindiği gibi. yabancılaşmış bir kişiyi temsil eder.. babası çek proleteryasından annesi alman yahudisi kendisi de almanca yazan biridir. milliyetler, kişiler; kadınlar ve kişilikler arasında kalmışlığı en derinden yansıtan bir aynadır kafka. daha sonra eserlerinde de bu açığa çıkacaktır en can alıcı biçimde.
kadınarla yaşadığı ilişkiler devreye girecektir, felice bauer, dora diamant ve evli olan en büyük aşkı niteliğinde milena jesenka. aynı zamanda hayatının son episodlarına doğru da vereme yakalandığı ve bunun da yazma edimini etkilediği bir diğer gerçeklik..
kafka'nın üzerinde etkili olan bir diğer erk tahakümü ise ''baba imgesi''dir. hüküm, dönüşüm, dava, hatta hatta amerika'da bile az çok kendini hissetitiren bir etkidir. kafka bilindiği gibi öyle çok konuşan bir insan değildir. yazmak onun için bir tutku olup, hayatında aktarmak istediklerini ya da eleştirilerini hikayelerinde ve mektuplarında dile getirme cesareti bulmuştur.. (özellikle hüküm isimli öykü derinden incelenmelidir bu konuda)
biraz kafka'yı anlama ve kafkaesk açısıdan derinleşmek istiyorum franz werfel'in bir yorumuna göre ''bodenbach sınırının ötesinde, kafka'yı anlayan tek kişi çıkmayacaktır'' şeklinde beilrtmiştir;kafka'yı anlamayı.
kafkaesk'e bakıldığında derin bir alegori ile örülü ve aynı zamanda kurucusunun da bu dünyadan pek haberdar olmadığı, ilintileri zor kurulur labirentlerle dolu bir dünya karşımıza çıkar. ama en azından bir kemik de atar. tam manasıyla aç bırakmaz okuyucuyu. bazen de şu karşıtlık ve ilginç durum meydana gelir; "ben öykümü okuyorum bulmaca mı çözüyorum"
kafka'nın metinleri eleştirmenlerin belirttiği gibi tam manasıyla bir yapbozdur. hepsi kendi içersinde bir dünya olmakla birlikte bunlardan birinden yola çıkarak da içinizde dolaştığınız bu kısır döngüye son vermeye çalışırsınız ama kafka ne yapar? size sadece yol gösterir. kapıyı göstermez yürümek ve yorumlamak size kalır. kafka romanlarını oluştururken dikkat ettiğim şeylerden birisi de, kafka romanları hikayelerin parçalarını birleştirerek oluşturmaktadır. yanlış hatırlamıyorsam ceza sömürgesi isimli kitapta yer alan ''yasanın önünde'' isimli öykü.. aynı zamanda dava'nın en sonundaki öyküdür.
değişik iliştirimlerle kafka romanının yapısını kurar. kafka'nın en dikkat çeken özelliklerinden birisi de; diğer yazarlardan ayrılmasıdır; tam manasıyla sıradışıdır kafka! diğer yazarların her zaman düzeltmek istedikleri bir dünya vardır. bir müdahele söz konusudur. ama kafka'da bu durum farklıdır.. nasıl? kafka müdahele etmez okuyucuyla yüz yüzedir roman ya da öykü.. dedim ya sadece yolu gösterir yürümek ve bulmak ve yahut da yorumlamak size kalmıştır.. veysel atayman'ın dediği gibi
"yazar metni unutup gitmiştir masanın üzerinde"
yani sıkışmıştır biryerde. bunu da karakterlerden birinden dünyayı görerek yapar: mesela herkes dönüşüm'ü samsa'nın gözünden okur. onun düşünceleriyle şekillendirir. aynı zamanda diğer öykülerde olduğu gibi. dava'nın kahramanı joseph k:'da da durum pek farklı değildir. ya da ceza sömürgesindeki gezgin..(zaten yazar kendi metnindeki ana ilmikleri başıboş bıraktığında yardıma bir dal gibi karakterller ya da semboler yetişir)
bir de diğer romanlar incelendiğinde.. üç evreli bir yapı ortaya çıkar..
