türk sinemasının "işte budur"udur. çok vurucu sahne planları ve senaryosu vardır. şener şen ve uğur yücel adeta devleşmiştir. her şeyiyle örnek teşkil eden bir filmdir.
Kocaman bi iştahla tıklamıştım şu başlığa. Gördüm ki yazılabileceklerin, en azından benim aklıma düşenlerin hemen hepsi çok evvelden yazılmış. iştahım kaçtı benim de. Ne pis şeyler yazacaktım oysa... yazık oldu!
Dedim ya, Yazmak istediğim onca şey vardı. Sinema tarihimizin en deneysel ve tabii izlenesi filmlerine hem senarist hem de yönetmen vasfıyla imza koymuş yavuz turgul dan bahsedecektim önce bi güzel; Muhsin bey, aşk filmlerinin unutulmaz yönetmenigibi benzersiz yapıtlara dair bikaç kelam ederekten.
Sonra...
Sonra o her filmiyle daha bi devleşen büyük oyuncu için koşacaktı parmaklar klavyeye. Öyle kuvvetli de değildir ki kalemim, hangi cümleleri kuracaktım hakkını verebilmek için acaba. 'hababam sınıfı'ndaki beden öğretmeni de sensin, 'davaro'daki ağa da, ağaya başkaldırıp dağa çıkan 'eşkıya' da... hele bi de buluştuğunuz her kamera karşısında uğur yücel'le o karşılıklı döktürmeleriniz yok mu... yok üstad yok, iyi ki de girişmemişim ben bu mevzuya!
keje'yle aranızdaki o bin yıllık aşka dair bişeyler söyleyebilseydim bari entrynin sonuna gelirken. hanginiz daha çok sevmişti keje'yi? Yahu Sorumu şimdi bu da. Kimin için sustu o kadın yıllarca di mi. hakikaten nasıl bi sevgidir ki o öyle, sevdalının diline kilit koyacak kadar!
farkındayım, Buraya kadar Elle tutulur hiçbir şey yazamadım. Finali olsun adam akıllı yapalım diye, entry nin Son sahnesine keje'yi koyuyorum izninizle. bu sevdaya dair son söz için de susan sontag'ı huzurlarınıza davet ediyorum....
"hangi kadın, gerçek bir kadınsa, bir haydutu bir şerife yeğlemez ki"
filmin son sahnesi mükemmeldir. varsın efektler mükemmel olmasın. o duygu yüklü anlar o kadar yıl sonra bile gözleri yaşartan cinstendir. fonda hafiften fırat türküsü, havai fişekler, şener şen'in mırıldanmaları ve polisler. duygulandım be sözlük.*
sinemalarda haftalarca oynayan Şener şen ve Uğur yücel filmidir
Tv de ilk star tv de yayınlanmıştır
Hem sobaya gaz atıp hemde filme baktığım için uğrunda kaşımı kirpiğimi saçlarımı yaktığım bir başyapıttır.
'eşkıya', 'şaki' sözcüğünün çoğulu. 'şaki', haydut, yolkesen anlamlarında, dilimizde artık kullanılmayan bir sözcük. buna karşılık 'eşkiya', cahit külebi'nin güzel şiirindeki dizelerde olduğu gibi dilimize tekil anlamla yerleşmiş: "benim doğduğum köyleri / akşamları eşkıyalar basardı..." yavuz turgul'un güzel filmi 'eşkıya' ise, tek bir adamın, gençliğini cezaevlerinde tüketen ve çıktığında evini, yurdunu, aşkını, her şeyini yitirmiş olduğunu gören yapayalnız bir adamın öyküsü. senaryonun, yönetmenin ve eşkıyayı oynayan şener şen'in başarısı, bu yalnızlığın, kişisel, toplumsal, komik, dramatik, trajik, bütün boyutlarıyla vurgulanabilmiş olmasında...
izleyen herkesin filmde sevecek bir şeyler bulması, sanıyorum ki ortak bir noktada buluşmaktan çok, kahramanların herhangi bir yönünden etkilenmekle ilgili. 'eşkıya'da böyle bir içerik zenginliği, olay örgüsünün böyle bir yoğunluğu var.
