coğrafya denen mikrop derse karşı desteklenmesi gereken ders ve bölümdür. iğrenç coğrafya real oviedo denen mikrop, güzel felsefe ise efsane real betis demektir.
Müfettişlerin, denetçilerin vb. benzer meslek mensuplarının (Bende bu kümenin bir elemanıyım) hayatta mutlaka üzerlerine eğilmesi gereken ve kendi öznelleriyle harmanlaması gereken bir bilim dalıdır. Neden denilecek olursa; Felsefe öznel yargıları ortaya çıkarır ve zaten yukarıdaki mesleklerin en büyük silahı olan şüphe etmek fiilini anlamlı ve başarılı bir şekilde ortaya serer. Bonus olarak şunu söylemeliyim; Düşünmek düşünme aşamasında basittir ama kendin ile uygulamada bir ömür gerektirir!!!
''Eğer insanı tanımak diye bir gereksinimimiz varsa bunu bize felsefe sağlar. Yaşamın ne olduğunu bilerek yaşamak var, bir de bilmeyerek yaşamak var. Yaşamın ne olduğunu bilmeden yaşamak demek, bir anlamda içgüdüleriyle yaşamak demek. insan için göreneklerle yaşamak demek. Yani anamdan, babamdan, dedemden böyle gördüm, ben böyle yaşarım demek. Oysa yaşam tartışılması gereken bir şeydir çünkü sürekli dönüşmekte olan bir güçtür. O zaman felsefenin bize sağladığı tek bir şey var, o da yaşamı öğrenmek. Daha doğrusu, yaşamı gerçekleştiren insanı öğrenmek. insanı bilmeden hiçbir üst düzey başarı elde etmemiz mümkün değil. insanı tanıdığım zaman ben kendimi de tanımış oluyorum. Montaigne bunu çok iyi ortaya koydu, ben'imi araştırıyorum çünkü insanı tanımak istiyorum diye. Kendimi araştırarak insanı tanırım, insanı araştırarak kendimi tanırım. dolayısıyla dünyada doğru dürüst bir yere yerleşebilmem için insanı tanımam gerekiyor. Zaten felsefe insan içindir. Felsefe, yalan yanlış bir takım ünvanlar elde etmek için değilse, gösteriş yapmak için değilse, 'vay adama bak ne biçim konuşuyor' gibi sonuçlar almak için değilse doğrudan doğruya insanı tanımak içindir. Bir anlamda şöyle de diyebiliriz: nasıl teknik, yaşamı kolaylaştırıyorsa, felsefe de bir başka anlamda yaşamı kolaylaştırıyor. Ölüm karşısındaki dinginliğimiz, acılar karşısındaki tutarlı davranışımız, gelecekten korkmayışımız, yaşarken insanlarla al takke ver külah birbirimize girmeyişimiz... Hepsi bize felsefenin sağladığı verimlerdir.''*
işte şimdi filozofların ilimlerinin hikayesini dinle: Onları birkaç sınıf, ilimlerini de birkaç kısım hâlinde gördüm. Her sınıfın içinde kendi kısımları ve her kısımın içinde kendi akılcıları ve her akılcılarının içinde kendi haleti ruhiyeleri vardı. Sınıflar diğer sınıfları, kısımlar diğer kısımları, akılcılar diğer akılcıları inkar ederken tabi olanlar ve karşı duranlar haleti ruhiyeye göre, bebeklerin büyümesi gibi her gün deyişmekteydi.
Filozoflar fırkalarının çokluğuna ve çeşitliliğine rağmen, Dehriyyun , Tabiiyyun ve ilahiyyun olmak üzere üç kısma ayrılırlar.