birinci evre; beklenmedik bir durumda ortaya çıkar. ikinci durumda; ders alınır ve olgunlaşma evresi de denebilir. üçüncü durumda da; zorluklar halledilir. herşey eskiye döner. işte kafka'da bu örgü söz konusu değil kafka'da karakterler hiç bimeden kendilerini ikinci evre içersinde bulurlar.. örnekverirsek daha da açıklayıcı olur:
ceza sömürgesi:
"kendine özgü benzeri olmayan bir aygıtttır bu" dedi subay gezgine ve kuşkusuz çok iyi tanıdığı aygıta hayranlıkla baktı"(aygıt ne? subay kim?, gezginin ne işi var orada?; soru işaretleri hemen bitmeye başlıyor)
dava:
''biri joseph k.'ya iftira atmış olmalıydı, çünkü çok kötü birşey yapmış olmamasına rağmen bir sabah tutuklandı''
sıkmamak açısından iki örnekle geçiştirebiliriz..
birinci evre genelde ''...rdı'' şeklind anlatılır özlemli bir hava sözkonusudur. aynı zamanda üçüncü evreye de atıflar vardır. ama bu durumun nasıl olduğuna dair ipucuvermez. hem verdiği bilgiler de bizi kördüğüm eder. şato'ya bakan kahramanın daha dikkatli baktığına şato'nun daha belirsizleştiğini gördüğü gibi.
zaman açısından ele alındığında ise;
kafka'da zaman da oldukça belirsizdir hem de çok belirsizdir. daha doğrusu zaman bir durum içersindedir. ya da karakterlerin durumundan da zaman anlaşılabilir. karakterler açısından derin bir izafiyet sözkonusudur. mesela yasa'nın önünde isimli öyküde kapının önünde bekleyen iki yaşlanır ama bekçi de herhangi bir dğeişiklik hasıl olmamıştır.(pireler dışında!)
esasında zaman belirsizdir demiştim. içinde bulunduğu bir düş alemi kurmuştur kafka; dünya sonsuzdur belki yaşamla iç içe belki tamammen kopuk böyle bir durumda zaman da belirsiz zaten doğru bir zaman kurmak olası mı? karakterlere göre boyutları değişmekte bu zamanın hem de en keskin bir şekilde!
esas önemli nokta ise mekandır. mekan dediğimiz şey kafkaesk'de tam manasıyla farklı bir alemdir. burada da bir bürokrasi vardır nasıl? şatodaki güçlüler davadaki üst kişlerin bulunduğu loca ve aynı zamanda yasa önündeki bekçi ayakta dururken taşradan gelen kişi tabureye oturur. mekanda bir farklılık durumu hasıl olmuştur, mesela dönüşümde eski durma göre farklı görünür eşyalar(böcekleşmiş gregor). daha derinden incelendiğinde bir sıkışmışlık hakimdir ama bu sıkışmışlık ve kısır döngü içersinde de bir özgürlük vardır nasıl?
ceza sömürgesindeki infaz subayı esasında görüldüğü gibi, yaşamını makinaya bağlamıştır. makinanın işleişinin en ilgi çekici olduğu zamanlar da o da en mutlu insanlardan biridir. mesela açlık cambazı(bazı çevirilerde açlık sanatçsısı olarak geçer) onun da özgürlüğü bir ilgiye ya da sanatını daha iyi bir şekilde icra edebilmesine bağlıdır(ya da o öyle hisseder). samsa da esasında kendini böcek halinde daha mı özgür bulmuştur? bence bu soruyu daha derinden irdelemek gerekir?
esasında karakterlerin labirentler arasında dolaştığını söylemek daha doğrudur çünkü; özgürlükten hareket etmez onlar. hareket ettikleri sadece labirent içersindeki alandır! bir özgürsüzlükten(kendi içinde özgürlük) diğer özgürsüzlüğe doğru hareketlerini yoğunlaştırırlar. örneğin: samsa ailesine bakmak zorundadır ve iş onun özgürlüğünü sınırlandırmaktadır. ama aynı zamanda böcek olması da belki bir derece özgür kılabilir onu yani işten kurtarmıştır ama aynı zamanda bir diğer özgürsüzlüğü sürüklemiştir..
