yaşanmış olay
melih gökçek ankara bentderesindeki genelevi kapattıktan sonra özel bi kanalda tartışma programına çıkıyor ve telefonla canlı bağlantıya geçen fahişenin sözü..
-sayın melih gökçek biz bu genelevde 100 kadar orospuyuz senin gibi bir çocuk doğuramadık.
oooo;
portakalı soydum, baş ucuma koydum, ben bir yalan uydurdum; duma duma dum; kırmızı mum!
yaklaşın şöyle, bakın ne anlatacağım size.
bir beden buldum satılık, çok ucuz sayılmazdı ama çok da pahalı değildi üstüne üstlük. kırmızıya boyanan dudaklarındaki vurgu idi beni ona çeken ama beynimi de meşgul eden. ne idi şimdi bu? bir şeylerin isyanı mı yoksa bastırılmışlığın cazibesi mi? yoksa azgınlığımın kodsal açılımı mı? hahaahaa, bırakayım şimdi psikanaliz derslerini, haklısınız!..
bir otel odası için anlaştık, ama masrafları bana ait olanından! giyinik bedenim ama soyunuk ruhumla bir satılmışın karşında duran yaşam hücremin (!) canlanması ile başladı her şey. şaşmak, kendime tanıdığım bir ünlem harcırahı mıydı yoksa karşı kaldırımda duran hayallerine veda edercesine el sallarmış gibi görünen biçare kadının içini görmemin ikilemi miydi? çünkü ben bu tarz aşklara tepki vermeyendim.
ulan, kaç kere yemin ettim oysa, duygusal zamanlarımda içmeyeceğime; içsem de bir kadınla yatmayacağıma; yatsam da bir fahişe ile olmayacağıma; olsam da duygusal birikimlerimi önlemeye çalışacağıma... olmadı! nasıl da şeffaflaşıyordu ve içine girip görmek kolay oluyordu gecenin zifiri karanlığına inat insanın iç dünyasını...
alt tarafı yapacağım girmek ve çıkmaktı! girmek, çıkmak; girmek, çıkmak, girmek, çıkmak! bir fahişe ise işin felsefesi bu değil miydi? beklenen de bu değil miydi? ötesini bundan beklemek ahmaklık değil miydi?
bedensel orgazmı yaşasam o la la, ama beyinsel ve ruhsal da olursa oh ne ala; elin yabancısı, üstelik bir fahişesini ne diye alacaktım ki dikkate?!
***
oooo;
portakalı soydum, baş ucuma koydum, ben bir gerçek söyledim; duma duma dum; kırmızı kin!
yaklaşın hele şöyle, çekinmeyin benden, sandığınız kadar kirli değilim sizden çok, kendimden az (!)
babamdı ilk sahibim. sonra da satıldığım konu komşu amcalardı; ağabeyler, ablalar, büyük büyük hanımlar, beyler. sonra bir pavyon geçti üzerimden, allah sizi inandırsın sanki üzerimden bir dünya geçti. yok yok, sandığınız anlamda değil canım. hahahaha, allasen ne fesatsınız! illa aklınız orada değil mi? haa fahişe isen, mutlaka yaftalarınızla sokarsınız hep laflarınızı hem de uzvunuzu, öyle ya!
derken bir bebe, masum ama içine kin ve fitne karışmış bir el kadar günahsız. demeyin şimdi nasıl olur günahla-günahsızlık yan yana. olur ayol, bal gibi olur. nasıl oluyorsa sizin imanınızla-şerefsizliğiniz, aha da öyle oluveriyor günahla-günahsızlık... mecbur getirdik dünyaya, onun için de çıkamıyoruz bu virane hayattan. piç de olsa, bebeniz işte; fahişe de olsak anneyiz işte. ya da siz buna 'insanlık mı' derdiniz? her ne ise... biz de o yok ya, sizin ahlak düsturunuzca (!)
hele daha bir sokulun, bir sır vereyim size: bu geceki gelen ve yataktan uzanan şu güzel ve yağız delikanlı; böyleleri pek düşmez buralara, onlar daha elit kesime takılırlar anam-babam; neyse, pek bir mahcup geldi bana. pek bir içli, pek bir düşünceli... hahahhaa... gülme demeyin sakın bana; alacağım para, düşüneceğim mini mini kızım ela. - adı gözlerinden alıntı, onu da deyivereyim size. - hiç görmedim bizim sektörde bunun gibisini. dokunsam ağlayıverecek zahir halime. hepimizin en az on tane hayat hikayesi vardır, karşında anadan doğma yatan çıplak adamların tavrı ve tarzına göre patlatıverirsin gazel tadında, artık kiminde işe yararsa... o da senin o günkü şansına. ne şansı mı? anacığım bunlar bildiğiniz gibi değil! hem oncacık para verir, hem de maşallah doyurulmayı bekleyen uzuv ve vücutlarından çok ruh ve egolarının oynaşmasını, titremesini, sarsılmasını isterler. haydi canım, haydi, daha yapacak çok işim var benim sırada. gecede kaç adam bekliyor, haberi olmayan biçare deliler bunlar zahir! sok çıkar, sok çıkar işini çok abartıyorlar beyinlerinde, çok da şey bekliyorlar bizden. ben ağzımda çiğnediğim sakızı iki sol, iki sağ yanağımda dolaştırmadan işi bitmeli, bitmese de üzerimden inmeli. bu işler böyledir.
neyse bacım, uzatmayayım. bu delikanlı pek hoş geldi bana, pek dokunaklı. içimden gerçek hikayemi anlatasım, bedeninden çok ruhunu doyurasım geldi.