Dehriyyun sınıfı eski filozoflardan bir zümredir. Yaratıcının varlığını inkâr ederler. Kainatın tesadüfen ve insanın da hasebeli tesadüfle yavaş yavaş olduğunu söylerler. Derlerki insan insan olarak başlamadı, hayvan olarak başladı. Bu hayvanların seçilmişleri insan oldu, tesadüfü hasbelin dışındakiler hayvan olarak kaldı. Tasadüfi hasbel sınıfı ne zaman, kim tarafndan ve nasıl ayrıldı sorusuna cevapları yoktur. Malüm odurki arzın toprak verimini güç kabul edecekler ve o güce inananacaktırlar. Neslin aklı öne çıktıkça sorular artacak ve bu kısım felsefeciler nesillerin kabul gördüğü müspet ilimleri kendilerine ispat yapacaktırlar. Hayvan ismi zikredildiğinde anlaki kıyamet yaklaşmıştır. Tek ilim sahibi Allah’tan haya ederek acizane malümatım bu kısım insanın kökünün Adem yerine insana benzeyen bir hayvan seçecekleridir. Fitneye kurban olmakla köle olmak ihrasında kalmış karışık dimaları eşref-i mahlükatı hayvana götürme seyrindedir. Eski fesatı yeni dilde söylemek aklın bulduğu yeni fikir değil, akıldaki necisin dilde beden bulması, sesle avama bulaşmasıdır.
Tabiiyyun; bunlar da ahiretin mevcudiyetini kabul etmediler. Cenneti Cehennemi, kıyameti ve hesabı inkâr ettiler. Allahü teâlânın, her yaptığımızı her düşündüğümüzü bildiğini unutmamalıyız. insanlar birbirinin dışını görür. Allahü teâlâ ise, hem dışını, hem içini görür. Bunu bilen bir kimsenin işleri ve düşünceleri edepli olur. Tabiiyyun cular Allahı tek ve yaratıcı kabul ederler ancak hazlarının peşinde gidenler dendir. insan gözünün açık olarak gördüğü ölümü inkar edemeyeceklerinden, gözün görmediği ahireti inkar ettiler. israiloğullarının altın ve faizin sahibi tüccarları derlerki, ahirete inanlardan rızık, inanmayanlardan servet kazanılır. israiloğulları bu sebepten Tabiiyyun cu felsefecilerin hamisidir. Ahireti inkar eden ve hazza teşvik eden her lafı altınla desteklerler. Halbuki her inasnın arkasına bir muhafız koyacağınıza, herkesin kalbine iman koysanız hiç bir sübyan sütten, hiçbir evlat mirastan mahrum kalmazdı. Tabiiyyun cular Allah’ı yaratıcı kabul ederler müziği ve şarabı aracı edinirler. Halbuki Allah, melayiniyi ve sarhoşluk yapan herşeyi haram kılmıştır. Tabiiyyuncular kendi akıllarından, aklının işe yaramadığı ahiret hakkında fikirler öen sürdüler. Sürdükleri her fikirde kabülü arttırmak için sorumlukları sildiler, keyifler eklediler. Evlat cima aşk değildir. Aşk zamanın başından beri durmaksızın akan nehirdir. Sen, zannetmeyi, tarif etmeyi, uzaktan seyretmeyi, kanarından ıslanan olmayı, ıslanmışları takip etmeyi bırak bu nehirden nasiplen. Helal cima bu nehirden nasiplenenlerin ıslak ayaklarının, tahta da bıraktığı ıslaklığın üzerindeki revnak bile değildir. Zina ile Allaha ulaşılmaz uzaklaşılır. Zmanın neresinde yaşarsan yaşa karşına öyle gafiller çıkacakki. Her biri kendisi için bir Rab yapmış olacaklar ve o akılların ürettiği kolay olan fitmeyi adaletin yolu olarak anlatacaklar. Hayyam şarabına bahane olarak kemseyi gösterdi, onlarda sana hayyamı gösterecektir. Tabiyuncular şaraptan ve zinadan ayrılamadıkları için ahireti inkar ederler. Tabiyuncuların bir zümresi vardır ki, onlarda ahireti kabul ederler ama şarabı ve zinayı haram saymazlar. Ahmak dahil oldum diyip, tabi olduğu kuralı yeniden yazmaya çalışandır. Allah şahittirki onların eline fırsat geçse Kuranı-ı kerimi bile yeniden yazmaya kalkacaklar ve inandıkları rablerine hata atfederek kendileriyle çelişeceklerdir. Hiçbiri cesaret sahibi değildir. Kabul etmiyoruz ve kuran ve hadisi inkar ediyoruz diyemezler ama kuralları yeniden yazarak kendi dinlerini inşa ederler.