bu labirentleri başka nasıl yorumlayabiliriz? "yasanın önünde" isimli öykü bunun için çıkış noktasıdır..(davanın sonlarındaki öykü) kapı önünde bekleyen kişi bürokrasininin zorluklarından dolayı mı orada beklemektedir ? farklı bir nedenden mi?
bilindiği gibi yasa özgürlükleri sınırlayan bir şeydir. bireyin başının üzerine balyoz gibi gelir. bu bilinen bir gerçektir. bu labirentlerde belki de en aşağısı taşradan gelen kişi için açılan özgürlük kapısıdır ve bu kapının kapanması da onun özgürlüğünü sonuna kadar bitirmiştir. bu kapıdan geçildiğinde diğer özgürlükler söz konusu belki.. dava isimli romanda inceleyeceğim bir nokta burada çok dikkatimi çekti o da şudur davanın bitme olasılığı üç şekildedir..
1-gerçekte aklanma
2-görünüşte aklanma
3-sürüncemede kalma
gerçekte aklanma gerçek özgürlüğü sağlar aynı zamanda kişinin de dava dosyasının hiç görünmeyecek şekilde ortadan kaldırılmasını sağlar. en yüksek mahkemenin vereceği karar olup, hiçkimse (en az bilinen kesinlikte) hiçkimse bu aklanmayı sağlayamamıştır. ama bu olay bir eleştirmene göre. "ölüm" durumunu anlatır.. zaten taşradan gelen adam ölümüne yakın kapıdan gelen ışıkları görmeye başlamıştır(yaşarken bu kapıdan girilemez!). bir diğer olay. görünüşte aklanma olayıdır ki bu durumda dava dosyası kapanmış gibidir ama bir yargıcın ciddi incelemeleriyle yeniden açılacağı zamanı beklemektedir. ve bunun olması da davayı yeniden başlatacaktır.. diğer bir olay ise sürüncemede kalmadır sürüncemede kalmada ise: sürekli bir dava süreci sözkonusudur. bir koşuşturmaaca.. bir beklenti.. böylece davanın ne zamana kadar süreceği belli olmaz. işte kafka'nın özgürlük ve özgürsülüzlük noktası...
"sürüncemede kalma" ve "görünüşte aklanma"nın bu labirentlerden birisi olmadığını kim söyleyebilir?
ya da davadaki joseph k.'nın dava ile işi arasındaki ilişki de az çok bu olguyu adlandırmakta yardımcı olabilir...
kafka'nın eserlerinde esasaında çok farklı bir dil konuşulur daha doğrusu anlaşılmaz iletişimisizliği buna bağlamak lazımdır biraz da.. daha doğrusu soyut bir devletin tahakkümünün neden olduğu temsilidir belki.(tavan arasında mahkeme mi olurmuş işte soyutlaşma)
kafka'ya yazma gücünü veren şey nedir? ne ile yazmaktadır?
esasında bilindiği gibi, kafka çok konuşmayan bir insandır. orhan tuncay'ın kafka hakkında şöyle bir yorumu var:
"belli duyulardan yoksun olan kişilerin bu eksikliği gidermek için diğer duyularını geliştirdikleri bilinir kafka'nın edebiyat yaklaşmına ve ifade yeteneğine katkıda bulunan öğelerden birisi de konuşmayı sevmemesi ve konuşarak ifade etme yeteneğinin kısıtlı oluşudur".
dil bilindiği gibi sınırlandırıcı bir etkendir. sembolizmin kökü de; dilin bu sınırlandırıcı etkisinden kurtulma ediminde ortaya çıkmıştır. böylece yazarı da dilin bu sınır konusunda şeffaf hale getirmiştir. aynı zamanda kafka orhan tuncay'ın da belirttiği gibi şunları söylemiştir;
"bana göre başka türlü olmak olanaksız, çünkü konuşma binlerce dış faktörden ve kısıtlamadan etkileniyor böylece bu yalnızca gerektiği için değil, aynı zamanda ikna olmadığım için sessizim"(belki de sınırlanma!)
yazma edimini sağlayan bir diğer gerçeklik de "korku" dur..(kimlieri tutkuyla yazar, kimileir ise güçlerini korkularından alırlar!)
kafka kendi özünün korku'dan oluşturduğunu söylemektedir..