şanslı çocuk, iyi günüme geldi.
ama herkes için değişmeyen, bunun için neden değişsin ki? ben bir fahişeyim, dünyanın onca kirliliği ve bireysel onca pislikler benim yanımda arınmış günah demindedir.
söyletmeyin beni.
daha sırada ki günahıma gitmeliyim. ekmek parası, neylersin.
bir fahişe sabaha karşı
çok seksiymişim, öyle diyor
gülüyoruz yalanına
karşılıklı, anlayışlı
dalgakıranlardaki banklarda
çıkardı ayakkabılarını
bak, dedi, köprü ışıkları
siliyorlar yıldızları
kazıyınca yıldızlarını
altlarındaki demir paslı
ateşe vermeli onları ama
her yerde yangın çıkışları
sordum, niye sattın diye yoksulluğunu?
dedi, elimdeki sadece oydu
niye sattın vücudunu?
daha mı kötü, dedi, satmaktan ruhu?
herkes, dedi, merak içinde
ölümden sonra hayat var mı diye
boşuna düşünürler
sanki hayat varmış gibi ölümden önce
sevdim seni bir şekilde
hüzün var diye belki gözlerinde
eğer sever gibi sarılırsan da
bu vücut bedava sana
aslında derdim; çok gençsin daha
20'yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
kayalar kesti ayaklarımı
yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
bu dalgakıranda
tek başıma bu vücutla fırlatıldım dünyaya
aşk da basitmiş, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe
korkum; çığlık atan adam gibi
tablodaki, şakağımda ellerim
hep kaçarken, tek kişilik bir dünyayı
ben artık nasıl severim?
anladım, dedim, senin kalbin birinde
geceyle gündüz, o hep senle
sarıldı, ağladı saatlerce
o yine işe gitmeden önce
aslında derdim; çok gençsin daha
20'yim, dedi, ama ruhum tam 1000 yaşında
kayalar kesti ayaklarımı
yine de bir şeyler hissetmek güzel hala
bu dalgakıranda
tek başıma bu vücutla fırlatıldım dünyaya
aşk da basitmiş, pişmanlık da, hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa, kuzgun leşe, ben değil bu dünya fahişe
çoğunlukla erkeklerin -ve bazen de kadınların- anlık cinsel açlıklarını doyurmak için doğal yollardan bir partner bulamadıkları zamanlarda ya da varolan partnerleriyle karşılayamadıkları sıradışı(!?) istekleri "had" safhaya ulaştığında, doyum için kendisine başvurulan ve söz konusu istekleri kişisel bir çıkar karşılığında gideren kişi...
biraz da mizahi bir yaklaşımla, fahişeliğin dünyanın en eski mesleği olduğu da söylenir.
aslında yapılan işin özel bir beceri gerektirmemesi, kişinin bedenini bu şekilde kullanıp kullanmamasının yalnızca bir zihniyet meselesi olması nedeniyle pek "meslek" tanımına uymasa da insanlık tarihi içinde, ve neredeyse her uygarlıkta, bir "fahişeler sınıfı" hep olagelmiştir.
ezici bir çoğunlukla fakirlik ve yaşam karşısında çaresiz kalmak sonucunda bu yola başvurmak zorunda kalınılır. yapılan eylemin "kolaylığı"(!!!), kişinin bedeni dışında bir ekip ve ekipmana gerek olmaması, yılın her ayı ve günün her saatinde ve hatta "her yerde" kolaylıkla yapılabilmesi ve gelirinin çok da kötü olmaması sebebiyle ortada bir talep olduğu ölçüde sürdürülür. ancak final, çoğu kez, oldukça kötüdür...
fahişeliğin yüceltilmesinin akla aykırı bir uğraş olduğu konusunda -neredeyse- herkes hemfikirdir. ancak akıl yürütme yetisine sahip herkes bunun, fahişeliğin insanı ezen yanının görülmesine engel olmayacağını da anlayabilir.
biz istemesek de hep varolacak olan fahişeliği hor göremeyiz ve fahişelere acıyamayız.
olsa olsa onları, insanlık yolculuğumuzda, yaşadığımız ve yaşadıkları sürece, bize eşlik eden -çoğu kez ezikliklerini kapatabilmek için- yaygaracı, küfürbaz, yırtık, saldırgan, alaycı bir biçimde görünmek zorunda kalan o çaresiz ve bunaltılı kardeşlerimizi "anlar", daha doğrusu "anlamaya çalışabiliriz"...