Allah sabırlıdır. Allahın sabrını rıza zannederler, bilmezlerki bu zanları onları kafirlerden bile korkunç azaplara sürükleyecektir. Bütün felsefe zümreleri yeryüzünden silinse bile şeytan en çok tabiyuncuları sevdiği için onların çeşitleri kıyamete kadar yaşayacaktır. Ey oğul Tabiyuncunun tasavvuf içinden geleni kıyametin habercisidr. Boşalmış peymaden(kadehten) bakarak, şarkılarlar yaptıkları şeytan zikirleri onları sade e kısa dünya hayatında rahatlacak, ve israiloğullarına servet kazandıracaktır. Kabirde onları büyük bir hesap beklemektedir. Allah cesurları sever. Onlarki kalplerindeki inkarı dile getiremeyecek kadar korkak, dillerindeki imanı yaşayamacak kadar zayıftırlar.
Üçüncü sınıf olan ilahiyyun, daha sonra gelen filozoflardır. Bunlar ilk iki sınıfı red etmişlerse de kendilerini bid’at ve küfürden kurtaramamışlardır.” Üçüncü kısımdan olan bu filozoflar, kendilerinden önce gelenlerin yanlışlarını açık seçik göstermek ve bir yaratıcının olduğunu söylemekle beraber Peygamberlere inanmadıkları için küfürde kalmışlardır. Çünkü küfürden kurtulmak için Peygamberlere ve onların bildirdiklerine inanmak da şarttır. Peyganberleri ve kitapları inkar ederek her biri yeniden yeni dinler yazmışlar ve kendi yazdıkları dinlerin içinde yeni tartışmalar yaparak yeni dinleri çıkartmışlardır. Taptıkları tek şey sözle yapılan laf savaşlardır ve jerşeye soru sormaya inanırlar. Mademki herşeyi soracağız ve hiçbir şeyi doğru kabul etmeyeceğiz, o zaman sizinde sorduklarına soralım sizide inkar edelim denildiğinde; her anlama mal edilecek şiiirler yazacaklar ve sorulara tapacaklardır.
tüm inanç ve uslamlamayı yadsımaya hazırım ve hiçbir görüşe giderek bir başkasından daha olası ya da olabilir diye bile bakamıyorum. Neredeyim, ya da neyim? Varoluşumu hangi nedenlerden türetirim, ve hangi duruma geri döneceğim? Kimin iyiliğini elde etmeye çalışayım, ve kimin öfkesinden korkmalıyım? Hangi varlıklar kuşatır beni, ve kimin benim üzerimde etkisi ve benim kimin üzerinde etkim vardır? Tüm bu sorularla kafam karıştı, ve kendimi imgelenebilecek en acıklı durumda, en koyu karanlık tarafından kuşatılmış ve her örgen ve yetinin kullanımından bütünüyle yoksun bırakılmış duymaya başlıyorum.
Ne mutlu ki, us bu bulutları dağıtmaya yeteneksizken, 'doğanın kendisi" bu amaç için yeterlidir, ve ya bu kafa eğilimini gevşeterek ya da küçük bir oyalanmayla ve duyularımın tüm bu kuruntuları gideren diri izlenimiyle beni bu felsefi, aslında kuşkucu melankoli ve sabuklamadan kurtarır. Yemek yerim, bir tavla oynarım, söyleşilere katılırım, ve dostlarımla mutluyumdurve üç dört saatlik eğlenceden sonra, bu 'kuşkucu' kurgulara geri döndüğüm zaman bunlar öylesine soğuk, gergin ve saçma görünürler ki, içimden onlara daha öte girmek gelmez.
felsefe, karanlık bir odada iki kara kedinin birbirini kovalaması gibi bir şeydir. kedilerin birbirini yakalama ihtimali ne ise insanların onu anlama ihtimali ancak o kadardır.