"..ve ayrıca benim özüm korkudan başka bişey değil"
devamını ahmet cemal'e bırakalım:
"kafka aynı zamanda bu korkuya olumlu bakmaya başlar ve böylece de kendi kendini, özünü daha açık, adeta yakınmasız benimser. milene'ya yazdığı mektuptan:
'" ...ve o korku benim için en iyi tanım. ve benim en iyi yanım olduğu için de belki sevdiğin tek yanım.. çünkü onun dışında sevilmeye değer bir yanım yok! ama bu korku sevilmeye değer"
esasında buradan bakıldığında bu bir mazoşizm gibi görünebilir. belki korkudan korkuyoruz acı çektiriyor ama onsuz yaşayamıyoruz(aynı tutku gibi).. ama bu şöyle de yorumlanabilir: içinizde birşey var acı veriyor ama aynı zamanda da bir sır bellki de bir yetenek. onla da onsuz da olmuyor "iki cami arasında beynamaz" gibi bir durum..
aklımıza bir soru daha gelebilir kafka'nın ilk üç romanı bitmemiştir.. bunun nedenleri içersinde düşünmek gerekir. bazı eleştirmenler ''böyle büyük bir romana yazacak uygun bir son bulamamıştır'' saçmalığın daniskası olarak geliyor bana(bu benim görüşümdür). kendi acizliklerini kafka'ya yüklemek gibi. bunun için anlama'da daha çok çaba göstermeliyiz: eserlerini yarım bırakmasının nedeni bana en mantıklı geleni söyleyeyim:
kafkanın romanları insanlığın romanıdır; daha doğrusu insanlığın mücadelesinin romanlaırıdır. insanlık da yılmadan bu mücadeleyi sürdürmelidir.. bu nedenle romanlar bitmemiştir..
bir başka yorum da bu konuda edwin muir'in;
kitap ikisi gibi bitirilememiştir.. çünkü insanlığın durumunu ortaya koyma girişimiyle yola çıkan yaza, bu yolu sonsuza kadar sürdürebilir ve bir sona ulaşamaz. kafka aforizmalardan birinde şöyle diyor:
"bir son var ama yolu yok. yolun içinden çıkılmaz olduğunu söyleyebilirim. tüm öykülerinden aklında tuttuğu yolu biliyoruz. ama sona ulaşacak yolda sonsuza kadar yürünebilir, çünkü ona göre yaşam sonsuz biçimde belirsizdir. bu da kaçınılmaz biçimde öykülerde boşluklara nedeeolur. eğe bu doldurulmuş olsaydı, başkaları ortaya çıkacaktı.."
bununla birlikte kafka nedir? ciddi manada bu soruyu sordum hakikaten kafka nedir? kafka iyinin içine saklanmış bir şeytandır.. evet kafka öyledir. bakın mavi oktav defterleri'nde ne diyor:
"şeytani olan, iyinin suretine bürünür bazen. hatta bütünüyle onun vücuduna yerleştirirkendisini. eğer bu gerçek bana gizli kalırsa, hiç kuşkusuz ezik düşerim, çünkü böyle bir iyi, gerçek iyiden ayartıcıdır. ama ya kendini gizleyemezse? ya sürek avındaki şeytan güruhu beni dosdoğru iyi'nin içine sürerse? ya iğrenç bir nesne olan ben, her tarafıma batan bütün iğne uçları tarafından yuvarlana yuvarlana, her yanım iğnelenerek, iyinin içine zorla tıkılırsam? iyi'nin göze görünür pençeleri üzerime saldırırsa? o zaman adım geriler, bütün o karar vermemi beklemiş olan kötü'den iççeri usulcacık ve üzgün giriveririm"
aforizmaların son bölümündeyse şöyle bir hikaye anlatır:
"iki çocuk, altı yaşlarında bir oğlan çocuğuyla, pahalı giyimli yedi yaşında bir kız, casinelli'nin vitrinin önünde bir aşağı bir yukarı dolanıyor. tanrı'dan ve günahtan konuşuyolardı. kız galiba katolikti, tek gerçek günahın tanrı'yı aldatmak olduğunu düşünüyordu.. çocuksu bir inatçılıkla oğlan, galiba bir protestandı, insanları aldatmanın ya da hırsızlık yapmanın ne olduğunu sordu. "onlar büyük günah" dedi kız, ama en büyüğü değil, sadece tanrıya karşı işlenen günahlar en büyüktür; çünkü insanlara karşı işlenen günahlar için günah çıkartırırız. günah çıkarttığım zaman, hemen bir melek gelir ve arkamda durur; ama günah işlediğim zaman, şeytan gelir arkamda dikilir, ama şeytan göze görünmez" ve kız yarı ciddi konuşmaktan usanmış, şakadan topukları üzerinde döndü ve dedi ki; "bak, bennim arkamda kimse yok." oğlan da döndü ve beni gördü: "bak" dedi. duyup duymadığına aldırmaksızın, belki de bunu hiç düşünmeksizin,
"benim arkamda şeytan dikiliyor"
kaynaklar:
aforizmalar/franz kafka(Bordo Siyah Yayınları)
mavi oktav defterleri/franz kafka(Bordo Siyah Yayınları)
veysel atayman/kafka eleştirisi
ahmet cemal, dava kafka ve gerçeklik
kafka'yı kullanma kılavuzu/orhan tuncay
şato/kafka,(cem yayınevi, gün yayıncılık)
idris parry/kafka(şato)
edwin muir/kafka (Şato Gün Yayıncılık)
bir minör edebiyat için/guattari, deleuze, Yapı Kredi Yayınları
gönül isterdi ki, milena’ya mektuplarının derlenmesiyle oluşturulan kitabın içeriğinde milena’nın mektupları da olsaydı. bir süre sonra tek taraflı mektupları okumak tuhaf geliyor.
bir yazar.
şimdi şöyle sen hayatin boyunca hep dislan, yahudiyim de yahudisin diye hıristiyanlar dislasin, hristiyana benziyon diye yahudiler dislasin. almanca konus cekler dislasin, cekim de almanlar dislasin.
anca bir dislanma ezilme.
baban çelimsiz ince gucsuz diye sevmesin, anan babasinin oglu diye sevmesin.
karin zengin olsun oh kurtuldum de karinin ailesi fakirsin diye ezsin.
genc yasta verem ol, zayıfla acilar cek bir senataryumda vefat et. acilar bitti oh de.
en yakin arkadasina vasiyet et kitaplari mektuplari yak sakin basmayin de, dönüşüm kitabinin kapagina da böcek resmi koymayin coluk çocuk isler yapmayin de.
arkadaşın gitsin tum kitaplarini eserlerini hatta mektuplarini bile bastirsin. yayimevi de gelsin dönüşüm kitabini böcek kapagiyla bassin :d
milyonlar okusun seni sen okunmak istenmedigin halde, bir de instagramlarin süsü ol.
arkadaş samanyolunun ibretlik filmlerinde ana babasini döven evlatlar bu kadar çekmedi. sen ne yaptin böyle ya alla alla
not:
agnottott okuyorsan ve zengin olduysan beni prag'a götür ya :d tamam o kadin icin gitmeyecegiz, kafkanin evini ziyaret ederiz :d kafkanin benim fatihama ihtiyaci var :D
"Gerçek bölünemez, bu yüzden kendini tanıyamaz. Her kim onu tanımak istiyorsa, yalan olmak zorundadır."
Melankolisini ve varoluş sıkıntısını Daha iyi anlayabilmek adına meraklısı için, 1991 yapımı "dava" isimli romanından uyarlanarak çekilmiş jeremy irons'ın canlandırdığı güzel bir biyografik filmi de olan varoluşçu yazardır.
Bundan yıllar önce almıştım milenaya mektupları. En sevdiğim cümlesi buydu. Yıllar geçti, gene unutamadım. Bir yerlerde buldum yaptığım bu alıntıyı buldum geri.