Müzeyyen'i müzeyyen'e dönüştürenlerin kendilerini aradıkları film.
Müzeyyen'in gelişleri gidişleri ve tekrar gelişleri... peki onu bu hale getiren neydi? Gerçekten dışarıdan göründüğü gibi miydi? Yoksa zamanında bir lavken zamanla soğuyup taşlanmış olmasındaki etkenler mi onu bu hale getirdi?
Hiçbir zaman müzeyyen olamadıkça bunu anlayamayacağız...
“bazen sadece bir ‘çıt’ sesi duyarsın. bu sesi duyduğun zaman da gitmen gerekir. Bu bazen bir eşyadan gelir, bazen üçüncü bir şahıstan. çünkü bazıları abajur alır evlerine, bazıları da portatif bir lamba taşır yanında. bazılarının koltuk takımı vardır, bazıları da otelde yaşar. bazen her şeyi birden istersin, bazen de her şeyi bırakıp, siktir olup gitmek.”
--spoiler--
Sadri Alışık denen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri'ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri'nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.
--spoiler--
Filmi kitabindan daha az derinlige sahip eserdir. okunasi bir eserdir, 58 sayfalık bir mini-roman hikayedir.
Bu hikayeyi bir de muzeyyenin agzindan dinlemek isterdik be ilhami abi dedigimiz bir ilhami algör eseridir.
Şöyle başlıyor kitap: https://galeri.uludagsozluk.com/r/2057918/+
Müzeyyen'e aşkla bağlı bir adam...
Adamın adı yok. Ya da kitapta bir yerlerde geçtiyse de ben hatırlamıyorum. Sanırım Aşık olanların adı yok şu hayatta, hepsi birer kayıp ruh.
Türk sinemasının artık sadece komedilerini izlemeye karar vermeme neden olan bir film. Öncelikle hikayesi oldukça yavan, herif kızın birini bir düğünde görüyor ve hemen aşık oluyorlar, ondan sonrası seks muhabbetleri. Birilerinin bunlara kadın erkek ilişkilerinin seksten ibaret olmadığını öğretmesi lazım. Filmde bize bir tutku, aşk var gibi gösteriliyor fakat ne senaryo ne oyuncular bize o duyguyu veremiyor. Eskiler buna "sevda" demişler ama filmde laf kalabalığından başka bir şey yok, sevda hiç yok. Ve bizim sinemamızın karaktere şu jan janlı, felsefik veya şiirsel cümleleri söyletmeyi bıraktırması lazım. Herkes filozof, herkes şair anasını satayım.
müzeyyen hiç flört etmiyordu. gözlerini kaçırmıyor, heyecanlanmıyor, dili sürçmüyor, dudaklarını ısırmıyor, kendinden bahsetme konusunda en küçük bir heves göstermiyordu. ya beni etkilemek gibi bir derdi yoktu, ya da beğenilmeye çok alışkındı.
hem şans, hem büyük talihsizlik müzeyyenin sevgilisi olmak.
izlerken imrendiğim aynı zamanda tiksindiğim bir yaşam stili. Gerek arif in dinginliği gerekse konuşmalarındaki naiflik kesinlikle şaheser diyebilirim ama başka kadınlarda aradığı heyecan ve serkeşlik, müzeyyen e duyduğu kör aşkı beni kopardı filmden. Filmin bambaşka çekiciliği var ama tavsiye ederim.
Paris texas filmindeki travis karakterini oldukça anımsadım seyrederken. O filmdeki dinginlik erdal beşikçioğlu'nda bulunduğu için bu kitaptan uyarlama filmi ayrıca beğendim.
Müzeyyen'in ses tonu, gözleri, çekiciliği. Arif'in şiirselliği, sessizliği, tütün sararken onlarla konuşması.
neyi, neden, nerede, nasıl, ne zaman ve kim ile yaşadığınız veya yaşamadığınız ile doğru orantılı olarak sizi etkileyebilecek bir film. alkol tüketimiyle paralel olarak en az 20 kere izlemiş olduğum ve beni en fazla içine çeken, konsantre olmaz iseniz bir çok ince detayı kaçırabileceğiniz şahsi türk filmleri listemin zirvesindeki yapıt.
Aşırı itici bir çiftin hikayesi. Neyse ki filmin ortalarında ayrılıyorlar da film boyu katlanmak zorunda kalmıyoruz.
Edit: yalnız filmde şarkılar güzel seçilmiş. Finalde, hoşlandığım kızdan gelen ve yıllardır dinlemediğim şarkının çalması üzdü.