Kanımca felsefe, yaşadığımız çağın sorunlarına tanıklık yapan bir disiplin alanı değildir artık. Günümüzde felsefe, kendi litaratüsünde yarattığı kavram fetişizmi ile kendini adeta pasifize etmiştir. Kavramların arasına sıkışmış ve insanlığın gerçek sorunlardan uzaklaşmıştır felsefe. Oysa antik-yunanda felsefe toplumu belirleyen, ona yön veren, onu en ideal biçimde dönüştüren bir dinamikti, şimdi ise akademinin dışına çıkamayan, yeni, farklı ve işlevsel düşünceler üretemeyen bir boyuta indirgenmiştir. Gündelik hayatın sorunlarına ışık tutamayan, yaşadığımız çağın kimliğini saptayamayan bir felsefe var artık karşımızda. Felsefenin işlevsizleşmesiyle beraber, tarihin içinden bugünlere kadar süregelen filozof imgesi de değişmiştir. Günümüzde filozoflar üniversitedeki köşelerinden, oturdukları yerden felsefe yapmakta, topluma nüfuz edememektedirler. Bunun dışında katılımcı ve yetkeci bir felsefe kültürü de yok artık dünyada. Felsefe sanıldığının tam aksine bütünleştirici ve birleştirici değil de, yıkıcı ve ayrıştırıcı bir rol üstlenmektedir insan yaşamında. Pozitivist felsefe her ne kadar felsefenin bu durağan kimliğini yok etmeye çalışmışsa da pek etkili olamamıştır.
bitmistir. antik yunanda perslerin zamaninda iyiymis ama artik dunya hakkinda cogu sorunun cevabi oldugu bir yuyzyilda felsefe diye birseyden soz edilemez bence.
antik yunandan hristiyanligin dogusuna kadar altin zamanini yasamis.. sonra ronasansda tekrar dogar gibi olmus ve sonra tekrar yok olmustur. ortadogudaysa islam hersey ve herkes hakkinda bir cevap vermeye calistigindan tum merak kavrami bitmistir. meragin olmadigi yerde de felsefe olamamistir. felsefe bir din gibi dir insanlarin hayat hakkinda kendi dusuncelerinden doktrinler yaratmasidir. super birseydir tum billimlerin dinlerin yasalarin dogmasini saglamistir. felsefenin bagimsiz olmasinin ve sinirsiz olmasinin nedeni herkesin kendi doktrinin yaratabilecegindendir.
felsefe, hakikati başıboş arama sistemidir... bizim rejimimiz olsa, üniversitemizde, felsefeyi, '' bakın ne kadar bâtıl olduğunuzu görün dünyada ! '' demek, bâtılın kaç şubesi olduğunu tanıtmak için okuturuz. islâmda ise bağlı hakikat vardır... hakikate bağlandıktan sonra serbest çıkış yoktur !... onun hikmetleri vardır; ve ismi felsefe değildir !
türkiye'de maalesef sadece komünistlerin tekelinde kalmış düşünce sistemi. türkiye'de kemalistler de, muhafazakarlar da felsefe ile ilgilenmez. kemalistler atatürk'ün sözleri ile yetinirken muhafazakarlar da hz muhammed ya da fethullah gülen'in sözleri ile yetinirler. bu nedenle türkiye'de ateist - müslüman tartışmaları, laiklik - muhafazakarlık tartışmaları çok dar bakış açıları ile yapılır. ateistin tek söyleyebildiği "müslümanlar geri kalmış, müslümanlar akılsız", müslümanların da tek söyleyebildiği "ateistler cehennemde yanacak, ateistlerin kalpleri mühürlenmiş" olabiliyor.
halbuki bu tür tartışmalar yüzyıllardır yapılmış hem batı dünyasında, hem doğu dünyasında. bu tartışmaların bir çoğu sonuçlandırılmış. arkamızda yüzyılların birikimi var ve biz bunu görmeden tekrar tekerleği icat etmeye çalışıyoruz. artık aşmamız gereken konuları hala tartışıyoruz. örneğin müslümanların "ya varsa" argümanı. bu argümanın artık hiçbir geçerliliği kalmamıştır. "ya varsa" argümanına verilecek cevap ya afrikalı bir kabilenin inandığı tanrı doğruysa olacaktır. bu artık sorulmaması gereken bir soru. ateistlerin de sürekli "madem bu evrenin bir nedeni var neden tanrı nedensiz" sorusu vardır. bu soruya da tarihte cevap verilmiştir. neden sadece zamanda vardır. tanrı zamansız bir varlık olduğuna göre bir nedene ihtiyacı yoktur.
o yüzden bol bol felsefe okuyun. orada bütün sorularınıza cevap var. şu anda sanki 1200 yılındayız, o insanların tartıştıklarını tartışıyoruz. halbuki bu soruların çoğuna felsefe zamanında cevap vermiş. bizim yapmamız gereken bu birikimi alıp ileriye götürmek.