'eşkıya' gerçekçi bir yapıt. fakat, (yaşar kemal'in romanlarındaki gibi) masalsı öğelere de sahip. bu masal öğeleri (yine yaşar kemal'in romanlarında olduğu gibi) gerçeği bulandırmıyor. tersine, ondaki (gerçekteki) masalsı boyutun altını çiziyor. otuz beş yıl sonra cezaevinden çıkan adamın köyünü sular altında bulması, bir masal öğesidir. yaşlı kadınla bir masal atmosferinde buluşmalarında, bir masal atmosferinde konuşmalarında şaşılacak bir yan yok. çünkü bu masal, bizim hayatımızın gerçeğidir... yönetmen, filmin bu giriş sahnesinde, bile isteye bir tragedya ortamı yaratmış. bu nedenle, sular altındaki köyün yıkıntılarını terk etmeyen yaşlı kadının gerçek bir yaşlı kadın olup olmaması önemli değildir... o bir tragedya kahramanıdır... yönetmen böylece, gerçekçi yöntemin doğalcı yorumundan bilinçli olarak uzak durarak, gerçek yaşamdaki tragedyanın altını çiziyor... (bunun gibi, filmin başından finaline kadar birçok başka sahnesinde de olayların gerçeklikle bire bir örtüşürlüğünü aramak, filmde anlatılmak isteneni anlamamış olmak demektir.)
eşkıya baran, gerçek bir tragedya kahramanıdır. savunduğu, sahip olduğu değerler, tıpkı sular altındaki köyü gibi, yıkılmıştır... istanbul şehrinin sokaklarında o, insanın içinde aynı anda gülmek ve ağlamak duyguları uyandıran çağdaş bir don kişot'tur... kenar mahalle delikanlısı cumali ise, çarpık toplumsal ilişkiler ortamında büyümüş ve kendisi henüz kendi değerlerini oluşturamamıştır... baran'la karşılaşmaları, belki de bu değerleri oluşturabilmesi için bir şanstır... fakat çarpık değerler ortamı, onu da eşkıya baran'ı da aynı anda acımasızca yutacaktır...
yavuz turgul ve şener şen, eşkıya baran tipiyle, unutulması olanaksız bir sinema (roman) kahramanı yaratmışlar.
'şaki', mutsuz kişi anlamına da geliyor... 'eşkıya'nın kahramanı mutsuz bir kişi mi? bence o, filmin sonunda havai fişeklere ve yıldızlara karışırken de en sağlam insanca değerlere sonuna kadar bağlı kalmayı başarabilmiş mutlu bir insandır...
gerçekten de bir herifin hayatı için hayatının aşkından vazgeçmiş,belkide uğur yücel'e kendi dediği gibi oğlum olsa senin yaşında olurdu dediği gibi onu oğlu yerine koymuş bu eksikliğini gidermek için hayatının aşkıyla hayatının son demlerini yaşamaktan vazgeçmiş aslında kişiliği isminin uyandırdığı ilk anlamı içermeyen haksızlığa zulme karşı koyan bir karakterdir eşkıya,Şener Şen'in oyunculuğuna zaten diyecek yok ama özellikle o 'saf bakış''larda ki gerçeklik önünde eğilesi,kejeyle konuşma sahneleri ve son ölüm sahnesi ağlama garantilidir..
Türk sinemasının durma noktasına geldiği dönemde ilaç gibi gelmiş bir yeni dönem açan başyapıt.Şener Şen ve Uğur Yücel hernekadar yönetmenin çekim anlayışı o zamana göre bile geri kalmış olsada filmi zirveye taşımışlardır
--spoiler--
beni hapiste vurdular keje, ölmedim. hastalandım, bir ciğerimi orda bıraktım yine ölmedim. çok dövdüler beni, kan kustum. ama ölmedim, yaşadım.. seni bir kez daha görebilmek için yaşadım..
--spoiler-- *
ağır roman ile birlikte bir dönemin en iyi filmlerinden ikincisidir. aslında bu başarıyı belirli bir döneme sıkıştırmak yapımın kendisine hakaret olacaktır. zira eşkiya bahsi geçen diğer yapımla birlikte türk sinemasının aslında neler yapabileceğinin bir kanıtıdır.
aslında bizim eşkiya diye kullandığımız kelime, arapça'da şaki'dir ve eşkiya onun çoğuludur. osmanlıca arapça'dan aldığı birçok kelimeye bu naneyi yapmıştır: tüccar, talebe vs. gibi.
Cumali: Çok korkuyorum eşkiya beni bırakma çok korkuyorum...çok
Eşkiya: Korkma sadece toprağa gideceksin...
Sonra toprak olacaksın.
Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin.
Oradan özüne ulaşacaksın.
Çiçeğin özüne bir arı konacak...
Belki... belki o arı ben olacam.
gibi repliklerle tolstoy vari aforizmaların türkçeleştirilmiş hallerini barındırır. candır.